Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası

02.10.2024 medyascope.tv

2 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız ve Washington’daki Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la dünyayı, biraz Amerikan seçimlerini, ama esas olarak Ortadoğu’yu konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.
Gönül Tol-Ömer Taşpınar: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Nihâyet İran’ın cevâbı geldi. İran’ın cevâbını Haniye sûikastı karşılığında bekliyorduk; ama İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, “Bize ateşkes sözü verildi, onun için yapmadık” açıklamasını yaptı ve ardından tabiî ki Lübnan’daki o büyük olay, Nasrallah’ın öldürülmesi geldi. Sâdece o değil; öldürülenlerin içerisinde İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı ve başka komutanlar da var. Bu olanlar üzerine İran, hepsini berâber kapsayan misillemeyi dün yaptı. İki yüz civârında roket fırlattığı söyleniyor. Bunların bâzıları isâbet etti, bâzıları engellendi. Askerî tesisleri vurduğu da söyleniyor; ama bir can kaybı yok gibi görünüyor. Bu sırada Tel Aviv’in hemen yakınındaki Yafa’da, neredeyse aynı zamanlarda, 2 Filistinli 7 İsrail vatandaşını öldürdü biliyorsunuz. Bir yanda, 2 kişi eski tip yöntemle 7 kişiyi öldürüyor, diğer yanda 200 füze atılıyor. Birtakım hasarlar verdiği muhakkak; ama çok ciddî bir kayba yol açmıyor. İran çok memnun. Açıklamalarını görmüşsünüzdür, “Biz gücümüzü gösterdik, oyunu biz kurarız” diyor. İsrail’den de birtakım açıklamalar geldi: Netanyahu, “Bunu unutmayacağız, İran pişman olacak” dedi. Ama sanki uluslararası kamuoyunda çok büyük bir endîşe ve kaygı yok. Ya da ben mi görmüyorum? Amerika saldırıdan hemen önce haberdar oldu biliyorsunuz ve Amerikan yönetimi İran saldıracak diye medyaya haber sızdırdı. “Eğer orada bir şey olursa, biz İsrail'in yanındayız” dedi, “Ölçüyü kaçırırsa” demek istedi herhalde. Gönül, ne dersin? İran’ın misillemesi ne kadar anlamlı? Bundan sonraki gidişâtı ne kadar etkileyebilir? Tabiî İsrail’in Lübnan’a girmesini de konuşacağız; ama en sıcak ve en önemli gelişme olduğu için öncelikle bunu konuşalım.
Gönül Tol: Geçen nisan ayında İran İsrail’e misilleme yapmıştı, o zaman da füze fırlatmıştı. Nisan ayındaki misillemesine kıyasla, şimdi yaptığı misilleme aslında çok daha sert. Çünkü nisan ayında drone’ları da kullanmıştı — ki drone’ları durdurmak ve havada vurmak çok daha kolay. Şimdi ise İran bütünüyle balistik füzeleri kullandı. 200’den fazla balistik füze fırlattığını söylüyor. Bunların bir kısmında can kaybı olmadı; ama bir kısmı da önemli yerlere düştü ve askerî hedefleri vurdu. Öncelikle şunu söylemek lâzım: İran’ın tansiyonu yükseltmemeye çalıştığı çok açık. Çünkü bu misillemeden önce, İran’ın hem Amerikan tarafına hem Rusya’ya ne yapacağını söylediği belirtiliyor. İran sivil hedefleri de vurabilirdi. Bunu tercih etmedi ve askerî hedefleri vurdu. Meselâ füzelerden bir tânesi MOSSAD’ın yakınına düştü. Can kaybı olmadı; fakat yine de bu nisan ayındaki İran misillemesine kıyasla çok daha sert bir misilleme. Bu ne demek oluyor? İsrail buna yanıt vermek zorunda. Tabiî nasıl bir yanıt vereceği burada çok önemli. Hep “Bölgesel bir savaşa doğru mu gidiyoruz?” meselesini konuşuyoruz; burada gerçekten İsrail ne yapacak, bir sonraki adımı nedir önemli. İran tarafı, “Amacımız hâasıl oldu. İsrail bize yanıt vermediği sürece bu şey sona erdi” dedi. Yani bir adım daha atıp tansiyonu daha da yükseltmeme niyetini yeniden göstermiş oldu. Amerika da baskı yapıyor. Normalde İsrail’in burada, “Tamam, bu noktada çatışmayı bitiriyoruz” demesi beklenebilir. Fakat uzunca bir süredir Netanyahu’nun davranış kalıbına baktığımızda, bunun böyle olmayacağını görüyoruz.
Şimdi ne yapacak? Asıl soru o. İsrail’in geçen nisan ayındaki yanıtına bakalım: İran füzeleri düştükten sonra, İsrail hava sâhasına girmeden, İran’daki Natanz Nükleer Tesisleri’ni koruyan S-300’leri vurmuştu İsrail. Bu aslında İran rejimi için çok korkutucuydu. Çünkü İsrail, “Bak ben nükleer tesisini de vurabilirim, ama vurmadım” mesajını veriyordu. S-300’ler İran rejimi açısından çok önemli. Onu Rusya’dan almaları 10 yıl sürdü. Hava savunması açısından önemli. S-300’lerin vurulması İran rejimini korkuttu. Bu, İran’ın gerginliği neden tırmandırmak istemediğini de açıklayabilir. Fakat İsrail’in bir sonraki adımı, geçen nisandaki tepkisinden daha sert olmak zorunda. “Bu ne olabilir?” sorusu var. Meselâ birkaç gündür İsrail tarafında İran’ın rejimini değiştireceği söylemleri var. Tabiî bu korkutucu bir şey, çünkü bu çok daha sert bir adımı gerektiriyor. İsrail’in, İran’ın hava sâhasına girerek yapabileceği saldırılar var. Bunlardan birinin hedefi nükleer tesisler olabilir — ki bence Netanyahu bunu, “Yüzdük yüzdük, kuyruğuna geldik” olarak görüyor. Netanyahu uzun süredir, “Ben bölgesel güç dengesini değiştireceğim” diyordu. İsrail, Hizbullah’ın bu kadar güçsüz olduğu, İran’ın bu kadar zayıfladığı, Hamas’ı bu kadar zayıflattığı bir dönemde, bir adım daha öteye gidip gerçekten rejimi değiştirmek için bir askerî hamle yapar mı? Bu, olasılık dâhilinde. İsrail İran’ın nükleer tesislerini vurabilir, petrol rafinerilerini vurabilir.
Fakat burada asıl sorulması gereken şu: Bunların hiçbiri Netanyahu açısından risksiz şeyler değil; çünkü İran’ın nükleer tesisleri aslında çok korunaklı; dağların, yerin altında gizli. Dolayısıyla yüzde yüz sonuç getirme garantisi yok. Durduk yere daha da tırmandırabilir ve İran’ı da daha sert bir yanıt vermeye zorlayabilir. İkincisi de İsrail’in, İran’ın petrol rafinelerini vurması rejimi nasıl değiştirecek? O da çok net değil. Direkt bir etkisi olmayabilir. İran, “Eğer İsrail petrol rafinerilerimizi vurursa, Azerbaycan, Bahreyn, Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerindeki petrol sâhaları da dâhil olmak üzere bölgedeki bütün petrol sâhalarını ateşe vereceğiz” dedi. Dolayısıyla, Netanyahu için bu çok kolay bir seçim değil. Ama yine de Netanyahu’nun amacı, yeniden bölgesel güç dengesini değiştirmek, Trump’ın seçilmesi ve kendi koltuğunu korumak. Bu açıdan düşünüldüğünde, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için bence en mantıklı hamle, Ömer’in söylediği gibi, birkaç hafta bekleyerek Amerikan seçimlerine daha yakın bir zamanda tepki vermek. Bu tepki, bahsettiğim alternatiflerden birisi olabilir, İran’ın içerisindeki askerî hedefler olabilir. Birkaç hafta bekleyerek hem Hizbullah’ın elindeki füzeleri –ki Hizbullah da Hamas gibi Güney Lübnan’da tüneller kazmış durumda ve hâlâ elinde ciddî miktarda füzeler var, bu füzeleri İran kullanıyor–, eğer Netanyahu biraz beklerse, İran’ın Hizbullah eliyle kullandığı füzeleri etkisiz hâle getirirse, Hizbullah’ın ya da İran’ın yanıtını da kısıtlayabilir — bu bir. İkincisi de, seçimlere daha çok yaklaşılmış olur ve bu, Kamala Harris’in seçimlerde şansını azaltır. Netanyahu mutlaka bir yanıt verecek, ama ne zaman vereceği ve ne sertlikte bir yanıt olacağı önemli.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin? Öncelikle İran’ın verdiği cevâbı ve etkisini nasıl değerlendiriyorsun? Bunun devâmı gelecek mi? O ona yanıt veriyor, o da ona yanıt veriyor. Çünkü İran “Buna cevap verirse biz çok daha ağırını yapacağız” dedi. O bir yanıt verirse, çok daha ağırını yaparsa, İsrail de karşılık verecek. Yoksa bir yerde bu zincir kopacak mı, ne olacak?
Ömer Taşpınar: Böyle bir sarmal riski çok ciddî bir şekilde var; çünkü İsrail’in 180 balistik füzeye misilleme yapacağı söyleniyor. Bunu çok ciddî bir saldırı olarak görüyorlar. Gönül’ün söylediği gibi, nisan ayındaki saldırıda 300 füze rakamı vardı, ama o 300’ün içinde drone’lar da vardı. Bir drone’un gelmesiyle, balistik füzenin gelmesi arasında fark var. Bu seferki saldırının başarısız olduğu, etkisiz olduğu söyleniyor; ama nisan ayına göre daha etkiliydi. Çünkü çok daha fazla sayıda balistik füze, daha hızlı geldikleri için, meselâ İran’dan çıkınca yaklaşık 10 dakika içinde İsrail topraklarına varabiliyor. Hatta bir tânesi MOSSAD’ın çok yakınına düştü. Birçok balistik füze aslında İsrail toprakları üzerine düştü, fakat zâyiat vermedi. Şimdilik askerî üssünde ne kadar zâyiat verdiğini tam olarak konfirme edemiyoruz. Bu da gösteriyor ki İsrail aslında bir tehlike atlattı, bu füze savunma sistemi başarılı oldu. Fakat İran’ın elinde, bu balistik füzelerden çok daha fazla var ve “Biz şu anda kapasitemizin sâdece küçük bir oranıyla saldırdık. O yüzden bizi daha fazla test etmeyin. Bizim için dosya kapanıyor. Biz savaş istemiyoruz. Eğer buna bir misilleme yaparsanız çok daha büyük bir saldırı olabilir” dedi.
Burada Amerika’nın ne dediği çok önemli. Geçen sefer, yani nisan ayındaki saldırı sonrasında, Amerika İsrail'e, bir bakıma “Artık tırmandırma, mümkünse bu konuda cevabın olmasın. Olacaksa da son derece orantılı olsun” demişti. Nisan ayında Washington’un tercihi, İsrail’in bir cevap vermemesi, gerginliği tırmandırmamasıydı. Ama bu sefer Amerika ne dedi? Benim beklemediğim kadar tehlikeli, basîretsiz ve riskli bir şekilde, Jack Sullivan çıktı ve “İsrail’in cevap verme hakkının arkasındayız, hatta bunu beraber ve koordineli yapacağız. İran’ın bu yaptığı cevapsız kalmayacak, İran olayı tırmandırdı” dedi. Burada İran açısından bir düşünmek gerekiyor. İsrail’de Amerika’yı karşısında görmekle, İsrail’in saldırması arasında fark var. Eğer bu misillemede Amerika devrede olursa… İsrail’in misillemesinin ne zaman geleceği tam olarak belli değil, ama bir misilleme olacağı belli ve bence sert bir misilleme olacak. Nükleer santralleri de vurabilirler, petrol kuyularını da vurabilirler, hattâ sivil ölümler de olabilir. Çünkü yaptıkları değerlendirmelere göre, rejim çatlıyor, rejim güçlü değil ve ülke içinde çok ciddî çatlak var. Devrim Muhafızları’yla Pezeşkiyan hükûmeti arasında çatlak var. Gerçekten de daha ılımlı olan hükûmetle, daha derin devleti temsil eden Kudüs Güçleri’nin ve Hasan Nasrallah’la berâber Beyrut’ta kendi generalleri de öldürüldüğü için tabiî ki Devrim Muhâfızları’nın, İsmail Haniye’ye oranla çok daha sert bir cevap vermeleri gerekiyordu. Evet, İsmail Haniye sonuçta Hamas’tı ve İran topraklarında öldürüldü. Fakat burada kendi generallerini kaybettiler ve bir şekilde artık İsrail’e bir cevap vermeleri gerekiyordu. Pezeşkiyan’ın son âna kadar direndiği söyleniyor. Hattâ ona bile saldırıdan 10 dakika önce haber verilmiş.
Gönül Tol: Rejim bölünmüş, onu söylemek önemli.
Ömer Taşpınar: Evet, rejim son derece bölünmüş, yekpâre bir vücut yok. Buradan yola çıkarak, zâten İsrail istihbârat kurumlarının yaptığı da… İran’da halkın rejime toplumsal desteği de azaldı. Seçime katılımın azlığından bahsediliyor, Pezeşkiyan’ın seçilmesi, Hamaney’in durumun farkında olması, Hamaney rejimin nasıl devam edeceği, özellikle kendisi öldükten sonra yerine kimin geçeceği, bu rejimin nasıl devam edeceği konusunda ciddî şüpheleri olması. Sonuç olarak toplumsal dayanağı azalan bir rejimle karşı karşıyayız. Zâten Netanyahu da, “Asil Pers halkı!” başlıklı bir konuşma yaparak, “Bu rejimden çok daha iyisini hak ediyorsunuz” diye mesajlar vermeye çalışıyor. Tabiî bir ülkeye saldırırsan, hele o ülkede sivil ölümlere neden olursan, o ülke kendi bayrağının etrafında kenetlenir ve İran’da rejim, beklemedikleri kadar toplumsal destek de bulabilir, öyle bir durum da var. Rejimi değiştirmek riskli bir strateji. Çatırdayan bir rejim varsa bile, o rejime saldırarak rejimi alt etmek mantıklı olmayabilir.
Fakat şu andaki risk, Netanyahu’nun bir şekilde bunu tırmandıracak olması. Bence Amerika da bu tuzağın içine düşüyor. Benim için önemli olan şu: Niye Amerika İsrail’e, en azından diplomatik olarak, “Olayı tırmandırma” demiyor? Çünkü bu git gide, göre göre, bile bile lâdes. İran’la İsrail bölgesel bir savaşın içine giriyor ve Amerika, “Yapmayın” demek yerine, İsrail’e “Ben arkandayım, berâber yapacağız” diyor. Benim görebildiğim kadarıyla, Biden’ın 7 Ekim’den beri şöyle bir hatâlı stratejisi oldu: Netanyahu’yu bir şekilde konuşarak iknâ edebilmek, “Biz yanındayız” diyerek kontrol edebilmek, bir şekilde ona sert bir karşılık vermek, “Dur durduğun yerde. Yapma!” demek ve dünyaya aralarında ciddî bir sorun olduğunu anlatmak yerine…. Meselâ 1982’de Reagan, İsrail’in Lübnan’ı işgali sırasında Menahem Begin’i telefonla arayıp, “Kesin bunu!” demişti. Bu gayet açıktı. Geçmişte George Bush, yani Baba Bush da Irak-Kuveyt Savaşı’nda İsrail’e, “Kesinlikle saldırmayın, tırmandırmayın” demişti.
Gönül Tol: Ama etkisi olmadı.
Ömer Taşpınar: Sonuçta, 1990’da Irak İsrail’e Scud füzelerini fırlattı, ama İsrail karşılık vermedi. Aslında Amerika’nın elinde oynayabileceği kozlar var, ama bunları oynamıyor. Bu, İsrail’le berâber hareket ederek onu kontrol etme stratejisi gibi geliyor bana — ki şu âna kadar başarısız oldu. Bu nereye kadar gidebilir? Şu anda İran’a yapacakları büyük misillemede, Amerikan istihbârâtının vereceği bilgiler üzerinden gitmek, bir şekilde etkili olmaya çalışabilir. Saldırıyı petrol kuyularına yapmak değil, nükleer santrallerle sınırlı tutmak… Çünkü Biden hükûmetinin bir derdi de İsrail’in Amerikan seçimlerini etkileyecek bir şekilde bu saldırıyı yapması. Seçimlerden iki hafta önce misillemesini biraz bekleterek petrol fiyatlarını fırlatacak ve Ortadoğu savaş içindeyken, Amerika’da böyle bir ortamda Kamala Harris ve Biden hükûmeti tabiî ki dezavantajlı duruma düşecek. Hele petrol fiyatları artmışsa ve bu, benzin fiyatlarına da yansıyorsa… Zâten bana göre enflasyon ve ekonomi nedeniyle Trump’ın kazanma ihtimâlinin gittikçe yükseldiği bir seçim dönemine giriyoruz, Amerika, İsrail’le berâber hareket ederek bu misillemeyi muhtemelen kontrol etmeye çalışacak.
Fakat İran’ın buna nasıl cevap vereceği de önemli. Bu sarmalın içinde nükleer santralleri vurulursa, gerçekten çok sert bir İsrail misillemesiyle karşı karşıya kalırsa, İran nasıl cevap verecek? Dolayısıyla bir sarmalın içindeyiz. Bana göre yeni bir dönemdeyiz. Korktuğumuz bölgesel savaşa bir adım daha yaklaştık. İran’ın kaçınılmaz olarak bir şekilde cevap vereceği tahmin ediliyordu. Bunu nihâyetinde yaptı ve karşılığında, İsrail’den de bir cevap geleceği kesin. Burada Amerika açısından son derece büyük bir başarısızlık söz konusu. 7 Ekim’in birinci yılına geliyoruz. Biden yönetimi bu süreci iyi yönetemedi ve şu anda bütün bu dinamikler, Amerikan seçimlerinde Trump’ı da göreve getirecek bir yere doğru gidiyor gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının birinci yılına gireceğiz ve bu arada Gazze’yi unuttuk. Gazze’de operasyon sürüyor, hâlâ çatışmalar sürüyor, siviller çok kötü durumda. Ama gündeme birden Lübnan girdi. İsrail beklendiği gibi, her ne kadar “sınırlı” dese de Lübnan’a bir kara harekâtı yaptı. İran’ın cevâbı da zâten Lübnan’daki İsrail saldırılarının ardından oldu. Şimdi Lübnan’da bir savaş yaşanıyor. Sürekli haberler geliyor, Hizbullah “Şu kadar asker öldürdük, şu oldu bu oldu, pusu kurduk” açıklamaları yapıyor. Bayağı savaşıyor yani. Gazze’den farklı bir olay yaşanıyor. Daha ilk andan îtibâren bir direnişle karşılaşmış durumdalar ve işin içerisine Lübnan girdi. Lübnan zâten çok zayıf, kırılgan bir ülke. Bir de üzerine bu gelince ne olacak? Hamas’ta da aynı şeyi konuşmuştuk. Hamas’ın ve Hizbullah’ın yok olması mümkün değil; ama İsrail Hizbullah’a çok ciddî darbeler indirdi. İsrail Lübnan’da ne yapmak istiyor? Diğer güçlerin Hizbullah’ı tasfiye etmesini mi istiyor? Ne diyorsun Gönül?
Gönül Tol: İsrail, Lübnan’a girerek iki amacı olduğunu söylüyor. Birincisi: Hizbullah’ın elindeki füzeleri ve askeri altyapısını çökertmek ve böylece Kuzey İsrail’de güvenliği sağlayarak Kuzey İsrail’den savaş nedeniyle çıkmak zorunda kalan 60 bin İsrailliyi yine evlerine döndürmek. Asıl soru, bu amaca bu operasyonla varabilir misiniz? Öncelikle şununla başlamak istiyorum: İsrail “Bu operasyon sınırlı” diyor. Bu açıklama beni çok öfkelendiriyor, çünkü Batı’daki medya da bunu satın alıyor. İsrail en son “sınırlı operasyon” dediğinde, Gazze’de 41 bin insan öldü. Şimdi Lübnan’a da aynı şekilde “sınırlı operasyon” diyor, Hatırlarsan, 2006’da da Lübnan ve Hizbullah arasında bir savaş vardı. Bugün, orada verildiğinden çok daha fazla sivil kaybı oldu. Bu, İsrail’in güyâ “sınırlı operasyonu”.  İsrail’in Gazze’ye yaptığı operasyon ve Güney Lübnan’ı işgal çabasının arkasında uzun soluklu bir strateji yok. Siz taktik başarılar elde edebilirsiniz. Buna İsrail’de mowing the lawn/“çimleri biçme” deniyor. Bu strateji nedir? Ara ara giriyorlar, Hamas ve Hizbullah’ın askerî altyapılarını zayıflatıp geri çıkıyorlar. Çim biçme nasıl olur? Çimi kökünden sökmüyorsunuz, biçiyorsunuz, 2 ay sonra tekrar uzuyor, hattâ daha güçlü uzuyor. Evet, İsrail Hamas’ı şu anda çok zayıflattı, fakat Hamas çok daha güçlü bir şekilde geri gelecek. Belki bugün değil, belki yarın değil; ama geri gelecek. Târih bize bunu söylüyor. Hizbullah için de aynı şey geçerli.
Bu, İsrail’in Lübnan’ı dördüncü işgali. 1978’de yaptı, 1982’de yaptı; 1982’den 2000’e kadar İsrail Güney Lübnan’da kaldı; sonra 2006’da da yaptı. Bunlar İsrail halkı için barış, huzur getirdi mi? Hayır, tam tersi oldu. Her bir şiddet sarmalı, hem İsrail tarafında hem Filistin’i destekleyen kampta daha radikal aktörleri güçlendirdi. Hizbullah nasıl ortaya çıktı? İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal ettikten sonra ortaya çıktı. İsrail girip çıktıktan sonra İsrail hiçbir zaman o söylediği amacı yerine getiremedi ve gerçekleştiremedi. Şimdi de “Hizbullah, Litani Nehri’nin kuzeyine çekilecek” diyor. Zâten Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi böyle bir karar aldı; ama mesele, bunu yapamıyorsunuz, nasıl yapacaksınız? Hizbullah’ın Litani’nin kuzeyinde kalmasını sağlamak için sizin Lübnan’da süresiz kalmanız gerekiyor. Siz çıktığınız an Hizbullah yine güneye iniyor. Bunu nasıl yapacaksınız? Tamam, şimdi Hizbullah’ın elindeki roketleri ve füzeleri aldınız; bu, daha güçlenerek ortaya çıkacak. Bu bir stratejinin parçası değil. Üstelik İsrail tarafı da kayıp veriyor. Tabiî tam olarak bilemiyoruz; ya İsrail askerinden bilgi alınabiliyor ya Hizbullah’tan bilgi alınabiliyor; o yüzden gerçekten tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz, ama İsrail askerlerinin öldürüldüğü söyleniyor.
Meselâ 2006’daki savaşa baktığımızda, Lübnan’a “İsrail’in Vietnam’ı” denmesinin bir sebebi var; çünkü İsrail hiçbir zaman uzun vâdede kazanamıyor ve her attığı adım, kendi halkını çok daha tehlikeli bir konjonktürün içine sokuyor. Meselâ 2006’da Hizbullah’la girdiği savaşta çok başarısızdı ve İsrail geri çekilmek zorunda kalmıştı. Her iki taraf da çok zâyiat vermişti ve İsrail’in bombalaması nedeniyle çok sayıda sivil öldürülmüştü. 2006’dan sonra İsrail’in öğrendiği bir şey vardı. İsrail ordusu kendi içinde de bir sorgulamaya gitti ve şuna karar verdi: “2006’da yaptığımız büyük bir hatâydı. Yeterince hazırlanmamış ve Hizbullah’ın kapasitesini küçük görmüştük”. O yüzden 2019!da yeni bir stratejiyle ortaya çıktılar. İsrail buna “Momentum Planı” dedi. Nedir o? İsrail, “Girmeden önce mümkün olduğu kadar Hizbullah ağına sızacağız. Elimizde Hizbullah hedeflerine dâir çok net bir liste olacak. Çok daha önümüzü görür bir şekilde gireceğiz” stratejisiyle ortaya çıktı ve nitekim gördük ki bu çağrı cihazlarını patlatması, stratejinin tıkır tıkır işlediğini gösterdi. Fakat “Momentum Planı” denen bu plan yine kısa vâdeli, bütünüyle karşı tarafın askerî gücünü zayıflatmaya yönelik taktik bir plan. Ama uzun vâdede bir strateji eksikliği var. O yüzden yine olan sivillere olacak ve nihâyetinde Netanyahu da istediğini elde edemeyecek.
Bir de Ömer’in söylediğine şunu eklemek istiyorum: Ömer, “Biden yönetimi Netanyahu’ya neden ‘dur, yapma’ demiyor?” dedi ya; son iki gündür hem Pentagon’dan hem Amerikan Dışişleri’nden yapılan açıklamaları yakından izliyorum ve hepsi aynı şeyi söylüyor: “İsrail’in buna yanıt verme hakkı var ve biz arkasındayız”. Ama bence asıl olan, kesinlikle Netanyahu’yu sınırlandırmaya çalışıyorlar; kameralar arkasında, “Yapma!” demeye çalışıyorlar. Çünkü gerçekten eğer Netanyahu yapacağını söylediği şeyi yaparsa bir felâket olur. Fakat 7 Ekim’den bu yana şöyle haklı bir eleştiri ortaya çıktı: Biden Netanyahu’ya karşı “ayı kucaklayışı” denen bir strateji kullandı. Ayılar rakibini kucaklarken aslında bu bir sevgi kucaklayışı değildir, hareket etmesini engellemek için kucaklar. Biden bunu ümit ediyordu. “Toplum önüne çıkıp, Netanyahu’yu ne kadar desteklediğimizi söyleyelim, ama ona öyle bir sarılalım ki hareket edemesin.” Bu strateji işe yaramadı; çünkü siyâsî kariyeri açısından Netanyahu için mesele, ölüm kalım meselesi. Biden yönetimi hem bölgede hem iç siyâsette çok zayıf göründü. O nedenle şimdi eğer çıkıp kameralar önünde Amerikan tarafı, “Yok, bu burada bitiyor. Biz de Netanyahu’ya baskı yapıyoruz, tansiyonu daha fazla yükseltmeyecek” dediğinde ve Netanyahu iki gün sonra saldırıya geçtiğinde, yine Biden yönetimi zayıf görünecek. Bence bunu engellemek için, açık olarak “Biz yanındayız” diyorlar, ama aslında ikili görüşmelerde, seçimlerden önce bir şey yapmaması için Netanyahu’ya maksimum baskı uygulamaya çalışıyorlar.

Ruşen Çakır: Ömer, Lübnan için de maksimum baskı uyguladılar mı, uygulayacaklar mı? Lübnan operasyonundan sanki memnun gibiler, ben öyle düşünüyorum. Hattâ sâdece Amerika değil; geçenlerde Bernard Henri- Lévy, “Bu sâdece İsrail’in değil, bütün insanlığın kurtuluş operasyonudur” demiş.
Ömer Taşpınar: Bernard Lévy’nin söylediklerinden yola çıkacak olursak, bütünüyle İsrail’in arkasında durmak gerek. Fransa’da tek başına kalmış durumda bu konuda ve gittikçe de popülaritesi düşüyor. Şimdi şöyle bir durum var: Gönül’ün anlattığı operasyonel ve taktik başarılar, stratejik vizyondan ve başarıdan yoksun — doğru bir analiz. Bunu gerçekten aklı selim ve rasyonel insanlar böyle değerlendiriyor. İsrail gibi, Türkiye gibi güvenlik devletleri terörizmle karşı karşıya kaldıklarında, “Bu terörizm neden var? Bunun köklerine inelim ve bunun sosyoekonomik, siyâsî, diplomatik boyutlarını konuşalım” diyemiyorlar. Türkiye, PKK ile mücâdelesinde de operasyonel ve taktiksel başarılar kazanıyor; karşılığında da, “Ama bak, bugün yaktık yıktık, karşımızda doğru dürüst bir PKK kalmadı” diyor. Bunların amacı da o. Ama Türkiye’de bir Kürt sorunu devam ediyor, değil mi? Fakat bunun terörizmle Türkiye’ye zarar verme, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma yeteneği azalıyor. Burada da Hizbullah’ın belini kırmak, gelmiş geçmiş en karizmatik, Peygamber soyundan gelen, dinî otoritesi olan, İran’la organik bağları olan, stratejik zekâsı olan Hasan Nasrallah gibi bir lideri öldürmek… Amerika, bırak Hasan Nasrallah’ın öldürülmesini, İsrail’e son âna kadar bu konuda verdiği tavsiye, “Hasan Nasrallah’a cevap verebileceği bir şey sağlayalım ki bu gerilim tırmanmasın” idi. Amerika “Tırmanmasın” derken, İsrail Hasan Nasrallah’ı vurdu. Amerika şu anda İsrail’in yapacakları üzerinde bütünüyle kontrolü kaybetmiş durumda. Fakat sonuçta, İsrail bunları yaptıktan sonra, Amerika da “Bunu kınıyoruz” diyecek durumda değil. Hizbullah tabiî ki 1982’de bir sürü deniz piyâdesinin ölümünden sorumlu bir terör örgütü. Sonuçta Hizbullah lideri öldürüldükten sonra Amerika çıkıp, “Tırmandırmayın” diyemiyor, “Adâlet yerini buldu” gibi bir açıklama yapmak zorunda kalıyor. Bugün Amerika tabiî ki bunu sınırlı bir operasyon olarak gösterecek. Kullandıkları bomba tonajına bakarak sınırlı değil bu. “Beyrut’a girmeyecekler” diyerek, “Sınırda bir tampon bölge oluşturuyor” demeye çalışıyor. Sınırda tampon bölge, İsrail’in amacı kendi 100 bin vatandaşını yerlerine yerleştirmek. Yani şöyle bir analoji kuralım: Afrin’den gelen füzeler nedeniyle Türk vatandaşlarının Gaziantep’ten çıkmak zorunda kalması ve Türkiye’nin bunun karşılığında “Ben Suriye’ye giriyorum, tampon bölge oluşturuyorum” demesi gibi bir şey. Bu arada bu bir hayal değil. Türkiye’nin yaptığı şey bu — ki orada, YPG Türkiye’ye füze de fırlatmıyor, Türkiye gene de girdi ve tampon bölgeyi oluşturdu orada. Türkiye, “Ben sınırlı bir şekilde giriyorum bölgeye” diyor. İşte İsrail’in yapacağı da bu. “Ben sınırlı bir şekilde giriyorum ve orada bir tampon bölge oluşturuyorum” diyor. “Türkiye ve İsrail’in güvenlik kültürleri benzer” derken bundan bahsediyorum.
Bir de şunu söylemek lazım, bir önceki bölümde bunu söyleyemedim. Amerika aslında şu şartlar altında İran’ın nükleer bir güç olmamasına dua ediyor olmalı. Çünkü İran’ın elinde nükleer bir güç olsa, işler şu anda çok daha tehlikeli bir yere gelebilirdi. Bir bakış açısına göre, İran’ın nükleer bir gücü olsa İsrail zâten bunları yapamazdı; çünkü elindeki nükleer güç onu korurdu. Peki şu anda İranlı olsan, İran’da Devrim Muhafızları olsan? İran’la ilgili hep söylenen şey şu: “Nükleer güce ulaşmaları konusunda eşikteler”. Orada uranyum yoğunlaştırma meselesi var, bir de onu silâh hâline getirmek var. Ben bir rapor yazmıştım bu konuyla ilgili: İran’ın elinde, bir iki hafta içinde silâh hâline getirilebilecek yoğunlukta uranyum var. Bunu bir şekilde büyük bir silâh hâline getirebiliyorlar. Bu büyük bir depoda büyük bir silâh hâline geliyor. Fakat bunu bir balistik füzenin üzerine kuracak şekilde yoğunlaştırmak, küçültmek ve bir füzenin üstüne yerleştirmek 6 ay ilâ 1 yıl arasında sürebilecek bir süreç. O nükleer gücü mobilize edebilecek bir hâle getirmek başka bir süreç. İran, eğer birazcık devlet refleksi varsa, bir an evvel o sürecin içinde olmalı. “Biz neden nükleer gücü daha önce elimize geçiremedik? Bak Kuzey Kore’ye. Hiç kimse, Amerika bile saldıramıyor. Rejim, nükleer gücü olunca bir şekilde bir dokunulmazlık kazanıyor” deyip buna doğru gitmeye çalışacak.
O yüzden şu anda Amerika’nın amacı, tıpkı Hizbullah konusunda “Kınamıyoruz, adâlet yerini buldu” demesi gibi, İsrail’in İran nükleer santrallerini vurmasına hiçbir şekilde karşı çıkmamak. Hattâ bunker buster denen büyük nükleer bombalar var. Bunlar yerin altına neredeyse 1000 metre girebilecek ve her şeyi yok edebilecek derecede büyük kapasitede bombalar. Zannediyorum İsrail bunları şu âna kadar Amerika’dan alamadı ya da belirli bir sınırda alabildi. Bu nükleer bomba kapasitesinin gerçekten yok edilebilmesi için, Amerika’nın kendi F-35’leriyle operasyonel olarak sahada olması lâzım. Bu arada İran’ın müthiş bir balistik füze sistemi var; 2000-2500 adetten bahsediliyor. Ama doğru dürüst bir füze savunma sistemi yok. Bahsettiğimiz S-300’ler küçük, komik. S-400’ler olmalı, S-500’ler bile olmalı ve elinde çok daha güçlü bir füze savunma sistemi olmalı.
İsrail geçen nisan ayında F-35’lerle girdi ve çok rahat vurdu. O F-35’leri hiçbir füze savunma sistemi göremedi bile. Zâten F-35’lerin özelliği, beşinci jenerasyon oldukları için radara takılmadan gidebilmesi. Şimdi İsrail bir sürü F-35’lerle ve Amerika’nın da bunker buster’larıyla nükleer santralleri vurursa, burada İran nasıl cevap verecek? İran bir şekilde nükleer gücünü kaybetmiş olacak ve burada rejim aslında çok daha ciddî bir sorunla karşı karşıya kalacak. Çünkü bu nükleer güç, aslında rejimin İsrail’den ve Amerika’dan korunmak için elindeki en önemli kozdu. Bunu bir pazarlık unsuru hâline de getirebiliyordu.
Gönül Tol: Ömer’in söylediğine şunu ekleyeyim: Bunker buster konusunda haklı, ama Pentagon’daki uzmanlar bunker busterlar’la bile nükleer tesisleri bütünüyle etkisiz hâle getirmenin yüzde yüz garantisi olmadığını söylüyorlar.
Ömer Taşpınar: İran artık teknolojiyi buldu, tekrar başlayabilir buna. Şunu söylemek istiyorlar: “Evet, bunker buster o anda yıkabilir, ama o çimler tekrar çıkabilir. Çünkü bir kere ellerinde uranyum zenginleştirme teknolojisi var, onu tekrar kurabilirler”. Bir bakıma bu bilimsel ve teknolojik seviyeye, o know how’a geldi, bunu öğrenememesine imkân yok. O nedenle bu bir süreç; ama ne kadar sürer? Altı ay, 1 yıl geriletir.
Gönül Tol: Bir de İran’ın böyle bir şeye nasıl yanıt vereceği de önemli. İran, “Bütün bölge ülkelerindeki petrol rafinelerini ateşe veririm” diye tehdit etti. Ama tabiî bu, İran’a karşı bir topyekûn bölgesel savaş anlamına geliyor. O da İran açısından riskli. Nitekim dün, Amerikan Dışişleri Bakanı, “İran’ın saldırılarını bölgesel müttefiklerimiz yardımıyla etkisiz hâle getirdik” açıklamasını yaptı. Tabiî bu bölgesel ülkelerin kim olduğunu söylemedi; ama tahmin etmek güç değil. Meselâ nisan saldırısında, Ürdün, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, İran saldırısını durdurmak için Amerika ve İsrail’e yardım etmişti. Şu ortamda bile düşünün ki Ürdün, İsrail’den büyükelçisini ilk çeken ülke. Erdoğan’dan sonra İsrail’i en çok eleştiren bölge ülkelerinden biri. Bir taraftan bunu yapıyor, iç siyâset açısından anlamlı, çünkü Ürdün’de çok ciddî bir Filistin nüfusu var; ama diğer taraftan da İran’ın saldırılarını püskürtmesi açısından, İsrail ve Amerika’ya yardım ediyor. O yüzden İran’ın da opsiyonları sınırlı.
Fakat şunu söylemek gerekiyor; böyle bir tırmanışın olduğu bir bölgede, Hizbullah elindeki en ağır silâhları kullanmadı. Bunları kullanabilir. Zâten bence Hizbullah şu anda İsrail’in Lübnan’a girmesinden çok memnun. Çünkü bu kara harekâtı istediği şeydi. Normalde İsrail havadan vursa, Lübnan’ın buna karşı yapabileceği çok bir şey yok; fakat karadan girdiğinde, Hizbullah’ın da İsrail’e zâyiat verme olasılığı artıyor. 
Ömer Taşpınar: İletişim kurabilirse tabiî. Ellerindeki bütün iletişim ağının bir şekilde İsrail tarafından istihbârat olarak ele geçirildiğini ve orta seviyedeki kadronun da savaşamayacak derecede olduğunu biliyoruz. Elinde çağrı cihazı olanların hepsi operasyonel insanlardı. Doğru, gerilla savaşını hâlâ yapabilir; ama bu gerilla savaşında eskisine oranla ne derecede başarılı olur? O da bir soru. Lübnan’ın şöyle bir avantajı var: Bir balistik füze Lübnan’dan çıktı mı, İran’dan gelmesinden çok farklı. Balistik füze İran’dan geldiğinde 10 dakikaları var. Eğer farkına varmazlarsa daha tehlikeli bir durum. Çünkü Lübnan’dan 2 dakikada geliyor.  Ama işte Lübnan’ı haftalardır bombalıyor. Elindeki balistik füzeden ne kaldı geriye, ne kadarını çıkarabilir? İletişim ağı, emir komuta zinciri ne durumda? Çünkü lideri yok.
Gönül Tol: Evet, ama yine de bence çok sofistike bir şeye gerek yok. Hizbullah zâyiat verebilir, sivil de öldürebilir isterse.
Ömer Taşpınar: İsrail yüzlerce asker kaybedebilir.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi bir soru sormak istiyordum ama sormayacağım, haftaya bırakayım, çünkü üzerine saatlerce konuşuruz. Erdoğan’ın “İsrail Anadolu’yu gözüne kestirdi, sırada Türkiye var” sözünü bir dahaki haftaya bırakalım. Çünkü şunu soracağım: Türkiye’de her ne kadar çok fazla ilgi yaratmadıysa da, başkan yardımcısı adaylarının münâzarası dün akşam oldu, değil mi? 
Gönül Tol: Evet.

Ruşen Çakır: Tim Waltz ve JD Vance’in münâzarası çok heyecan yaratmadı dendi, öyle okudum. Açıkçası şöyle oldu böyle oldu diye anlatan çok fazla bir şey de görmedim. Olağanüstü geçmedi, öyle mi?
Gönül Tol: Evet, zâten başkan yardımcılarının münâzarasının seçimler üstünde çok etkili olmadığı söylenir hep. Kaldı ki Trump’la Harris’in münâzarasında bile, genelde münâzaranın kazananının Harris olduğu konusunda bir bakış var. Ama ona rağmen, Harris’in kamuoyu yoklamalarında sâdece birkaç puan oynadı. Dolayısıyla başkan yardımcılarının münâzaraları çok böyle ilgiyle ve önem atfedilerek tâkip edilen bir şey değil. Ama yine de şu söyleniyor: JD Vance, münâzara sırasında kendini çok daha net ifâde edebildi, çok daha kendinden emin göründü. Münâzara dış politika sorusuyla açıldı ve İran konusunda moderatör, “Eğer İsrail İran’a karşı önleyici bir saldırıda bulunursa, bunu destekler misiniz?” sorusunu sordu. Tim Waltz buna çok net bir yanıt veremedi. JD Vance çok daha netti, “Kendi güvenliğini nasıl sağlayacağına İsrail karar verir ve karârı ne olursa olsun, Amerika olarak arkasında durmalıyız” dedi. Tim Waltz münâzaranın sonlarına doğru daha toparladı gibi, ama genel olarak kafası çok daha karışık görünüyordu. Waltz iki konuda JD Vance’den çok daha iyiydi: Kürtaj meselesinde ve Kongre baskını konusunda sıkıştırdı. Kongre baskını konusunda Vance’e, “Trump'ın 2020 seçimlerini kaybettiğini kabul ediyor musun?” diye sordu. JD Vance buna cevap vermedi, cevap vermeyince Waltz üstüne gitti.
Dış politika konusunda İran sorusundan sonra Çin konusunda bir soru geldi. Göç meselesi ve demokrasi konusunda sorular geldi. Meselâ Ukrayna konusu hiç konuşulmadı. Çin konusunda da bence iki kampanyada bir renk farkı var. Ayrıca Trump’ın ve Biden’ın Çin politikaları da birbirine çok benzer. Şu anda Trump’ın ikinci dönem için vaat ettiği ve Kamala Harris’in vaat ettiği Çin politikası, birbirinden çok dramatik bir şekilde farklı değil. Bence Vance’in güçlü göründüğü anlardan bir tanesi şuydu; “Demokratlar sürekli, ‘seçimleri Trump kazanırsa çok korkunç şeyler olacak’ diyor, fakat Trump başkan oldu ve bu bahsedilen şeylerin hiçbirinin olmadığını gördük. Enflasyon düşüktü, dünyada savaş yoktu, ekonomi iyiydi” dedi. Bana kalırsa, münâzaranın en kuvvetli anlarından bir tânesi oydu.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin?
Ömer Taşpınar: Aslında ekleyeceğim bir şey yok, münâzara berâbere bitti diyebiliriz. Waltz kötü başladı. Dış politikayla ilgili sorulan ilk soruya cevâbı çok kötüydü gerçekten, heyecanlıydı. JD Vance ise tam bir profesyonel, çok rahat konuşuyor ve tam bir siyâsetçi. Yeni bir siyâsetçi olmasına rağmen siyâsetçi kumaşı var, zeki. Trump başkan olursa, bir sonraki başkan adayı kesin kendisi olur. Bu arada Trump başkan olursa –ki bunun olma ihtimâli şu anki konjonktürde gittikçe artıyor bence– hem dış politikanın iç politikaya etkisi hem Biden’ın basîretsizliği, Kamala Harris’in yükselişinin durması ve Michigan, Wisconsin gibi kritik olan eyaletlerde Trump’ın biraz önde gözüküyor olması bunu gösteriyor. Genelde Demokratlar önde gözükse bile, Trump kamuoyu yoklamalarında çok geride gözüktüğünde bile seçimlerde çok daha iyi performans gösteriyor. Trump’a oy verecek olanlar genelde bu kamuoyu yoklamalarını yanıltıyor. Ben, artık Trump’ın kazanma ihtimâlini Harris’e oranla biraz daha yüksek görüyorum.
Dünkü münâzara şu açından önemliydi: Trump başkanken başına bir şey gelirse, bir sağlık sorunu yaşarsa, önümüzdeki 4-5 yıl içinde JD Vance’ın Amerikan Başkanı olma ihtimâli yüksek. Bu arada, Trump da 78 yaşında ve görevi bıraktığında 82 yaşında olacak. Trump zâten bir dönem başkan olacak, onu da kabul etti. Bıraktığında zâten 82 yaşında olacak. JD Vance’in ne kadar etkili bir konuşmacı olduğunu görmek, benim açımdan birazcık tedirginlik vericiydi. Çünkü bu adam işi götürebilir. Partinin geleceği diyebiliriz. Bir de iyi bir hatip, çok zeki, çok oportünist ve tehlikeli bir adam. Waltz, JD Vance karşısında iyi konuşamayan bir tonton amca gibi kaldı. Gönül’ün söylediği gibi, kürtaj konusunda doğru şeyler söyledi. Zâten bu konular partinin avantajlı olduğu konular. Ama ekonomi ve göçmenler konusunda çok etkili değildi. Dolayısıyla münâzara berâbere bitti diyelim. Bu başkanlık münâzarasının hiçbir etkisi olmayacak. Fakat uzun dönemde siyâsî etkilerini görebiliriz. JD Vance açısından bu münâzara, Vance’in yükselişiydi.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler arkadaşlar. “Transatlantik”e burada noktayı koyalım. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
26.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (10) - Serkan Baysak ile Türkiye'de Romanlar
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı