Transatlantik: Trump-Harris düellosu - Hakan Fidan Arap Ligi’nde - 23. yılında 11 Eylül saldırıları

11.09.2024 medyascope.tv

11 Eylül 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Gönül Tol, çalıştığı Ortadoğu Enstitüsü’nde son anda çıkan toplantısı nedeniyle aramızda olamadı. Ömer Taşpınar’la konuşacağız. Ömer, merhaba. Gönül son anda yayına gelemedi, ama özellikle münâzara konusunda onun ne düşündüğünü, görüşlerini sen aktarabilirsin. Birlikte mi izlediniz bilmiyorum; ama dün Kamala Harris ve Donald Trump ilk kez televizyonda karşı karşıya geldiler. Biden ve Trump karşılaşması gibi çok heyecanlı olmadı belli ki. Çünkü diğerinde Biden bayağı zorlanmıştı, birtakım skandalvâri şeyler olmuştu. Benim gördüğüm kadarıyla genel hava, sanki Kamala Harris daha başarılı olmuş gibi, ne dersin? Ne düşünüyorsunuz? Gönül’ün görüşlerini de aktarabilirsin.
Ömer Taşpınar: Evet, dün münâzarayı Gönül’le berâber seyrettik. Münâzara gece 21.00’de başladı. Tahmin ediyorum, Amerikan târihinde en çok seyredilen münâzaralardan bir tânesi oldu. Biden’la Trump’ın yaptığı münâzara çok heyecan yaratmamıştı; ama beklenmedik bir sonuç yaratmıştı. O da seyredilmişti, ama bunun kadar değil. Bu, özellikle Kamala Harris açısından çok önemliydi. Çünkü Kamala Harris şu son hafta çıkan kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği nedenle, Amerikan kamuoyu tarafından çok tanınmıyor. Her ne kadar Başkan Yardımcısı olsa da, Biden kadar, Trump kadar bilinen bir isim değil. Çok büyük bir heyecan yarattığı doğru ve adaylığı kesinleştikten bu yana genelde yükselen bir profilde gidiyordu. Fakat son 10 günde gelen kamuoyu araştırmaları, Kamala Harris’in Amerika genelinde Trump’la aynı oyda olduğunu gösterdi. Hattâ salıncak eyâletlerde biraz gerileme olduğu görülüyor. Trump’ın kemikleşmiş bir oyu var. Kamala Harris, kendisini tanımayanları nasıl iknâ edecek? En önemlisi de Pennsylvania, Wisconsin, Arizona ve Georgia gibi eyâletlerde kararsızları kendi lehine çekebilecek mi? Çünkü kararsız %10’luk bir kesim var. Sonuçta o kararsızlar bu eyâletlerdeki seçimin sonucunu belirleyecek. Çok büyük bir soru işâreti, çok büyük bir beklenti vardı.
Senin de söylediğin gibi, Kamala Harris münâzarada Trump’a göre daha başarılıydı; derli toplu bir performans gösterdi. Genelde konulara daha hâkimdi ve iyi konuştu. Bana göre büyük bir hatâ yapmadı. Trump Kamala Harris’in kurduğu bâzı tuzaklara epeyce düştü. Bu tuzakların bir tânesi, Trump’ın popülaritesinin artık düşmekte olduğu, onun toplantılarına ve propaganda konuşmalarına gelen insanların sıkıntıdan toplantıyı terk ettiklerini söylemesiydi. Trump buna çok sinirlendi, birkaç kez kontrolü kaybetti, çok sert konuştu. Her zaman olduğu gibi bir sürü yalan söyledi. Bugün New York Times’a, Washington Post’a ve televizyonlara baktığımda, Trump’ın bu münâzarayı kaybettiği, Kamala Harris’in daha başarılı olduğu, onun kazandığı yönünde genel bir hava var.
Münâzaranın ilk 5 dakikasında ekonomiyle ilgili çok önemli bir soru geldi. Bu, Amerika’da hep sorulan sorudur: “Amerika dört yıl öncesine göre ekonomik olarak bugün daha iyi bir yerde mi? Amerikalıların refah durumu, satın alma gücü, genelde ekonomik gidişat sizce iyi mi?” diye Kamala Harris’e soruldu. İlk soru öyle geldi ve bu çok önemli bir soruydu kanımca. Kamala Harris bu soruya doğru dürüst bir cevap veremedi. Enflasyondan bahsetmedi bile. Orta sınıftan geldiğini söyleyerek kendini anlatmaya başladı. “Ben orta sınıftan gelen birisiyim. Küçük işletmelere, KOBİ’lere vergi indirimleri yapacağız ve onlara katkılarda bulunacağız” diyerek, Trump’ın geçmişte yaptığı bâzı ekonomik hatâlardan bahsetmeye başladı. Bana göre Kamala Harris münâzaranın ilk 5 dakikasında çok önemli bir fırsat kaybetti. Çünkü bu kararsız seçmenler, genelde ekonomi üzerinden karar veriyorlar. Bu insanlar sonuçta Trump’ı tanıyorlar. Kamala Harris’in Biden’dan nasıl farklı bir ekonomi politikası izleyeceğini merak ediyorlardı. Çünkü Trump’ın bir amacı, Kamala Harris’i Biden’ın devâmı olarak göstermekti. “Bu kadın dört yıldan beri zâten Beyaz Saray’da, yeni ne yapacak, niye yapmadı?” sorusu hep sorulan bir soruydu ve bence, Kamala Harris bu soruya yeterince önemli ve iknâ edici bir cevap veremedi. İnsanlara, “Sizin acınızı hissediyorum; evet, enflasyon önemli bir sorundur, ama enflasyon şu nedenlerle oldu ve biz enflasyonla mücâdelede şu adımları atıyoruz ve başarılı olacağız” diyemedi tam olarak. Neden diyemedi? Çünkü kendisini Biden ile devam eden biri gibi göstermek istemedi. Trump ne zaman ona saldırsa, “Karşında Biden yok, ben varım” dedi. Ama Amerika’nın önemli bir kesiminin gözünde Kamala Harris, Biden yönetiminin bir devâmı aslında.
Amerikan halkına “En çok ne istiyorsunuz?” diye sorulduğunda, kamuoyu yoklamaları hep bir kelime üzerinde anlaşıyorlar. Halk “Değişim istiyoruz” diyor. Hattâ “Radikal değişim istiyoruz” diyorlar. Radikal değişim isteyenler arasında, Kamala Harris’i radikal değişim olarak görenlerin oranı %25, Trump’ı radikal değişim olarak görenlerin oranı %50. Trump her şeye rağmen, %50’nin gözünde ciddî bir değişimi ifâde ediyor. İyi bir değişim midir, kötü bir değişim midir bilmiyorum; ama Trump’ın hâlâ, müesses nizamdan, Amerika’nın genel gidişâtından ve Amerika’nın kurumlarından kopuk bir havası var. Bu böyle kendi başına cengâver bir adam; ne yapacağı belli olmayan, her konuda değişik bir şeyler yapabilecek biri. Amerika’yı faşizme de götürebilir, otoriter bir sisteme de götürebilir. Ama ekonomik olarak geçmişte bâzı başarıları vardı. Meselâ onun döneminde işsizlik çok düşmüştü, enflasyon düşüktü. O tür başarıları da geri getirebilir yönünde bir hava da var. Amerikan halkı, ekonomi konusunda genelde Cumhuriyetçilere ve Trump’a daha çok güveniyor. Dünkü münâzarada Kamala Harris bu konuda bence halkı iknâ edemedi

Ruşen Çakır: Sosyal medyada, Kamala Harris’in küpelerinden birisinin dinleme cihazı olduğunu ve kendisine sufle verildiğini söyleyen birtakım magazinel dedikodular olduğunu gördüm. Sence en ilginç anlar nelerdi? Meselâ bâzı fotoğraflar gördüm, Kamala Harris münâzarayı kazanmış gibi bakıyor, Trump da pişman ve yıkılmış gibi duruyor; ama tabiî o an gerçeği yansıtmayabilir.
Ömer Taşpınar: Bunun için kulağına bir şey takmasına gerek yok, her şey ortada. Kamala Harris’in stratejisi, Trump’ı bir şekilde sinirlendirebilmek, provoke edebilmek. Bunu başardığı birkaç an oldu. Meselâ bir tânesi, Trump’a “Senin propagandalarına, konuşmalarına gelen insan sayısı azalıyor. Sen bunları fazla gösteriyorsun” demesiydi. Bu, Trump’ın en nefret ettiği şey. Kamala Harris bunu söylediğinde Trump bir an kontrolünü kaybetti. Trump’ta bir megalomani var. Zâten o megalomani nedeniyle çok fazla eleştiriliyor.
Bir de tabiî Trump’ın her zaman söylediği bâzı yalanlar ve abartmalar var. Göçmenler konusundan başladı. Bana göre kontrolü kaybettiği önemli bir anlardan biriydi. Göçmenler üzerinden öyle tuhaf, gereksiz, sosyal medyada dolaşan bâzı fantezi türünden şeyleri toparlayarak, “Bu göçmenlerin sayısının fazla olduğu yetmiyormuş gibi, zâten bunların suç oranları yüksek, bir de Ohio Eyâleti’ne gelen göçmenler insanların evcil hayvanlarını köpeklerini, kedilerini yiyorlar” demesi… Orada Kamala Harris elini çenesine koyarak, “Bunun söylediklerine inanamıyorum, böyle bir kişinin ne kadar ekstrem olduğunu görüyorsunuz” dedi. Genelde Kamala Harris vücut diliyle, genel havasıyla kendine daha hâkimdi bence. Bunlar dönen ilginç şeylerdi.
Dış politikada önemli bir an da, sürekli Orban’dan, Orban’ın kendisine destek vermesinden bahsetmesi oldu. Orban sanki büyük bir dünya lideriymiş gibi, Trump sürekli Orban’dan bahsetti. Kamala Harris de, “Zâten bütün otoriterler senin geri gelmeni istiyor” dedi. Putin ve Ukrayna konusunda önemli bir an şuydu: Münâzaranın yapıldığı yer Pennsylvania. Pennsylvania’da büyük bir Polonyalı-Amerikalı diaspora var. “Sen Polonya’dan gelen bu insanlara, Rusya’nın Doğu Avrupa’daki başarılarına boyun eğeceğini nasıl anlatacaksın? Putin sâdece Ukrayna’ya değil, Doğu Avrupa’ya da saldırabilir, senin gelmeni o yüzden istiyor” dedi. Orada bana göre başarılı bir dış politika hamlesi yaptı Kamala Harris. Putin’le Trump’ı birleştirerek, kendisini NATO konusunda mevcut politikaların devâmı olarak gösterdi. Fakat bütün bunlar Amerika’da değişim bekleyen insanların gözünde Kamala Harris’i Biden’la aynı sepete koyuyor.

Ruşen Çakır: Filistin meselesi konusunda Trump’ın, “Ben olsaydım bu savaş çıkmazdı” dediğini gördüm. Kamala Harris de Filistin’le ilgili çok tatmin edecek şeyler söylememiş sanki.
Ömer Taşpınar: Evet. Şunun altını çizmek lâzım: Trump’ın söylediği şey: “Ben iktidardayken ne Ortadoğu’da ne Avrupa’da bir savaş vardı. Niye? Çünkü güçlü bir Amerika imajı vardı. Ama Biden’ın Afganistan’dan rezâlet şekilde çıkması Amerika’nın inandırıcılığını, prestijini, kredibilitesi azalttı ve Amerika’nın bu kadar zayıf olduğunu gören gerek Çin gerek Hamas gerek Putin olsun, hepsi saldırıya geçti. Bugün karşımızda daha güçlü rakiplerimiz varsa, bunlar Biden’ın zâfiyeti nedeniyle olmuş şeylerdir. Güçlü bir lidere ihtiyâcımız var. Ben iktidâra gelirsem bir günde hallederim her şeyi” dedi.

Ruşen Çakır: Bir günde, değil mi?
Ömer Taşpınar: Evet, bir günde. O ne demek? “Putin’le konuşurum ve Putin’i bir şekilde iknâ ederim.” Nasıl iknâ edecek? “Tamam, Ukrayna’nın yarısı senin” diyecek. Bir bakıma, aslında Putin’in istediği şey olacak; çünkü Ukrayna’yı masaya çekecek. Ukrayna’ya, “Kırım’ı ve doğuyu kaybettin, sana da askerî yardımı kesiyoruz. Hadi masaya gelin anlaşın” diyecek. Trump’ın “Savaşı bir günde bitiririm” dediği bu. Ukrayna buna evet der mi? Normalde demez; ama Amerika’dan ciddî savaş desteği, askerî mühimmat gelmezse Ukrayna nasıl savaşacak? O nedenle bu seçim Ukrayna açısından ölüm kalım meselesi. Trump gelirse, Ukrayna gerçekten de masaya oturmak zorunda kalacak. Zâten o nedenle Ukrayna geçtiğimiz aylarda Rus topraklarına, hattâ iki gün önce Moskova’ya bile bir saldırıda bulundu ve ilk kez Moskova’da bir apartmanda 8 kişi yaralandı, bir kişi de öldü. Ukrayna bir drone’la, İHA’yla Moskova’nın banliyösünde bir yer vurdu. Zelensky masaya güçlü oturmak istiyor; çünkü bunu bekliyor. Eğer Trump gelirse, diplomasiye ve müzâkereye dönmek zorunda.
Ortadoğu’ya gelecek olursak: Ortadoğu konusunda Trump’ın görüşleri belli. Netanyahu’ya bayılmıyor, ama Netanyahu kesinlikle Trump’ın kazanmasını istiyor. Çünkü iktidâra Harris gelirse, Filistin konusunda Biden’a oranla daha Filistin’i tutabilecek bâzı adımlar atabilir. Meselâ İsrail’e askerî desteği şartlı hâle getirebilir korkusu var. Harris bu konularda Biden’dan biraz daha solda duruyor. Parti de, daha militan tabanlarına, daha Filistin’i tutan genç ve azınlık tabanlarına, Arap Amerikalılara daha yakın gözüküyor. Her ne kadar Kamala Harris bu konuda eleştiriliyor olsa da, Trump’ın söylediği şeylerden biri de hep “Kamala İsrail’den de Araplardan da nefret ediyor” demesi. Kamala Harris’i her konuda kötü göstermeye çalışıyor. Trump’ın Kamala Harris’e dün söylediği önemli şeylerden bir tânesi, “Bu kadın Marksist’tir, Babası da zâten Marksist” demesiydi. Solcu olması yetmiyor, liberal olması yetmiyor, Kamala Harris’i Marksist olarak görüyor. “Size bir sır vereyim, Biden bu kadından nefret ediyor” dedi. Trump münâzarayı bu seviyede götürebildi. Ama Trump’ın söylediği hiçbir şey, kendi tabanından oy azaltacak bir şey değil. Trump ne söylerse söylesin, onun arkasında duracak bir kemik taban var.

Ruşen Çakır: Burada tabiî en önemli sorun, demin söylediğin gibi kararsız seçmeni, oy vermeyi düşünmeyen seçmeni taraflardan herhangi birinin çekebilme ihtimâli var mı yok mu meselesi. Herhalde Kamala Harris’i seyredip de, “Ben Demokratlara oy verecektim, ama artık vermem” diyen çıkmaz. Ama tereddütte olanları iknâ etme anlamında değerlendirmek daha isâbetli olur herhalde.
Ömer Taşpınar: Bence bu söylediğin çok doğru. Tereddütte olanları Kamala Harris iknâ edebildi mi? Trump konusunda, Trump’ı sevip ona âşık olan ve ona sürekli oy veren bir kesim var. Ama bir de Trump konusunda bâzen, “Bir kere gördük, çok da yeni bir isim değil ve gene aynı şeyleri yapacak” deyip Kamala Harris’e gidebilecek ılımlı Cumhuriyetçiler de var. Bunların bir kısmı bağımsız. Kamala Harris’in onları iknâ etmesi gerekiyordu ve onları iknâ etmek için bana göre ekonomi alanındaki hatâlardan söz etmesi, “Enflasyonda biz hatâ yaptık, fâizleri zamanında artırmayarak bir hatâ yaptık” demesi gerekiyordu. Hattâ belki de, “Ben iktidarda olsam farklı davranırdım” demesi gerekiyordu. Kendisi iktidarda değildi, bunu anlatabilmesi gerekiyordu. Kendisi Başkan Yardımcısı, ama kararları o vermiyor. Başkan Yardımcısı’nın rolünü herkese iyi anlatmalıydı; ama bunlar zor konular olduğu için onlara hiç değinmedi, sanki kendisi iktidarda değilmiş gibi hareket etti. Enflasyondan da hiç bahsetmedi. Bence bu, kararsız seçmenler için önemli — ki bunların önemli bir kısmı beyaz yaka değil, mavi yaka; gelir seviyeleri çok yüksek değil, beyaz ve Cumhuriyetçilere gitme eğilimi olabilecek tipler.
Şunun da altını çizelim: Geçmişteki kamuoyu yoklamalarında Trump hep düşük çıkıyordu. Ama Trump’ın seçimlerde kamuoyu yoklamalarına göre çok daha yüksek oy alabildiğini gördük. Bâzı kişiler Trump’a oy vereceklerini ya söylemiyorlar ya da kamuoyu araştırmaları bu salıncak eyâletleri tam olarak yansıtamıyor. O nedenle fark bu kadar yakın gözüküyorsa –ki şu anda %50-50 gözüküyor, birbirine çok yakın–; hattâ 2016’da Hillary Clinton fark atıyor gözüküyordu, ona rağmen kaybetti. 2020’de Biden bayağı başarılı gözüküyordu, 3-4 puan, hatta belirli yerlerde 4-5 puan önde görünüyordu. Tamam, seçimleri kazandı; ama bu salıncak eyâletlerde %1’le kazandı, öyle %5’le filan değil. Demek ki Trump’ın yükselebilme potansiyeli daha yüksek. Kamuoyu yoklamalarının verdiği rakama göre daha yüksek oy alabiliyor. Bu nedenle, ekonomi çok önemli, ekonominin ne kadar önemli olduğunu herkes biliyor. Değişim konusunda Trump’ın hâlâ eskiye oranla bir kırılma yaratabileceği… Trump “Her şeyin aynı şekilde devam etmesini istiyorsanız, Biden’dan memnunsanız, Kamala Harris’e oy verin” mesajını dün başarıyla sundu. Disiplinsizdi, yine bir sürü yalanlar söyledi. Trump’ın yapacağı her şeyi yaptı. Ama şu anda Amerikan medyası, özellikle New York Times ve Washington Post bir zafer sarhoşluğu içinde. Kamala Harris’in çok başarılı olduğunu ve kazandığını, Trump’ın kaybettiğini düşünüyorlar. “She is the winner, Trump is the loser” diyorlar; ama bana göre hiç de öyle değil. Bence bu münâzara berâbere bitti, büyük bir kazananı yok. Trump’ın önümüzdeki 2 ay içinde bu salıncak eyâletlerde bir ivme kazanmasını ve seçimleri de çok küçük bir farkla kazanmasını berâberinde getirebilir. Kamala Harris için bu çantada keklik olmadığı gibi, şu anda hafiften inişe geçen bir Kamala Harris varmış gibi geliyor bana. Tabiî önümüzdeki günlerde kamuoyu yoklamaları Kamala Harris’i daha güçlü gösterecek, bu da Demokratlarda bir rehâvet yaratabilir. En son olması gereken şey rehâvet. Kanımca eğer Demokratlar “Biz bunu kazandık” diyorlarsa çok yanılıyorlar.

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğin “berâbere bitti” tespitin çok önemli. Bir münâzara daha yapacaklar mı, yoksa bitti mi?
Ömer Taşpınar: Kamala Harris hemen “Ben bir tâne daha yapmaya hazırım” dedi. Onun ekibi de gayet başarılı buldukları için, Trump’ın ekibine, “Biz hazırız, bir münâzara daha yaparız” demişler. Trump “Bir düşünmem gerekiyor” demiş.

Ruşen Çakır: Bir de başkan yardımcıları münâzara yapacak, değil mi?
Ömer Taşpınar: Evet, onlar da münâzara yapacak. Muhtemelen o da
büyük ilgi görebilir. Çünkü herkes o yardımcıları merak ediyor. Özellikle Trump’ın yardımcısı JD Vance tam bir kapalı kutu. Onun göstereceği performans Trump’ı zorlayabilir; çünkü JD Vance Trump’a oranla daha radikal de gözüküyor. Kamala Harris’in başkan yardımcısı Tim Walz daha ortadan konuşabilecek birisi. O yüzden, o münâzara da bayağı bir seyredilecek gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: Ömer, bugün 11 Eylül’ün yıldönümü. Bir yerde 11 Eylül’le ilgili bir yazı çıkmış. “Niye yazdılar ki?” diye düşündüm. Sonra baktım bugün 11 Eylül’müş. Amerika’da bugün yine anmalar oldu. Tabiî ki öncelikle New York’ta oldu. Bu defter kapandı mı, Amerika artık unuttu mu bu olayı, yoksa travma hâlâ sürüyor mu?
Ömer Taşpınar: Amerika 11 Eylül’den sonra Ortadoğu’da bir bataklığa saplandı ve o bataklıktan yeni yeni çıkarken, şimdi tekrar Ortadoğu gündeme girdi. Amerika, 20 yıl Irak ve Afganistan işgali nedeniyle trilyonlarca dolar para ödedi. Sırf Afganistan’da 3 trilyon dolara yakın para harcandığı söyleniyor. Irak’ta da 1-1,5 trilyon civârında yüksek bir rakam var. Ekonomik kalkınma ve askerî olarak her şeyi içine alarak baktığında, Amerika inanılmaz bir bütçe harcadı ve âmiyâne tâbirle hem Irak’ta hem Afganistan’da rezil oldu. Biden döneminde Afganistan’dan çıkışı Vietnam’dan kaçış gibiydi. O uçaklara tutunan, uçaklardan düşen insanların fotoğrafları, tam da Trump’ın göstereceği fotoğraflar. “İşte bu adam dış politikada Amerika’yı bu yere getirdi” diyecek. Halbuki Trump da sorumlu bundan; çünkü aslında Taliban’la konuşan ve Afganistan’dan çıkmayı planlayan da kendisiydi. Zâten Biden da, “Biz Trump’ın başlattığı bir süreci bitirdik” dedi. Ama Biden oradan çıkmak istiyordu ve onun gözü önünde, onun görev aldığı dönemde oldu bunlar.
Bugün Irak’ta hâlâ Amerika’nın 2 binden fazla askeri var. Bunlar eğitim amaçlı bulunuyorlar orada. Irak’ta da Amerika açısından bir başarısızlık söz konusu. 11 Eylül olmasaydı, Amerika bu iki mâcerâya, Afganistan’a da Irak’a da girmezdi. Bugünkü analiz şöyle: Bu 20 yıl boyunca en kârlı çıkan ülke Çin oldu. Çünkü Çin kendini unutturdu ve ekonomik, askerî ve diplomatik olarak Afrika’da, Ortadoğu’da, Asya’da, Latin Amerika’da ve Avrupa’da güçlendi. Amerika’nın bugünkü ulusal güvenlik paradigması artık Ortadoğu’da terörle savaş değil. El-Kaide’yi, IŞİD’i, bu terörle mücâdele dönemini unutmak istiyor. Bugün odaklandığı mesele, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerle rekabet. Yeni paradigma bu. Amerika “11 Eylül nedeniyle bu büyük güçlerle rekabet paradigmasında geriye düştük. Bakın Rusya neler yaptı. Bundan Putin de, Çin de yararlandı” diyor. Bu nedenle 11 Eylül artık Amerika’nın çok geçmişte bıraktığı bir şey, bunu çok fazla düşünmek ve hatırlamak istemiyor. Fakat önümüzdeki yıllarda El-Kaide veya IŞİD gibi bir yerden yine bir terör saldırısı gelirse, Amerika’nın tekrar Pakistan’a, Ortadoğu’ya en büyük tehditlerin geldiği yer olarak bakmasına sebep verebilir. Şu anda öyle bir durum yok, şu anda sâdece İran ve İsrail’in büyük bir savaşa girecek olmasından korkuluyor. Petrol fiyatlarının artmasından korkuluyor. Ortadoğu ile ilgili korkulan şey, Amerikan seçimlerinden önce beklenmedik bir sürpriz olursa –buna “Ekim sürprizi” deniyor– ânî bir şekilde Netanyahu İran’a saldırmaya karar verirse, İran bir misilleme yapar da hemen arkasından İsrail İran’ı bombalarsa, petrol fiyatları fırlayabilir. Petrol fiyatlarının fırladığı bir ortamda ABD’nin seçime girmesi, Kamala Harris’i ve Biden’ı zor durumda bırakır. O nedenle 11 Eylül’ün etkisi henüz geçmedi, ama Amerika bunu unutmak istiyor diyelim.

Ruşen Çakır: Dün Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi Kahire’de toplandı. Türkiye de Hakan Fidan’la temsil edildi. Gündem ağırlıklı olarak Gazze. Türkiye’nin oraya katılması anlamlı. Fakat Hakan Fidan’ın adı anons edilince, Suriye heyeti salonu terk etmiş. Türk Dışişleri yaptığı açıklamada, Suriye heyetinden bir kişinin kalıp Hakan Fidan’ı dinlediğini ve not aldığını açıkladı. Ama esas olarak orada temsil eden kişilerin, Hakan Fidan anons edilince salonu terk ettiği görüntüsü duruyor. Arap Birliği’nin, Arap Ligi’nin Türkiye için bir anlamı var mı Ömer?
Ömer Taşpınar: Bence var; çünkü Tayyip Erdoğan’a yakın basın, Sisi’nin Türkiye’ye ziyâretini bütünüyle Gazze ve Filistin konusunda Müslümanların birliği çerçevesinde gösterdiler. Ortadoğu’da yeni bir durum var. Ortadoğu’daki yeni durum Müslüman Kardeşler filan değil, İsrail’in Gazze’de yürütmekte olduğu soykırımvâri politika. Kamuoyu buna “soykırım” diyor. Dünyada da birçok ülke bunu soykırım olarak görüyor ve tabiî ki bunu Türk kamuoyu da soykırım olarak görüyor. Gazze’de 40 bini aşkın insan öldü. Bu nedenle yeni bir durum, bir konjonktür var. Türk basını da Erdoğan’ın Mısır’la ve Sisi’yle barışmasını, bu yeni konjonktürde bir olay olarak göstermeye çalışıyor. Türkiye’nin şu anda Arap Birliği’ne bu derecede katılıyor olması, Arap Birliği’nde yüksek profilde olması da bir bakıma Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar: “Biz ümmet olarak güçlü olmalıyız, İslâm dünyası birleşirse İsrail bunları yapamaz” mesajı. İslam dünyasının kolay kolay birleşmeyeceği ortada da, en azından Arap Birliği diye bir yer var. Bu Arap Ligi’nde Türkiye’nin bir rol oynaması önemli.
Fakat Arap Birliği Dışişleri Konsey toplantısında Suriye heyetinin Hakan Fidan isminin anons edilmesiyle salondan çıkması, Suriye ile işlerin, Mısır’la, Suudî Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri’yle olduğu gibi kolay olmayacağını gösteriyor. Suriye ile barışma, Suriye ile eski günlere dönme ve o yüksek seviyede diplomatik ziyâretler olmuyor. Hakan Fidan MİT Başkanı’yken Suriye ile sürekli görüşülüyordu. İstihbârat alanında bâzı görüşmeler vardı, ama belli ki bu Dışişleri Bakanı seviyesine bile çıkarılamamış. Rusya çok istiyor olmasına rağmen, Suriye ile Türkiye arasında bir diyalog tam olarak yok. Suriye’nin beklentileri çok açık: Türk askerlerinin bölgeden çekilmesi, Kuzey Suriye’den çıkması. Bu olmadan, kolay kolay Suriye ile normalleşme filan olmayacak, durum bunu gösteriyor.
Bence, Suriye heyetinin Hakan Fidan’a gösterdiği bu tepki önemli. Bu bir bakıma, Suriye’nin diğer ülkelerden daha sert davranacağı, Türkiye’nin Suriye’de yapmış olduklarını unutmayacağını gösteriyor. Özellikle de Türkiye’nin Suriye muhâlefetine verdiği desteği terörizme destek olarak görüyor Suriye. Bizim için PKK neyse, onlar için de El Nusra o. Türkiye’nin Suriye Serbest Ordusu’na yetiştirdiği askerler, onların gözünde cihadcı askerler. Bunlar terörist gruplar. O nedenle Suriye, Türkiye’nin politikalarında bir değişim bekliyor ve bu değişim olmadıkça, kolay kolay Erdoğan’ın, “Suriye ile tekrar oturalım konuşalım, göçmenleri de yollayalım, bizim rolümüzü orada bir şekilde kabul etsinler” demesi olacak durum değil. Bunu Rusya da çok istiyor, ama Rusya da gerçekleştiremiyor. Bence sembolik olarak gözükse de bu Arap Ligi’nde yaşananların aslında çok önemli bir diplomatik anlamı var. Erdoğan’ın Suriye ile işi kolay değil.

Ruşen Çakır: Ömer, çok sağ ol. Şarkıcı Taylor Swift de galiba Kamala Harris’e desteğini açıklamış, artık kesin kazanır!
Ömer Taşpınar: 320 milyon tâkipçisi varmış, Ruşen. Senin kaç tâkipçin var?

Ruşen Çakır: Tabiî ki benim onun kadar tâkipçim yok Ömer. Neyse konuyu burada toparlıyorum.
Ömer Taşpınar: Taylor Swift’in tâkipçilerinin 320 milyon olması çok anlamlı değil. Çünkü onların önemli bir kısmı, en azından yarısı Amerikalı olmayabilir. Ama Taylor Swift’in küresel fan club’ı var ve Amerika’da da dünyada da popüler bir isim. Bugün en çok konuşulan konulardan bir tânesi, Taylor Swift’in Kamala Harris’e destek veriyor olması. Bu da sosyal medya, popülarite ve bu tür verilen desteklerin çok önemli olduğunu gösteriyor.

Ruşen Çakır: Trump da, “Ben de zâten onu hiç sevmiyordum” demiş. Evet, “Transatlantik” yayınımızı bitiriyoruz. Çok teşekkürler Ömer, Gönül’e de selâmlarımızı yollayalım buradan. İzleyicilerimize teşekkür edelim. Tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
18.09.2024 Transatlantik: İsrail’den Hizbullah’a siber saldırı - Trump’a ikinci sûikast girişimi - ABD Irak’tan çekiliyor
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
13.09.2024 Haftaya Bakış (231): İmamoğlu-Yavaş rekabeti - Narin Güran cinâyetinde tutuklamalar - Genç teğmenler krizi
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı