Süleymancılar niçin güven vermiyor?

22.08.2024 medyascope.tv

22 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin en esrârengiz İslâmî cemaatlerinden Süleymancılar hakkında bir yayın daha yapmak istiyorum. Bundan önce yaptığım birkaç yayının değişik şekillerde ilgi gördüğünü fark ettim. Çünkü bu yapı çok kapalı bir yapı, insanlar merak ediyor. Bir de tabiî ki kendileri çok geniş bir örgütlenme; haklarında neler söylendiğini merak ediyorlar. Genellikle de YouTube’da tanık olduğum olay şu: Kızıyorlar, hakaret ediyorlar, hattâ bâzıları küfür de ediyor. O onların bileceği bir iş. Neyse. Bugün BBC Türkçe’de Mahmut Hamsici’nin haberini gördüm. Başlık da çok isâbetli: “Kapalı kutu olarak tanımlanan cemaat hakkında neler biliniyor: Süleymancılar” demiş. Önce şunu söyleyeyim, Süleymancılar kendilerine “Süleymancı” demez, “Süleymanlılar” denmesini ister. Ama onların dayatmasıyla bir şey yapacak hâlimiz yok. Ben kendimi bildim bileli “Süleymancılar” olarak biliyoruz. İlk ben Nokta dergisinde gazeteciliğe başladığımda, Süleymancıları kapak yaptığımızda –ki dosyayı büyük ölçüde ben hazırlamıştım, yıl 85-86’ydı–, oraya Süleyman Hilmi Tunahan’ın bir resmini koymuştuk kapağa, zâten fazla resmi yok. O târihte de kapalı kutuydu, kimse konuşmuyordu. Ancak onlardan ayrılmış olan birtakım insanlar konuşuyorlardı. Onlar ise, konuşmadıkları gibi sizi oyalıyorlardı; yani “Konuşmuyoruz” falan demiyorlardı, konuşacakmış gibi yapıyorlardı. O dosyada meselâ bir genci görevlendirmişlerdi bizimle irtibat için, ama o genç bize hiçbir şey söylemediği gibi, bizim neler yapıp ettiğimizi öğrenmekle uğraştı. Daha sonra, yıllar sonra, kendisiyle başka vesîlelerle tekrar karşılaştık ve arkadaş olduk. O günleri de gülerek anıyoruz. Şimdi Mahmut’un haberini görünce baktım, hakîkaten çok iyi çalışmış; gitmiş her yere. Özellikle Karacaahmet’te Süleyman Hilmi Tunahan’ın mezarı vardır. Mezarın önünde düzenli olarak insanlar, öğrenciler, cemaat mensupları giderler, dua ederler. Ben de çok kez tanık oldum buna. Süleymancıların şöyle bir özelliği vardır, bilmeyenler için: Erkekler sakal bırakmazlar, genellikle takım elbise giyerler. Ama takım elbiseyle birlikte bıyık vardır, yaşı erenlerde bıyık vardır. Takım elbise ya da kumaş pantolon gibi şeylerle çıkarlar. Diğer bildiğimiz, meselâ Nakşibendîlerden çok farklıdırlar. Evet, Mahmut’un dosyasını çok kapsamlı okudum ve tabiî şöyle bir merakla okudum: Acaba Mahmut benim yapamadığımı yaptı mı? Süleymancılarla konuştu mu? Ve sonunda tabiî ki aynı olayla karşı karşıya kaldık. Ne diyor? En sonuna bakıyorsunuz. Her şey var: Herkesle, uzmanlarla görüşüyor, cemaati birtakım halka açık yerlerde araştırıyor, insanlarla sohbet etmeye çalışıyor vs.; ama yetkili hiç kimseyle konuşamıyor. Diyor ki: “Bu haber kapsamında, oluşumla bağlantılı olduğu düşünülen birçok dergi, yayınevi, dernek, vakıf ve internet sitesine röportaj talebimizi ilettik, ancak olumlu yanıt alamadık.” Ben de ona, “Welcome to the Club”, yani “Aramıza hoş geldin” diyorum. Çünkü bu, benim neredeyse 40 yıllık bir deneyimim. Son dönemde, “yeni şeyh” diyemiyoruz, yani yeni lider döneminde Alihan Kuriş’e ulaşmaya çalıştım. Yine birilerine ulaştım, ama sonuçta tabii ki; “Biliyorsunuz, anlaştık, takdir edersiniz ki görüşemiyoruz” vs. diye cevaplar aldım. Hiç şaşırmadım; ama bir taraftan da… yani bu târihte artık neyin gizliliği bu? Kendilerince birtakım gerekçeleri var.
Şimdi, Süleymancılar biliyoruz ki AKP’yi desteklemiyorlar. Başlarına arada sırada bu yüzden birtakım sorunlar da geliyor; ama sonuçta varlıklarını sürdürüyorlar. Özellikle bâzı yurtlarında çok ciddî olaylar oldu — kriminal olaylar, cinsel tâciz gibi ya da yangın gibi vs.. Buralardan da genellikle sıyrıldılar, yani çok büyük bedel ödemediler. Tabiî ki sürekli bir endîşe halleri var. Erdoğan Fethullahçılar’a yaptığını kendilerine yapar mı diye herhalde endîşe ediyorlar, ama öncesinde Erdoğan yokken de böyleydi. Bir tek istisnâ var — ki Mahmut onu koymuş: Kemal Kaçar. Süleyman Hilmi Tunahan’ın yerini alan damâdı Kemal Kaçar –ki kendisi milletvekilliği yapmış, bayağı şey bilen, galiba da bizim Galatasaray Lisesi’nden mezun– değişik birisi; Avrupa Konseyi’nde milletvekilliği yapmış. O, Nazlı Ilıcak’a yıllar önce bir röportaj vermişti. Onun dışında başka bir şey yok. Çünkü Kemal Kaçar kendine güvenen birisiydi. Yaşıyor olsaydı herhalde ben de kendisine ulaşabilirdim. Ama biz onu tam yakalayamadık; sonrakilere kaldık ve sonrakilerde açıkçası bir kendine güvensizlik var gördüğüm kadarıyla. Bir de şöyle bir hava var: Bu yapı, bu cemaat büyük ölçüde efsânelerle gidiyor. Yani kendi içlerinde Süleyman Hilmi Tunahan’a bir tür azizlik mertebesi veriliyor ve onun tâkipçilerine, yani yöneticilerine ve yöneticiler tabiî ki hiç şaşırmayacağımız bir şekilde âile fertleri. Burada ilginç olan bir şey var: Süleyman Hilmi Tunahan’ın oğlu olmadığı için damâdı Kemal Kaçar geçiyor. Kemal Kaçar’ın oğlu olmadığı için, ölümünden sonra yeğeni geçiyor. Ondan sonra da yeğeni Ahmet Denizolgun geçiyor — ki kendisi yanılmıyorsam 2016’da biraz garip bir şekilde hayâtını kaybetti. Eskiden bakanlık yapmış birisi olmasına rağmen ilginç bir şekilde yalnız yaşıyor ve evinde ölü bulunuyor. Beyin kanamasından öldüğü söylendi. Onun da çocuğu olmadığı için onun da yerine yeğeni geçiyor. Şu anda gördüğümüz kadarıyla Alihan Kuriş, Süleyman Hilmi Tunahan’ın torununun oğlu. Yanlış yapmıyorum diye umuyorum; çünkü bir garip silsile gidiyor. Burada ne kadar hak edilmiş, ne kadar değil; bir âile meselesi var. Âile gidiyor, âilenin etrâfında tabiî bir yapılanma var. Arada sırada ayrılanlar oldu. Benim haber yaptığım zaman da ayrılanlar olmuştu, 40 yıl önce diyelim. Daha sonra kopanlar oldu. Şimdi soyadını hatırlamıyorum; ama Hüseyin adında, önde gelen yöneticilerden biri ayrılmıştı falan. Böyle şeyler oluyor. Şu anda da meselâ, ölen Ahmet Denizolgun’un bir diğer yeğeni Fatih Denizolgun var –ki AK Parti’den milletvekilliği yapmıştı, babası Mehmet Beyazıt Denizolgun gibi– o, meselâ şimdi Kuriş yönetimini çok ciddî bir şekilde, sert bir şekilde sosyal medyadan açıkça topa tutuyor. Bu bir âile cemaatine dönüştü. Ve tabii ki âilenin etrâfında birtakım insanlar var, önde gelen insanlar var, çok sayıda kurum var. Öncelikle Kur’an kursları var, pansiyonlar var. Ama onun dışında, Mahmut’un haberinde de bahsedildiği gibi, şirketler var, değişik sektörlerde faaliyet yürüten bir yapılanma. Sonuçta bir holding gibi. Aslında özellikle 80 sonrasında tüm cemaatlerin yaşadığı dönüşümü Süleymancılar da yaşıyor ve bütün bunları kendi kabuklarına kapanarak yapıyorlar. Yayın gibi birtkım şeyler oluyor, ama bunlar… Meselâ en önemli şeyleri bir takvimdir. “Fazîlet” galiba, şimdi tekrar kontrol edeyim Mahmut’un yazısından. Evet, doğru hatırlamışım, takvimleri var. Birtakım küçük şeyleri var; ama bunlar böyle kamuoyuna yönelik değil. Halbuki biliyoruz birçok cemaat, meselâ bunu ilk başta Mahmud Esad Coşan yapmıştı; Nakşibendîliğin İskenderpaşa kolu, İslâm mecmuasını çıkartmıştı, İlim ve Sanat’ı çıkartmıştı, çocuklar için dergi çıkartmıştı. Nurcular yaptı. Fethullah Gülen Sızıntı ile üstü kapalı yapıyordu. Daha sonra Zaman gazetesini alarak medya üzerinden örgütlendiler. Adıyaman Menzil Dergâhı uzun bir süre hiçbir yayın işine girmedi; ama sonra Semerkand yayıncılığı üzerinden, oradan televizyon kanalı, kitap, şu bu yapmaya onlar da başladılar. Süleymancılarda hâlâ tık yok; yani başkalarına kapalı olan yayın dışında bir şey yok. Ama buna rağmen eski yöntemlerle, birtakım dindar âilelerin çocuklarına küçük yaşta Kur’an öğreterek, onları üniversiteye hazırlayarak bir çarkı döndürüyorlar.
Şimdi şunu diyebilirsiniz: “Ya, kendileri hallerinden memnun, size ne? Yani bir cemaat kapılarını açmamakta özgürdür” denebilir. İlk akla gelen şey bu. Bence değildir; çünkü bu cemaatler, ucu Türkiye’ye değen, topluma değen hususlar. Özellikle Fethullahçılığı hatırlayın. Fethullahçılar sürekli kendi izin verdikleri ölçüde bir şeffaflık gösterdiler, ama birçok şeyi gizlediler. Neden gizledikleri de sonra ortaya çıktı. Şimdi Süleymancılara, "Tamam, kendileri memnunsa bize ne? Bizim üstümüze vazîfe mi?” denemez; çünkü bunlar bu ülkenin vatandaşları, bizim gibi bu ülkenin vatandaşları. Çocuk yaşta gençleri alıyorlar, eğitiyorlar, kapalı bir ortamda eğitiyorlar. Ondan sonra son dönemde yaşadığımız türde olaylar da oluyor, adlî olaylar da oluyor. Bu çağda artık aşılması gereken bir durum bu. Artık bu çağda bir cemaat, “Size ne kardeşim? Ben kimseyle konuşmam, etmem,” diyemez, dememeli. Bunu dediği zaman da bu sefer insanlar sizin hakkınızda her türlü spekülasyonu dile getirirler. Şimdi başta söyledim, güven vermiyor, bana güven vermiyor. Yani “şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar” diyecek hâlim yok. Ama bunca senedir, artık benim gibi bir gazeteciye bile... Tamam, anladığım kadarıyla beni Müslüman görmüyorlar, kâfir görüyorlar, İslâm düşmanı görüyorlar, olabilir. Yani böyle birtakım yanlış düşüncelere sâhip olabilirler. Ama sonuçta yazdıklarımız, ettiklerimiz ortada. Hadi beni öyle görüyorlar, başkasını da öyle görüyorlar. Hiç mi kendilerini anlatabilecek bir tâne insan evlâdı yok? Bu açıkçası güven vermiyor. Şeffaf olmaları lâzım. Şimdi gözümün önüne geliyor yazılacak olan, YouTube’da falan gelecek olan yorumlar. Yani açık söyleyeyim: Vız gelir tırıs gider. Artık ben bu işi noktalamayı düşünen bir gazeteciyim. Ama içimde şöyle bir ukde var, bunun sorumlusu da ben değilim. Yani bu kadar yapıyla görüştüm. İllegal yapılarla da görüştüm. Hizbullah lideriyle röportaj yaptım. Aczimendi lideriyle yayın yaptım. Menzil’e gittim, İskenderpaşa’nın önde gelenleriyle konuştum vs. vs.. Fethullah Gülen’i her ne kadar röportaja iknâ edemediysek de, bayağı yakın çevresindeki insanlarla da konuşarak tâkip ettim. Şunu yaptım, bunu yaptım, Süleymancılardan bir şey yok. Yani sonuçta şöyle bir şey diyesi geliyor insanın: Vallahi tabiî benim için bir eksiklik; ama burada ben en fazla, “Süleymancılar bana konuşmadı” derim. Ama Süleymancılar kimseye konuşmuyor. Konuşmadıkça da ondan sonra meselâ bu güzel dosyanın başlığı ne oluyor: “Kapalı kutu”. Şimdi kalksa bir tâne yetkili konuşsa Mahmut’a, “Biz Süleymanlılar…” diye. “Şunu yanlış biliyorsunuz, şunlar abartılıyor, bunlar asılsız iddialar” vs. diyerek meram anlatsa, o zaman o “kapalı kutu” lâfı olmayacak. O zaman ne diyeceksiniz? Süleymancılar kapılarını açtı. Bu pozitif bir şey. Sonuçta kimse, “Süleymancılar niye kapılarını açtı? Böyle bir rezillik olur mu?” demeyecek; ama açmıyorlar, açmayacaklar, öyle gözüküyor. Çünkü açtıkları zaman, ben öyle anlıyorum, “Böyle değil” diyecekler, ama açtıkları zaman gösterecekleri çok fazla bir şey yok herhalde. Yani sonuçta bu kadar köklü bir hareket, bu kadar yıllara yayılmış bir hareket, âile bağlarıyla gelişen bir hareket. Âile bağlarıyla gelişiyor olması zâten baştan bu hareketin serüveninin sorunlu olduğunu bize gösteriyor. O ayrı bir şey. Ama hâlâ bu kadar şey olduktan sonra, yüzlerce, belki bini aşkın –yazıda öyle söylüyor– yurdu, pansiyonu olan, binlerce kişiyi kontrol eden, ülkenin değişik yerlerinde, meselâ ilk akla gelen Antalya, yurtdışında özellikle Almanya’da çok ciddî örgütlü olan bir hareket, niye korkuyor, niye çekiniyor? Yani normalde kalkıp gayet sâkin bir şekilde en azından sohbet eder. Yani, on the record ve off the record deriz biz gazetecilikte, bâzılarıyla sohbet edersiniz. Derler ki meselâ: “Bunları benim ağzımdan yazma, ama çayımızı iç” vs.. Bunu bile yapmayan bir hareket var ve bu hareket güven vermiyor. Kimileri şunu diyebilir: “Tarîkat bu”. Tarîkat olup olmadığı tartışmalı, o ayrı, bir cemaat. “Tabiî ki şeffaf olmaz” denebilir, ama değil. Böyle bir ön kabul artık yok. Tabii ki şeffaf olmalı, olmazsa bunun bir faturası olmalı. Fatura derken, yani cezâî faturayı söylemiyorum; ama kamuoyu en azından şunu diyebilmeli: “Kardeşim, siz kimsiniz? Ne yapmak istiyorsunuz?” Mesela Süleymancılara ya da başka bir gruba sâdece ve sâdece oraya sempatik bakanlar, oraya pozitif bakanlar mı ulaşabilir? Pekâlâ, başka bir vatandaş da gidip, “Siz kimsiniz? Ne yapmak istiyorsunuz? Benim komşumun çocuğu sizde eğitim görüyor, ona ne anlatıyorsunuz? Ben bunu merak ediyorum” deme hakkına sâhip olmalı. Öyle bir lüks artık yok. Yani burada şöyle bir sorun var — tabiî hep onun arkasına yaslanıyorlar: “Cumhuriyet devrimleriyle birlikte bu tür şeyler yasaklandı. İşte biz bunları alenen söylersek yasal kovuşturma…” falan. Bunlar bitti gitti. Yok böyle bir şey. Bütün bunların hepsi meşrû yapılar, yasal yapılar; dernekleri var, sendikaları var, vakıfları var, şirketleri var, her şey var. Paraları kazanırken her şey normal; ama birisi kalkıp da “Bu paraları nasıl kazanıyorsunuz? Nereye harcıyorsunuz?” diye sorduğu zaman, “Siz bizim iç işlerimize karışamazsınız” oluyor ve böyle yaptıkları zaman da güven vermiyorlar. Yani şunca yıllık gazetecilik hayâtımda çok değişik şekillerde de İslâmcı grup ve yapıları Türkiye içinde ve Türkiye dışında gördüm, kendileriyle sohbet ettim vs.. Şu hâliyle bakıldığı zaman Süleymancılar kadar gereksiz yere, bana göre gereksiz yere kendilerini kapatan bir yapı yok. Bir örnek vereyim: Hizbullah zamânında PKK ile savaşırken, tam anlamıyla kapalı bir kutuydu. Hiçbir yayın organları yoktu, hiçbir şeyleri yoktu. Bir tek “Şehitler Kervanı” diye bir kaset vardı. O zamanlar kasetler vardı. Orada onların çoğu Kürtçe olan birtakım marşları vardı. Onun dışında Hizbullah yoktu, hiç yoktu. Biz Hizbullah’ı hep böyle dolaylı olarak öğrenmeye çalışırdık. Sonra ne oldu? Hizbullah, o büyük Beykoz operasyonu vs. gibi olayların ardından, ikinci Hizbullah döneminde, Hüseyin Velioğlu’nun ölümünden sonraki dönemde yeni bir şeye başladı ve ilk olarak açıldı. Dernekler kurdu, gazeteler çıkardı, televizyonlara girmeye çalıştı, radyo yapmaya çalıştı ve sonunda parti kurdu. Yani böyle bir yerde Hizbullah gibi bir yapı kendini mecbûren adapte etmek zorunda kaldı; ama Süleymancılar hâlâ aynı. Kendileri bilir diyeceğim, ama kendileri bilmez. Artık bu iş sâdece kendilerinin elinde olan kararlara bakmıyor. Artık çok geçmeden, tamam ben istenmiyorum; ama gitsinler başka birilerine, gerçekten bu konuyu dert edinen gazetecilere ve bir mikrofon uzatılsın kendilerine. Uzatmak isteyen çok olacaktır. Hatırlıyorum meselâ, Fethullah Gülen yıllarca ortada yoktu ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kuruluş kokteyli verdiler, İstanbul Dedeman Otel’deydi yanılmıyorsam ve medyaya haber verdiler. İlk defa Fethullah Gülen’i göreceğiz, yani gazeteci olarak. Çağırdılar, gittik. Yanımda bir arkadaş vardı, hiç unutmuyorum. Bilmiyor tabiî Fethullah Gülen’i. Çünkü Fethullah Gülen’i ancak çok ilgililer biliyordu. Fotoğrafı falan yoktu. Orada gördüğü tek bir tâne sakallı amca vardı, onu sandı. Halbuki Fethullah Gülen’in sakalı filan yok. Orada meselâ, o andan îtibâren Fethullahçılık büyük bir açılım yapmıştı; ama orada Fethullah Gülen bir şeye güveniyordu, kendine güveniyordu, bir özgüveni vardı. Demek ki Süleymancıların hâlâ özgüveni oluşmamış ve bu da tabiî ki onlara güvenmemizin önünde çok ciddî bir engel oluşturuyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı