Selahattin Demirtaş ne yapmak istiyor?

06.02.2024 medyascope.tv

6 Şubat 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Öncelikle depremin birinci yılında hayâtını kaybedenlere tekrar rahmet diliyorum. Yaralar sarılmadı, biliyoruz, görüyoruz. Bundan sonra ne olur, ne biter bilmiyoruz açıkçası. Çok büyük bir bedel ödedi insanlarımız. Ve siyâsetçiler, özellikle ülkeyi yönetenler bu konuda sorumluluklarını tam olarak yerine getirmediler. Ama bu olayda, yaşadığımız bu büyük fâciada, Türkiye’nin, tüm Türkiyeli insanların, kurumların gerekli dersi çıkartmadığını maalesef görüyoruz. En azından ben öyle düşünüyorum. Bugün Selahattin Demirtaş’tan bahsetmek istiyorum. Dün arkadaşımız Ferit Aslan yine bir atlatma haberle çıktı karşımıza ve öyle ki bütün haber siteleri, gazeteler, televizyon kanalları hızlı bir şekilde, kimileri referans vererek kimileri vermeyerek paylaştılar. Olay şu biliyorsunuz: DEM Parti Milletvekili Sırrı Sakık Selahattin Demirtaş’ı cezâevinde ziyârete gidiyor; daha sonra onunla yaptığı görüşmeyi arkadaşımız Ferit Aslan’a anlatıyor. Ferit Aslan’a anlattığında da başlığa çıkarttığımız cümle — ki zâten yetiyor, Selahattin Demirtaş şunu demiş: “DEM Parti kimsenin payandası değil. Kayıplarını telâfî edecek şekilde seçimlere girmelidir”. Bu cümle ortalığı karıştırdı. Çok şaşırmadık; çünkü Selahattin Demirtaş’ın bir süredir böyle bir çizgide olduğu yolunda işâretler vardı. Ve en son zâten eşi Başak Demirtaş’ın İstanbul’dan aday olabileceğini söylemesiyle –ki resmen aday adaylığını îlân etmesi de bir cezâevi ziyâretinden sonra olmuştu–, burada Selahattin Demirtaş’ın pozisyonu anlaşılmıştı. Büyükşehirlerde, batıda diyelim –çünkü Güneydoğu’da zâten aday çıkarıyorlar– 5 yıl önce aday çıkarmamıştı, o târihteki adıyla HDP. Ve özellikle İstanbul’daki ikinci turda da Selahattin Demirtaş özel bir çağrı yapmış, “Bağrımıza taş basarak destekleyelim” demişti Ekrem İmamoğlu’nu ve tek başına olmasa da Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasında önemli bir rol oynamıştı hem HDP hem bizzat Selahattin Demirtaş’ın çağrısı. İkinci tur öncesi hatırlanacaktır; Erdoğan da Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarttırdı. Abdullah Öcalan’dan da bir akademisyen eliyle mesaj almaya çalıştı, ama çok fazla etkili olmadı. Selahattin Demirtaş etkili oldu. Böyle bir ortamda, özellikle de gözler İstanbul’a çevrilmişken, DEM Parti’nin ne yapacağı meselesi belirsizliğini koruyor. Öte yandan Yeniden Refah Partisi de böyle bir durumda ve DEM Parti’nin İstanbul’da aday çıkarıp çıkarmayacağı, çıkarırsa bu adayın Başak Demirtaş gibi güçlü bir isim mi yoksa daha düşük profilli bir isim mi olacağı hep tartışılıyor. Bu konuda birtakım kamuoyu araştırmaları vs. de var. Ama şöyle bir hava ortaya çıkıyor: DEM Parti’nin aday çıkarması durumunda Ekrem İmamoğlu’nun Murat Kurum karşısındaki şansı bayağı bir zorlanıyor, hele Başak Demirtaş’ın aday olması durumunda. Değişik oranlar söyleyenler var, ama işin çok ciddî bir şekilde Ekrem İmamoğlu için riske atılacağı söyleniyor. Dolayısıyla Selahattin Demirtaş’ın bu çıkışı çok önemli ve ortalığı karıştırdı.
Dün Medyascope izleyicilerine YouTube’da bunu sorduğumuzda çok farklı görüşler dile getirildi. Ama iki perspektif var kabaca. Birisi “Doğru yapıyor”, birisi “Yanlış yapıyor” diyor.

Meselâ Mehmet Bey demiş ki: “Yazıklar olsun! Yanıltmadı. Cezâevindeki onurlu duruşuna yakışmayan, Erdoğan’a teslim olan bir vaziyet sergiledi”. Bu tür, Mehmet Bey’in söylediğine benzer şeyler söyleyenler demek istiyor ki: Bir anlaşmadan bahsediliyor, doğrudan ya da dolaylı bir anlaşmayı îmâ ediyorlar, iktidâra yanaşma olarak söylüyorlar. Ama Selahattin Demirtaş yanaşmış olsaydı bu zamâna kadar çoktan değişik meselelerle yanaşırdı. Bunun böyle bir pazarlık sonucu olduğu düşüncesi, muhâlefet ve özellikle CHP çevrelerinde bayağı güçlü olmakla berâber açıkçası bana çok da inandırıcı gelmiyor.

Meselâ birisi de demiş ki: “Başka türlü çıkamayacağını gördü. Dümen kuruyor”. Bu da aynı şekilde. Meselâ cumhurbaşkanlığı seçiminde böyle bir çıkış yapması daha etkili olurdu. Hatırlanacaktır, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na açık açık destek verdi. Sonra da tabiî büyük bir hayal kırıklığına uğradı birçokları gibi.

Destek verenler var. Meselâ Murat Yaşar Yıldız diyor ki: “Bütün partiler tek başına girsin. İstanbul demek Türkiye demek. Benim oyum CHP’ye” diyor.

Bir başkası diyor ki: “Yüzde yüz haklı adam. O kadar destek verdi bize, ama tenezzül edip bir teşekkür eden olmadı” diyen var.

Bir başkası: “Çok doğru söylüyor. Bizim partimiz varken neden biz her seçim birilerine destek veriyoruz? Bir defa da onlar bize destek versin” demiş bir DEM Partili izleyicimiz.

Bir başkası: “Doğru söylüyor” demiş Selahattin Demirtaş için. “CHP, DEM Partisi’ni ‘Oy ver, ancak benden uzak dur’ anlayışıyla hep çantada keklik gördü” diye tanımlamış — ki bu çok önemli; özellikle DEM Partisi tabanında ve kadrolarında da çok yaygın bir şey bu. Bu yayını yapmadan önce bâzı isimlerle konuştum. Genellikle bu söylendi: “Biz her türlü desteği verdik. Kayıtsız şartsız destek verdik. Ama bunun karşılığında CHP açıkça bizim yanımızda durmadı. Bize sâhip çıkmadı”. Özellikle de ikinci tur öncesi Zafer Partisi ile yapılan protokol çok büyük bir rahatsızlık yaratmış. Kimilerine bu çok önemli bir husus gibi gelmeyebilir. Fakat çok ciddî bir şekilde politize olan bir tabandan bahsediyoruz. Her türlü ayrıntıyı yakından tâkip eden bir tabandan bahsediyoruz. Burada çok büyük bir rahatsızlık yarattığı muhakkak. Genellikle burada, demin izleyicinin söylediği gibi; “Siz bize oy verin, ama çok da fazla yanımızda gözükmeyin” yaklaşımı daha önceki seçimlerde çok oldu.
Şunu da diyenler var: “Beş yıl önce Ekrem İmamoğlu’nu ve diğer belediye başkanlarını seçtirdik de ne oldu?” Burada açık açık, özellikle CHP’nin son seçimde doğru dürüst oyu olmadığı ortaya çıkan partilere bol keseden milletvekilliği dağıtmasının ardından, bu harekette, Kürt siyâsî hareketinde CHP’ye yönelik çok büyük bir tepki var. Bu Kılıçdaroğlu döneminin işiydi belki; yönetim değişti, tamam, ama bunu kolay kolay unutmuyorlar. Geçen seçimde de Yeşil Sol Parti olarak girildiğinde destek verildi, ama CHP’nin bu arada küçük partilere milletvekilliği dağıtıp, Zafer Partisi’ne Güneydoğu’daki belediyelere kayyum atanma sözü dâhil birtakım taahhütler verdiği vs. görüldü. Bunun yarattığı çok ciddî bir rahatsızlık var. Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından yapılan kamuoyu araştırmalarında, Kürt seçmen nezdinde bizim arkadaşlarımızın yaptığı sokak röportajlarında ya da kanaat önderleriyle görüşmelerde şunu çok sık gördük: “Keşke aday çıkarsaydık. Keşke birinci turda en azından aday çıkarsaydık, gücümüzü görseydik”.
Burada on yıllarca süren bir hareket var. Partinin ismi değişiyor, ama hareket aynı. Başına çok iş geldi. Çok değişik aşamalardan geçti. Yine yeni bir parti adıyla karşınızda duruyor. Ama bu hareketin kendi meseleleri, kendi arayışları, kendi beklentileri var. Ve bu beklentilerin büyük bir kısmını hayâta geçirebilmesi için kendi gücünü görmesi gerekiyor. Fakat son seçimlerde, gerek 5 yıl önceki yerel seçimlerde gerek son cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’ye destek vererek bunu görmedi ve şöyle bir duygu var: “Sıfıra sıfır elde var sıfır. Hiçbir şey elde etmedik” deniyor. Selahattin Demirtaş bu noktada, cezâevinde olmasına rağmen hareketinin tabanını çok yakından tâkip ediyor. Zâten hareketin içerisinden çıkmış birisi olduğu için de biliyor ve belli ki çok da ziyâretçiler, avukatlar, âilesi üzerinden ve tabiî ki medyayı tâkip ederek bayağı bir analizle buradaki eğilimi görmüşe benziyor. Ve son dönemde yaptığı çıkışlarda –“Siyâsetle uğraşmıyorum” demesinde de o vardı ve sonrasında dolaylı olarak verdiği mesajlarda da– onun artık DEM Parti’yi, bu hareketin geleceğini bir muhâlefet bloku kapsamında görmediğini görüyoruz. Yani gücünü bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden inşâ etme çizgisini bırakmış gözüküyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek bayağı bir gündem belirlemiş bir isim Selahattin Demirtaş. O politikayı uzun bir süre sürdürdü. Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir siyâsî çizgiyi sürdürdü ve en son aşamada, son seçimlerde –büyük karşılaşmaydı o son seçimler– orada bu politika aslında sınandı ve bu politika iflâs etti. 6 parti bir araya geldi, buna Yeşil Sol Parti de destek verdi; ama Erdoğan’ı yenemediler. Böyle bir realite var ve bu realitenin ardından Selahattin Demirtaş’ın çizgisinin değiştiğini ve Erdoğan karşıtlığı üzerine inşâ edilmemiş bir siyâsî perspektifi savunduğunu görüyorum ben. Erdoğan karşıtlığı üzerinden şekillenmiyor olmasının Erdoğan’a destek veriyor diye anlaşılmaması gerekiyor. Bu son çıkışının bir pazarlık sonucu olduğunu düşünenler de bence burayı ıskalıyorlar. Erdoğan’a karşı olup, ama politikalarını bu karşıtlık üzerinden inşâ etmemek başka bir şey. Bu anlamda Selahattin Demirtaş’ta bir çizgi değişikliği olduğu kanısındayım ve bu da insanları, özellikle Erdoğan karşıtlığı üzerinden Demirtaş’a ilgi duyan, ondan memnun olan insanları rahatsız ediyor. Fakat gördüğüm kadarıyla Demirtaş, artık salt Erdoğan karşıtlığı üzerinden gidilecek çok fazla bir yol olduğunu görmüyor ve dolayısıyla bir çizgi değişikliği var.
Ama bir diğer husus da şu: Bu hareketin lideri kim? Bu hareketin fiilî lideri Selahattin Demirtaş. Ama bu hareket sâdece Selahattin Demirtaş’tan ibâret değil. Bir İmralı var, bir Kandil var, bir de parti var. Partinin başında eş genel başkanlar var. Daha önce başkaları vardı, partinin adı başkaydı, şimdi yenileri geldi. Ve Selahattin Demirtaş’tan sonra partinin başına gelen hiçbir eş genel başkan, kadın olsun erkek olsun, onun boşluğunu dolduramadı. Doldurabileceğe de benzemiyor. Ve Demirtaş aslında cezâevinden yaptığı açıklamalarla, verdiği söyleşiler ya da yazdığı yazılarla, sürekli bir dönem sosyal medya üzerinden gündeme ilişkin yaptığı açıklamalarla bu boşluğun doldurulmasına imkân da vermedi. Öyle pozisyonlar aldı ki, parti o kadar milletvekiliyle, yaptığı faaliyetlerle bir şeyler anlatmaya çalışırken Selahattin Demirtaş’ın bir tweet’iyle bütün gözler ona çevrildi ve bu bir realite. Ve bu anlamda Selahattin Demirtaş, adı konmamış bir şekilde bu hareketin sivil alandaki lideri olarak ortaya çıktı ve bu da dün HDP’yi, daha sonra Yeşil Sol Parti’yi, bugün de DEM Parti’yi bayağı zorladı, zorluyor.
Şu hâliyle bakıldığı zaman, Demirtaş’ın bu çıkışları tabiî ki İmamoğlu’nu rahatsız ediyordur, İmamoğlu’na destek verenleri rahatsız ediyordur; ama DEM Parti’yi de zora sokuyor. Başak Demirtaş’ın İstanbul aday adaylığını deklare etmesi en çok DEM Parti’yi zora soktu. Öyle zora soktu ki şu aşamada aday çıkarmasa bir dert, aday çıkarıp Başak Demirtaş’ı aday göstermese bir başka dert. Buradan, cezâevinden Selahattin Demirtaş’ın partinin bugününü ve geleceğini belirlediğini görüyorum ben.
Bir de şunu unutmayın: Son seçimler zâten muhâlefeti altüst etti; CHP’de bir değişim yaşandı, diğerlerinde pek bir şey değişmedi. Bu yerel seçimler sonrasında, normal şartlarda, ülkede uzun bir süre seçim olmayacak. Ve bu yerel seçimlerin sonuçları ışığında muhâlefetin yeniden yapılanması söz konusu olacak. Buna DEM Parti, Kürt hareketi de dâhil. Dolayısıyla bugün söylenenleri, bugün yapılanları sâdece bugüne özgü olarak görmemek gerekiyor. DEM Parti içerisinden konuştuğum bâzı isimler Selahattin Demirtaş’ın bu çıkışlarının, seçim sonuçlarını etkilemenin ötesinde, seçim sonrasına yönelik mesajlar olduğunu söylüyorlar — ki bu çok anlaşılır bir şey. Esas mesele, esas siyâset yerel seçim sonrasında yaşanacak ve tabiî ki yerel seçimin sonuçları sonrasında yaşanacakları çok etkileyecek, burası muhakkak. Dolayısıyla Selahattin Demirtaş bu çıkışıyla hem özellikle İstanbul seçimlerini, ama aynı zamanda Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı, diğer yerleri de etkileyen bir pozisyon almış oldu. Ama daha sonrasında da DEM Parti’ye ve bu partiye destek verenlere ve genel olarak muhâlefetin içerisinde yer alanlara, seçim sonrasında yapıp edecekleri konusunda şu anda bir duruş ve pozisyon sergiliyor. Bunu özellikle vurgulamak lâzım.
Bütün bu süreç içerisinde iktidar ne yapıyor? İktidar herhalde bundan memnundur. Demirtaş’ın bu çıkışları onları en azından İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu zora sokacağı için memnun ediyordur. Ama bunun sonucunda Ekrem İmamoğlu kaybetse dahi, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının cezâevlerindeki durumlarının değişeceğini ya da DEM Parti’nin kazanacağı belediyelere kayyum atanıp atanmayacağında bir belirleyici etkisi olacağını sanmıyorum. Yani şunu düşünmüyorum: Bir pazarlık yapıldı ve bu pazarlığın sonucunda bunlar oldu. Böyle bir şey yok benim bildiğim kadarıyla. Fakat bu alınan pozisyonlar sonucunda eğer iktidar memnun kalırsa, yarın öbür gün DEM Parti ve cezâevindeki tutuklu siyâsetçiler konusundaki bakışlarında bu seçim sonuçlarının bir etkisi pekâlâ olabilir.

Özetle, Selahattin Demirtaş hem bugünün seçim sonuçlarında etkili olacak bir çıkış yaptı; ama esas olarak bu hareketin, içinde yer aldığı hareketin ve şu anda adı DEM Parti olan hareketin liderliğindeki iddiasını –her ne kadar “Siyâsete ara verdim” dese de– çok net bir şekilde sürdürdü. Dolayısıyla burada hem Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP adayları, ama aynı zamanda DEM Parti’nin yöneticileri, yönetici kurulları da çok ciddî bir şekilde Selahattin Demirtaş’ın bu çıkışından benim anladığım kadarıyla rahatsız olmuş durumdalar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı