Türkiye Filistin sınavını geçemiyor

14.11.2023 medyascope.tv

14 Kasım 2023’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Edanur Tanış hazırladı

Merhaba, iyi günler. Filistin’de 39 gündür bir savaş var. İsrail ordusu Gazze’nin özellikle kuzey bölümünü işgal ediyor ve Filistinlilerin önemli bir kısmı Gazze’nin güneyine doğru kaçmaya çalışıyor. Şu âna kadar 11242 Filistinlinin öldüğü yolunda bir rakam var. Bu rakam maalesef sürekli artıyor. Bunların üçte biri, belki de üçte birinden fazlası çocuk. 4630 çocuk, 3130’u kadın. Bizim elimizdeki en son rakamlar böyleydi; ama dediğim gibi sürekli artıyor. 39 gün oldu. 7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarıyla başladı.  Hamas bu saldırılarında birçok noktada birden İsrail topraklarına girip orada çok sayıda büyük kısmı sivil olan İsrailliyi öldürdü, yaraladı ve çok sayıda kişiyi de rehin aldı. O zamandan bu zamâna kadar dünyanın gündemi esas olarak bu. İsrail’in yaptığı misillemeler tabiî ki sivillerin çok ciddî bir şekilde zarar gördüğü, hayâtını kaybettiği, yerinden yurdundan olduğu bir harekât çerçevesinde gerçekleşiyor — önce hava harekâtları, şimdi de karadan yürüyen bir harekât söz konusu. Bir işgal söz konusu Gazze’de. Neyin ne olacağı hâlâ belli değil. Uluslararası alanda yapılan birtakım çabalar –ki çok güçlü çabalar olduğu söylenemez– çok etkili olmadı. Dünya çapında devletlerden ziyâde sivil toplumlar daha etkili bir şekilde gözüktü; onların da, çok ilginçtir, Batı ülkelerinde, meselâ bir ABD’de, İngiltere’de, diğer Avrupa ülkelerinde de –ama özellikle İngiltere’de– çok güçlü bir şekilde İsrail’in saldırılarına karşı bir an önce ateşkes îlân edilmesini isteyen gösteriler oluyor. Türkiye bunun neresinde bir bakalım: Türkiye bunun neresinde? Gerçekten, Türkiye öteden beri Filistin dâvâsına çok güçlü bir desteğin verildiği bir ülke. Bunu biliyoruz. 1960’lı, 1970’li yıllarda Filistin dâvâsı Türkiye’de sol sosyalist hareketin sâhiplendiği bir dâvâydı ve bu nedenle de Türkiye’de ülkenin sağı –bunun içerisine muhâfazakârlar da dahil– Filistin meselesine hep mesâfeli durdular. Olayın daha İslâmî bir dâvâ olarak gündeme getirilmesi, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden hemen önce Konya’da yapılan Millî Selâmet Partisi’nin (MSP) Kudüs Mitingi’nde olmuştu. Bunda tabiî ki İran Devrimi’nin de etkisi vardı. Tüm dünyada ve Türkiye’de İran Devrimi’yle berâber Filistin meselesi de İslâmî bir dâvâ olarak dünyanın gündemine daha fazla girmeye başlamıştı.

 Daha sonra işler değişti. Barış süreçleri vs. derken sonuçta İsrail Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü ve onun ana gövdesini oluşturan El Fetih’in nispeten gerilediğini, buna karşılık özellikle Gazze’de örgütlü olan Hamas’ın –ki Müslüman Kardeşler’in gelişmiş hâli, yeni adı Hamas–güçlendiğini gördük ve Hamas bir anlamda Filistin dâvâsının en öne çıkan örgütü oldu. Tek başına değil, tabiî Gazze’de İslâmî Cihad ve diğer örgütler de var; ama FKÖ ve El Fetih özellikle Batı Şeria’da daha güçlüyken, Gazze büyük ölçüde Hamas’ın denetimine geçti. Yapılan seçimlerde de bunu gördük ve Filistin meselesi büyük ölçüde Gazze üzerinden konuşulur oldu.

Gazze'ye birçok kez gittim. Tam bir açık hava cezâevi. Girişi çıkışı kontrolle yapılıyor ve büyük bir yoksulluk var. Yüzölçümüne göre çok kalabalık bir nüfus, genç bir nüfus ve ekonomik anlamda tamâmen dışa bağımlı bir coğrafya Gazze. O yoksullukla berâber giderek adım adım tırmanan daha bir radikal pozisyon almalar, bunun da özellikle Hamas üzerinden kendisini göstermesi var. Şimdi Türkiye’de 7 Ekim’in ardından – tabiî ki 7 Ekim’deki saldırılara kimsenin karşı çıktığını görmedik, Hamas saldırılarına– ama 7 Ekim’in ardından İsrail’in verdiği karşılıklarla birlikte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de birtakım gösteriler oldu. Meselâ bunlardan bir tânesi İstanbul Levent’te İsrail Başkonsolosluğu önünde yapıldı. İlginçtir, orada önce sağ gruplar bir araya geldiler. Daha sonra sol gruplar geldi. Birisi çıkarken, ötekisi geldi; yani birbirleriyle birlikte hareket etmediler. Tam tersine, arada birbirlerine îmâlı birtakım sloganlarla birazcık “sataştılar” diyelim hadi, en yumuşak ifâdeyle; halbuki Türkiye’de, meselâ 1 Mart 2003 tezkeresi zamânında, İslâmî gruplarla sol gruplar tezkereye karşı birlikte hareket edebilmişlerdi. Filistin meselesinin Türkiye’deki tüm siyâsî grupların bir şekilde sâhip çıktığı bir mesele olmasına rağmen, birlikte bir eylem hâli görmedik.

Tabiî şu çok önemli: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pozisyonu. Erdoğan ilk anda, Hamas saldırılarının ardından sivillere yönelik saldırıları kınadı ve îtidâle çağırdı; ortayolcu bir tutum izleyecekmiş gibi davrandı. Bir müddet böyle gitti; ama bir grup toplantısında, “Hamas terör örgütü değildir” diyerek işin rengini değiştirdi. O zamâna kadar, Türkiye’deki muhâfazakar câmianın Filistin meselesinde çok sesini çıkarmaması, Erdoğan’ın o ılımlı diye tanımlanabilecek politikası nedeniyleydi; ama Hamas’a açıkça sâhip çıkınca olayın rengi değişti. Bu sefer protestolar ve Hamas’la, Filistin ile dayanışma eylemleri daha fazla dikkat çeker oldu. Tabiî bunların en önemlisi, 29 Ekim’in bir gün öncesinde, yani Cumhuriyet’in 100. Yılı’nın bir gün öncesinde 28 Ekim’de İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yapılan miting oldu. Bunu AKP İstanbul Örgütü düzenledi ve Cumhur İttifâkı’ndaki partilerin hepsinin liderlerinin katılacağı söylendi –başta Erdoğan olmak üzere–, ama Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan gelmeyerek sürpriz yaptı. Onu da bir not olarak düşelim.

O mitingi yerinde izledik. Yaptığımız yorumları görenler olmuştur. Çok ilginçti aslında bu miting. Bu miting bir dönüm noktası olabilirdi. Hem Türkiye’nin Filistin dâvâsına bakışında hem de aslında uluslararası câmiada bu olayın ele alınışında. Eğer Erdoğan o toplanan yüz binlerce kişiye bir şekilde –nasıl söyleyeyim?– hani “gaz vermiş” olsaydı, hâlâ konuşulan bir miting yapılmış olabilirdi. Tam tersine, grup toplantısında çıtayı yukarıya çıkartmış olan Erdoğan daha yukarıya çıkartmadı. Daha böyle, sâkin bir konuşma yaptı diyelim. Bir Batı karşıtlığı konuşmasıydı, ama bir anlamda insanları birazcık sâkinleştirdi. Sonuçta yüz binlerce insan Filistin’e desteklerini beyan ettiler, gösterdiler ve olay bitti. O târihten îtibâren, 28 Ekim’den îtibâren Türkiye’de, Güneydoğu’da HÜDAPAR’ın düzenlediği birtakım mitingler olduğunu gazetelerde gördük ya da medyada gördük. Orada Hamas savaşçıları kıyâfetiyle birtakım insanların sahneye çıktığını da gördük; ama onlar çok fazla dikkat çekmedi. Türkiye bir anlamda Filistin’le dayanışma meselesini sokaklarda ifâde etmeye nokta koydu. Halbuki daha yeni, Londra’da çok sayıda kişinin katıldığı, çok önemli ve önde gelen siyâsetçilerin de katıldığı gösteriler olmaya devam ediyor. Filistin’de İsrail ordusunun Gazze’yi işgali ve insanların hayâtını kaybetmesi devam ediyor. Özellikle hastâneler, meselâ an îtibâriyle Şifâ ve Kudüs hastânelerine saldırılar yoğunlaşmış durumda. Ama Türkiye bunu artık sivil toplum alanında da siyâset alanında da çok fazla konuşmuyor. Ne oluyor? Onun yerine; sosyal medyada yapılan birtakım paylaşımlar var. Bu paylaşımların büyük bir kısmı –özellikle onu vurgulamak lâzım–, Batı’daki değişik kesimlerden kişilerin –kimisi soldan, kimisi liberal, kimisi Yahudi, hattâ kimisi bayağı ortodoks Yahudi kişilerin– Filistin dâvâsına destek veren açıklamaları ve İsrail’e yönelik suçlamaları — bunları görüyoruz. Kimi zaman bir akademisyenin, kimi zaman bir siyâsetçinin paylaşımlarını, yaptıkları açıklamaları görüyoruz. Ya da meselâ İspanya’da Real Sociedad  taraftarlarının Filistin’le dayanışma gösterisini paylaşıyorlar. Bu arada Türkiye’de Süper Lig maçlarında böyle kitlesel gösteriler olmadığını da vurgulamak lâzım. İskoçya’da Celtic taraftarı Filistin’e destek verdiği için cezalandırılıyor. Böyle Filistin dâvâsı gibi bir olayın, Türkiye ve İslam dünyası, onunla dayanışmanın başını çekmek yerine aslında bir şekilde seyirci durumuna düştü. Bunun birçok nedeni var.

 Bu nedene gelmeden önce bir hususu özellikle belirtmek istiyorum. Demin dedim ya? Batılı birtakım insan hakları savunucularının, sol siyâsetçilerin, akademisyenlerin vs. görüşlerini alıp onları paylaşan insanlar var. Tamam, çok güzel; ama şöyle bir şey düşünün: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da dünyanın değişik bir yerinden ya da Türkiye içerisinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni eleştiren paylaşımlar yapanlara aynı çevrelerin nasıl muamele ettiklerini bir düşünün. Tabiî ki İsrail’in Gazze'ye yaptığı işgal gibi çok acı, çok sert uygulamalar olmasa da Türkiye’de azımsanmayacak ölçüde insan hakları ihlâlleri, hukuk devleti ihlâlleri var. Osman Kavala’nın altı yıldır cezâevinde olması var; ama diyelim ki birisi kalkıp Türkiye’de bunu dile getirdiği zaman, ânında “vatan hâini”, şu bu olarak nitelenebiliyor. Dolayısıyla burada bir samîmiyetsizlik olduğunu da bir not olarak düşmek isterim.

 Bir diğer husus da artık komedi filmlerine dönüşmüş olan boykotlar. Nedense en çok Starbucks. En son meselâ Kocaeli’de yaşanan bir olay var. Orada bakıyorsunuz, birtakım “ağır abiler” geliyorlar, orada kendi hallerinde kahve içen insanları boykota çağırıyorlar. Starbucks’ı niye boykot ediyorlar? Halbuki Starbucks Körfez ülkelerinden bâzılarının işlettiği bir kurum; ama bir şekilde ya Yahudi sermâyesi var diye düşünüyorlar ya İsrail’i destekliyor diye düşünüyorlar. Bir anlamda Türkiye’de Starbucks ve tabiî ki Coca cola da var. Bir sembol oldu. Şu anda gördüğünüz o çocukların diyeceğim, gençlerin kahvelerini almış bu kişi. Daha sonra şöyle bir açıklama yapmış: “Ben bu olay Filistin dâvâsı olduğu için sâdece kahvelerini aldım. Yoksa başka bir şey olsaydı, Filistin dâvâsına gölge düşürmekten çekinmeseydim ne yapacağımı bilirdim” diye de devam etmiş. Bununla siz bu tür şeyler yapınca, ondan sonra ne oluyorsunuz? Filistin'de hayâtını kaybeden ve kaybetmesi maalesef mümkün olan çocuklarla, kadınlarla, sivillerle dayanışmış mı oluyorsunuz? Hayır, olmuyorsunuz; tamâmen dostlar alışverişte görsün şeklinde bir şey yapıyorsunuz. Türkiye şu hâliyle bakıldığı zaman, daha önce yapılmış olan Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve HÜDAPAR ortak mitingi, daha sonra İstanbul’da Erdoğan’ın büyük mitingi ve ardından bir-iki miting ve başkonsolosluklar önündeki bir-iki  protesto gösterisinin dışında tam bir kınama üzerinden giden –kınamada da kimin neyi kınadığı belli olmayan–ve sonuçta İsrail’e herhangi bir şekilde caydırıcı etkisi olması asla mümkün olmayan garip garip protestolarla yoluna devam ediyor. Bu arada Türkiye’nin İsrail ile ticârî ilişkileri aynen devam ediyor. Çok sayıda şirketin ki bunların içerisinde, sosyal medyada yine görmeniz mümkün, birçoğu AKP ile ilişkili iş insanları da var. Doğrudan devletin kurduğu ilişkiler de var. Bunlar devam ediyor. Bir aldatmaca var sonuçta. Yani “kınıyormuş gibi yapan” bir Türkiye var; ama sonuçta Gazze’deki Filistinlilerin yalnızlığına derman olabilecek çok da fazla bir şey yapılabilmiş değil. Başta Erdoğan, “garantörlük”, “arabuluculuk” gibi değişik taleplerle ortaya çıktı. Bunlarda çok fazla ilerleme kaydedemeyince, “Hamas terör örgütü değildir” diyerek işi başka bir yere taşımaya çalıştı. En son yapılan İslâm İşbirliği Teşkîlâtı toplantısında çok sert bir bildiri çıktı ve bir iddiaya göre, bu bildirinin sertliğinde Erdoğan’ın rolü de vardı, olabilir; ama bu bildirinin sertliği İsrail’i hiçbir şekilde yumuşatmadı. Değişik dönemlerde Filistin ile dayanışmasını göstermiş bir Türkiye siyâsetçileri ve sivil toplumu var. Bugüne baktığımız zaman, bugünkü olay geçmişte yaşadığımız olayların kat kat üstünde bir olay. Rakamları tekrar söyleyeyim: 39 günde 11 bine aşkın kişinin, Filistinlinin hayatını kaybettiği söyleniyor — ki belki rakam daha da fazladır maalesef ve artacağı da kesin. Buna denk gelecek ne resmî ne sivil bir duruş gördük. Bu neden olmuyor? Bunun birçok nedeni var. Bir kere Türkiye artık hangi konuda olursa olsun birlikte hareket etme şansını kaybetti. Cumhuriyet’in 100. Yılı’nda da bunu gördük. Atatürk’ün 10 Kasım’daki ölüm yıldönümünde de bunu gördük. Birinin yaptığına ötekisi dâhil olmuyor. Meselâ Atatürk’ün ölüm yıldönümünde Erdoğan, “İzindeyiz dediler ve sabah akşam izin yaptılar” gibi bir paylaşım yaptı. Meselâ yine kendini Atatürkçü olarak tanımlayanları, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde hedef aldı, vs..

 Bir diğer yön, çok önemli bir husus o da şu: Hamas’ın İslâmcı olması, Türkiye’deki birçok insanı, özellikle Türkiye’de yaşananlar nedeniyle İslâmcılıkla arasına mesafe koymuş olan insanı zâten baştan bu olaya mesâfeli kıldı. Bir diğer husus da, Hamas’ın 7 Ekim saldırısı asla kabul edilemeyecek, sivillere yönelik bir saldırıydı. Çok sayıda sivili katlettiler ve çok sayıda sivili de –asker de var ama– sivili rehin aldılar ve bunları da meşrû bir yöntem olarak görmek mümkün değil. Bu da insanları daha bir ürkek kıldı. Bütün bunların hesâbını, bütün bunları değerlendirmek lâzım. Ama şunu göremedik şu âna kadar: Türkiye’de hem Hamas’ın 7 Ekim saldırısını hem İsrail’in buna cevâben yaptığını söylediği misillemeleri ve insanlık suçlarını birlikte hedef alan bir duruşu Türkiye gösteremedi. Bu anlamda tam anlamıyla Türkiye, başlıkta söylediğim gibi, sınavı geçemedi.

 Ama burada özel olarak şu bahsi vurgulamak lâzım: İsrail’in bu saldırıları ve işlediği insanlık suçları üzerinden bir propaganda yapmak isteyen, bir hareket yaratmak isteyen, bir sivil hareket yaratmak isteyen İslâmî kesim de İslâmiliklerini böyle olaylarda daha çok hatırlıyorlar. Tam anlamıyla bir başarısızlığa doğru gidiyorlar. Nasıl? Söyleyeyim. Hani tamam, îtiraz ediyoruz, Tamam. Bunları söylüyoruz. İşte şu kadar tweet attık ya da Facebook’ta şunu paylaştım, İnstagram’da şunu yaptım” gibi, hiçbir bedel ödemeden yapılan işler; ama buna karşılık meselâ Batı’da görüyorsunuz, işini kaybeden birçok insan var. Filistin’le dayanışma içerisinde oldukları için işini kaybeden, Amerika'nın resmî kurumlarından, meselâ Dışişleri Bakanlığı’ndan istifâ eden, BM’den istifâ eden insanlar var. Üniversitelerde görevlerini son verilen akademisyenler var oralarda — ki bu duruşu Türkiye’de görmek kesinlikle mümkün değil. Burada yapılan çıkışların büyük bir kısmı devlet destekli, devlet onaylı. Buna rağmen doğru dürüst bir ses çıkmıyor. Bunu da herkesin külahları önüne koyup bir düşünmesi gerekiyor. Böyle bir olayda, böyle hayâtî bir olayda birlik ve berâberlik görüntüsü veremeyen Türkiye, hangi olayda ne yapabilir? Bunu da sormak lâzım. Çok kötü bir deneyim oldu. Bu arada şunu özellikle vurgulamak istiyorum — bir zamanlar bu başıma da geldiği için biliyorum: Bir zamanlar, Filistin meselesini sâhiplenen solculara karşı demediklerini bırakmayan insanlar, şimdi de Hamas konusundaki tereddütler nedeniyle, Hamas’ı da eleştiriyor olmaları nedeniyle solculara ya da başka insanlara Filistin dâvâsı öğretmeye kalkıyorlar. Burası hiç inandırıcı değil; Hamas’ı eleştirmemek diye bir şey söz konusu olamaz. Bu Hamas’ın yaptığı yanlışlar, İsrail’in yaptığı yanlışları asla doğrulamıyor. Özellikle onu söylemek lâzım. Altını ısrarla çizmek lâzım, ama İsrail’in işlediği insanlık suçları, Hamas’ın yaptığı sivil katliamlarını da meşrûlaştırmıyor. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Bütün bunların açıkyüreklilikle, serinkanlılıkla, özgür bir şekilde tartışılamadığı bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir ülkede yaşıyor olmak da maalesef çok kötü bir durum. Filistinliler sonuçta, özellikle Gazze’de yaşayan Filistinliler, Türkiye gibi güçlü bir ülkenin sâhici sonuç alabilecek desteğinden ciddî bir şekilde mahrumlar. Bu da bizim ayıbımız olsun. Evet, söyleyeceklerim bu kadar iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
16.07.2024 Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru
14.07.2024 Din yorgunlarının ülkesi: Türkiye
12.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (222): Nagehan Alçı ne yapmak istiyor? Avrupa’da ve Türkiye’de sol, Erdoğan-Esad yakınlaşması olur mu?
10.07.2024 Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı
10.07.2024 Mesut Yeğen ile söyleşi: Yerel seçimlerden üç ay sonra CHP’nin tablosu kalıcı mı?
09.07.2024 “Schadenfreude”: Başkalarının acısına sevinmek
07.07.2024 Nagehan Alçı yalnız mıdır, değil midir?
05.07.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?
05.07.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (221): Sinan Ateş Dâvâsı’ndan öğrendiklerimiz - Demiral’ın “bozkurt” sevinci - Esad ile normalleşme
21.07.2024 Yeni kutuplaşma konumuz: Sokak hayvanları
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı