Alper Taş: “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın insafına, niyetine kalmış bir süreç yaşayacağız”

14.05.2025 medyascope.tv

14 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Alper Taş stüdyoda. Alper hoş geldin.
Alper Taş: Hoş bulduk, teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Hemşehrim ve eski Medyascope katkıcılarından, ama kısa tuttun. Geri dönebilirsin.
Alper Taş: 2 ay yaptık ya, 2 ay yaptık.

Ruşen Çakır: Olsun ama, ne olacak?
Alper Taş: O programın şeyi benim yapıma biraz uygun değildi ya, Ruşen abi. Yani öyle stüdyoda tek başına senin gibi o kadar usta değilim ki böyle konuşayım ekrana.

Ruşen Çakır: Bana diyorlar ki, ‘‘Hep sağcıları çıkartıyorsun, solcular da çıksın’’ diyorlar ve solcular da elimizden kaçıyor böyle. Neyse, şaka bir yana, sen SOL Parti MYK üyesisin, bir ara başkanıydın. Bir defter kapanıyor, değil mi?
Alper Taş: Evet.

Ruşen Çakır: Neredeyse 50 yıl. Yani neredeyse 50 yıl. PKK adını alması daha yakın. İlk eylemi 84, büyük eylemi ve silah bırakma kararı lanse edildi. Şimdi toplumda bir şey var, kafalar biraz karışık.
Alper Taş: Evet, evet.

Ruşen Çakır: Solun kafası karışık mı?
Alper Taş: Yani solun ve bizim kafamız karışık değil. Yani esasen kafamız açık, net. Aslında geç kalınmış bir karar. Yani PKK'yi anlamlandıran, var eden koşullar çoktan değişti. Yani zamanında süreç başka bir noktaya sıçratılamadı veya sıçratılmasına izin verilmedi doğrusunu söylemek gerekirse. Çünkü PKK'yi doğuran koşullar ve PKK'nin dayandığı talepler bütünüyle değişmişti. Yani PKK, bağımsız bir Kürdistan talebiyle, ayrı bir devlet talebiyle 80'li yıllarda ortaya çıkan ve 80'li yıllar ve 70'li yıllar, gerilla hareketlerinin de büyüdüğü, geliştiği, toplumsallaştığı dönemlerde, o dönemin bir dünyası olarak ve aynı zamanda 12 Eylül zulmünün ağır sancıları üzerinden 84'te bir silahlı isyan olarak bağımsız bir Kürdistan devletiyle oluştu, kuruldu. Çok ses getirdi. O zulme karşı isyan eden geniş halk kesimlerini arkasına aldı ve Kürt gerçekliğini ve Kürt kimliğini silahlı bir mücadele ekseni etrafında kamuoyuna kabul ettirdi. Doğrusu bu. Yani bir tarih okuması yapacaksak doğrusu bu. Ama sonra Sovyetler Birliği'ndeki gelişmeler, dünyadaki siyasal iklimin değişmesi ve PKK'nin de bağımsız Kürdistan devleti talebi – ki bu olabilecek olan bir şey değildi bölgenin konjonktürü açısından – giderek o talebinden, giderek değil, vazgeçmesi; federasyon, sonra federasyondan özerkliğe; özerklikten en son gelinen aşamada Öcalan'ın 27 Şubat çağrısında gördüğümüz üzere esasen genel bir demokrasi talebinden öteye gitmeyen bir noktaya geldi. Yani burada biz özerklik, o demokratik özerklik talepleri üzerinde süreç ilerlediği zamanlarda, o zaman ÖDP başkanıydım ben, o dönemlerde biz artık yani gelinen aşamada hem savaşın şiddetlenmesi büyük yıkım yaratıyor, halk kitleleri içerisinde bir iç savaşı tetikliyor hem de artık gelinen aşamada özerklik üzerinden bir silahlı mücadele çizgisinin yanlış bir tutum olduğunu deklare ederek silahsız bir çözüm, silahlı mücadelenin sona erdirilmesi ve demokratik siyasi mücadele yollarının geliştirilmesi, güçlendirilmesi, ki Kürt siyasi hareketinin bu konuda çok geniş bir toplumsallığı, çok geniş araçları, çok geniş bir muhalefet zenginliği oluşmuştu. O yüzden yani Hendek-Barikat savaşı değil, demokratik siyasal bir mücadele çizgisinin o dönemlerde esas alınmasını söyledik. Ve silahlı mücadele konusunda stratejik bir karar söz konusuysa, bu stratejik karara uygun davranılmasının herkes açısından olumlu ve doğru olacağını söyledik ve nihayetinde bu olmadı. Hendek-Barikat savaşlarına yeni bir silahlı mücadele eylem çizgisi geliştirildi ve Türkiye aslında bugünkü başkanlık rejiminin inşa edilmesine de esasen bir politik zemin sundu.

Ruşen Çakır: Özellikle o şeyi söylüyorsun değil mi; iki seçim arası, 2015 Haziran-Kasım arası.
Alper Taş: Evet, evet. Türkiye ondan sonra işte darbe girişimi, o Hendek savaşları, darbe girişimi, sonra hileli hurdalı referandum, başkanlık sistemi, tek adam rejimi ve Türkiye çok geri bir noktaya, geri bir düzeye doğru gelişti. Yani buradan bakıldığında bu kararın geç kalınmış bir karar olduğu ama geç de olsa sonuçta insan...

Ruşen Çakır: Peki başarı şansını ne kadar görüyorsun? Şimdi ilk başta insanlar ‘‘bırakmaz’’ diyorlardı ya da ‘‘Öcalan dese bile Kandil bırakmazcılar’’ da vardı. Kandil de bırakma kararını açıkladı. Şimdi yeni bir dönem başlıyor. Ben bugünkü yayının başlığını öyle söyledim, ‘‘Türkiye bu yeni döneme hazır mı?’’ Sence hazır mı Türkiye?
Alper Taş: Şimdi Türkiye'nin tam hazır olduğu gibi bir tablo yok. Yani iktidar bunu hangi saikle istiyor ve hangi saikle böyle bir sürecin içerisine girdi; bu, iktidar sözcülerinin veya yetkililerinin açıklamalarından ortaya çıkıyor ve yaşanan siyasal gelişmeler esasen böyle bir sürece iktidarın mecbur kaldığı tablosunu ortaya çıkartıyor. Yani çok gönüllü bir istek ve arzu değil, gerçekten demokratik saiklerle değil de mecburiyetten, zorunluluktan ortaya çıkan bir süreç olarak gözüküyor. Yani şundan dolayı, şimdi içeride giderek daralmış, toplumsal ağı, toplumsal desteği zayıflamış bir iktidar söz konusu. Yönetemiyor, yönetme kabiliyetlerini yitirmiş, son İmamoğlu’na yönelik sivil darbe girişimi ile karşısında büyük bir birleşik muhalefeti de bulmuş bir iktidar var. Ama onun öncesinde zaten yönetememe kriziyle yüz yüzeydi. Toplumsal desteği azalıyordu. Karşısında bir muhalefet bloğu oluşmuştu, DEM ve CHP’nin de içinde yer aldığı ve bu muhalefet bloğu, tabii biz sosyalistler de fiili olarak bu muhalefet bloğunun bir parçasıyız, geniş bir toplumsal muhalefet iktidarı zaten 31 Mart yerel seçimlerinde yenmişti. Doğal olarak giderek kan kaybeden bir iktidar iki yola başvurmak zorundaydı: Bir, karşısındaki muhalefet bloğunu dağıtmak ve muhalefeti parçalamak. Bu noktada toplumsal desteği Öcalan üzerinden, Kürtleri yanına alarak ve daha doğrusu Kürt siyasetini yanına alarak ve Kürt siyasetini CHP'nin bulunduğu eksenden çıkartarak kendi yanına alma, yanına yedekleme ve daralmış toplumsal alanını genişletme konusunda böyle bir sürece gitmek zorunda kaldı. İkincisi, zaten söylüyorlar, ki bu daha belirleyici bir faktör olarak gözüküyor. Yani birincisi de önemli bir faktör de, ikincisi de çok önemli bir faktör: Bölgedeki yeni döneme uygun bir diziliş. Çünkü ABD-İsrail eksenli yeni Ortadoğu düzleminde sıkışmış bir Türkiye, olabilecek, başına gelebilecek belalar ve eskiden beri heveslendiği bölgesel güç olma hevesini hayata geçirme konusunda önemli bir dinamik olan Kürt dinamiğini yanına almayı ve bunu da Öcalan üzerinden yapmayı, kendi siyasal bekası, siyasal geleceği ve bölgesel güç olma planları çerçevesinde çok zorunlu bir ihtiyaç olarak gördü. Bu iki iç dinamik, iç ve dış dinamik birleştiğinde, iktidar böyle bir sürece imza attı.

Ruşen Çakır: Peki, özellikle iç dinamikle ilgili söylediğin hususta şunu sormak istiyorum. Şimdi iktidar bunu yapmak istiyor, Kürtleri yanına almak istiyor, Erdoğan tekrar seçilmek istiyor. Şimdi Erdoğan'ı biliyoruz. İnsanlar Kürtleri, Kürt hareketini çok biliyorlar mı emin değilim ama sen biliyorsun. Yani değişik dönemlerde parti olarak da görüştünüz. Birçok insanla yakın temasın var. Bölgeye de çok gittiğini biliyorum.
Alper Taş: İzliyoruz, takip ediyoruz, evet.

Ruşen Çakır: Yani Erdoğan istedi diye bu olabilecek bir şey mi?
Alper Taş: Elbette değil. Yani sonuç itibarıyla Kürt hareketinin birikimi var, deneyimi var, tarihselliği var, insanlarının kimlik talepleri olduğu kadar iş, aş, ekmek, sınıfsal talepleri var. Yani sadece meseleye bir kimlik meselesinin ötesinde bakmak da tek başına doğru değil. Elbette ki bir kimlik hareketi Kürt siyasi hareketi. Ama bugün Kürtler özellikle batıda yaşıyorlar, büyük kentlerde yaşıyorlar ve buralarda çok ciddi sınıfsal sorunlarla, yani ezilen, sömürülen sınıf olmanın, emekçi sınıf olmanın sorunlarıyla da yüz yüze kalmış vaziyetteler. Ve daha önce Erdoğan’ın izlediği çizginin de çok samimi bir çizgi olmadığı ve bu konuda izleyeceği siyasete dair de büyük bir güvensizlik var. Yani Kürtler, Kürt siyasi çevreleri bayram etmiyor. Yani Diyarbakır’ından Mardin’ine, Van’ına kadar burada büyük bir beklentiyle, “Ne güzel, gerçek bir barış oluyor, artık süreç önümüzü açacak, ferahlayacağız, rahatlayacağız” gibi bir duygu sarmalı içerisinde değil. Yani onlar da sürece kuşkuyla yaklaşıyorlar, kuşkuyla bakıyorlar. Ama bu kadar şiddet ve çatışmadan sonra bir nefes almanın da ne kadar insani bir ihtiyaç olduğu da son derece ortada. O küçük bir aralığa bile bir umut bağlıyorlar. Buradan gerçekten kendi kimliğimizi de özgürce yaşayabileceğimiz bir barış iklimi olabilir mi, buna da elbette her zaman olduğu gibi şans veriyorlar. Ama Kürt siyasi hareketinin bütün dinamiklerinin, yani Öcalan böyle bir süreci inşa etse bile bütün dinamiklerinin sıraya geçip aynı biçimde, hazır ol bir biçimde bu sürece uyacaklarına dair herhangi bir kanaate sahip değilim. Böyle bir süreç Kürt siyasi hareketini de siyasal, sosyolojik, sınıfsal düzeylerde böler. Yani Kürtlerin orada tek bir homojen güç olarak sürece gireceklerini zannetmiyorum. Bunun daha önce örnekleri yaşandı. İşte Öcalan’ın mektubuna rağmen Kürtler seçimlerde başka muhalefetle hareket etmeyi tercih ettiler. Şimdi tabii bu sürecin gelişimine bağlı. Şimdi süreci Öcalan’la yürütüyorlar. Aslında DEM’le yürütmüyorlar, Kandil’le de yürütmüyorlar. Şimdi burada tabii bir olgu var. O olguyu göz ardı ederek konuşamayız. Yani Erdoğan ne kadar başkan, tek adamsa, Öcalan da örgütte tek adam. Yani orada ‘‘önderlik’’ diye bir olgu var. Yani her şey kutsallaştırılmış orada. Bir kişi kültü de var. O yüzden Öcalan’a rağmen de bir sürecin gelişmesi çok mümkün değil. Zaten PKK’nin kongre kararı da bütün topu Öcalan’a yıkmış vaziyette. Öcalan’ın yürüttüğü ve yönettiği, yani partinin dağıtılmasını, yani örgütün dağıtılmasını, fesih kararının hayata geçirilmesini ve sürecin bundan sonra yürütülmesinin bütün yetkisini Öcalan’a teslim etmiş PKK kadroları. Yani bu da bir tablo. O yüzden iktidarla Öcalan arasında sürecek olana ben DEM’in çok vakıf olduğunu da düşünmüyorum. Burada sürecek olan süreçte bu işin nereye doğru gidebileceğine ilişkin tabii birçok noktada haklı kaygılar ve sorular ve sorunlar var. Çünkü daha önce Öcalan’ın savunmalarına bakalım, cezaevinde yazdığı kitaplara bakalım. Şimdi burada en son 2013 Nevruz’unda gönderdiği yaklaşıma bakalım. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “Bizi yanınıza alın, bölgesel bir güç olalım, yeni bir çağın önünü açalım” gibi emperyal vizyonlar var. Yani biz Türkiye sosyalistleri olarak bu tür şeylere işaret etmekten imtina edemeyiz. Elbette ki barış, elbette ki silahlar sussun, elbette ki Kürt sorununun demokratik, eşit yurttaşlık temelinde çözümü sağlansın. Ama hani burada “Malazgirt’e girdik, öyle yaptık; Çaldıran’da şöyle yaptık; şimdi yeniden 3. Dünya Savaşı eşiğinde Türk-Kürt ittifakıyla bölgeden biz de nasibimizi alalım, paylaşım kavgasının içerisinde biz de başka halklara karşı bu ittifakı kurarak Türk egemen sınıflarının ve Kürt egemen sınıflarının ortak pastasını büyütelim ve bu savaşın bir parçası olalım” gibi ve bunu da İslam kardeşliği gibi terminoloji üzerinden yürütebilecek bir düşünsel fikriyatın olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. ‘‘Bu böyle olur mutlaka’’ diye bir sonuç çıkartmak…

Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla Öcalan’ın belirleyici aktör olmasına, merkezdeki aktör olmasına çok sayıda soru işareti koyuyorsun.
Alper Taş: Evet. Yani bu süreç Erdoğan’la veya iktidarla uyumlu, Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’la uyumlu bir süreç olarak gelişebilir. Yani bir ortak anayasa sürecine doğru da evrilebilir, bölgede yeni bir dizayn alma ve orada bir bölgesel güç olma siyasetini ortaklaştırma noktasına doğru evrilebilir.

Ruşen Çakır: Ve ‘‘Buradan demokrasi çıkmaz’’ diyorsun.
Alper Taş: Çıkmaz, barış da çıkmaz yani. Tamam, Kürt sorunu çözülmüş, Kürt sorunu çözülmeyecek de… Hani bazı adımlar, işte kayyumların geri alınması gibi ve benzeri bazı şeyler yapmak zorunda kalırlar. İşte Öcalan’ın koşulları iyileştirilir, geliştirilir. Ama, ‘‘Umut hakkı yok’’ diyor Adalet Bakanı bugün. Ama herhalde öyle dışarıda bir yaşamı da Öcalan’ın çok arzuladığı gibi bir tablo da yok. O da riskli bir hayat. Ama bunun dışında bazı siyasi tutsaklara, tutuklulara dönük, yaşlı filan, belirli bir süredir cezaevinde yatan insanlara dönük bazı iyileştirmeler olabilir. Zaten bunlar konuşuluyor esasen. Siyasi iktidarın söylediği şu: “Siz silahları bırakın, teslim edin, gerisini bize bırakın.” Erdoğan da bugün o beyanda bir açıklama yaptı zaten: “Gerisi bizim işimizdir.” Ama şimdi bu iktidarın karnesine baktığında bir demokratik zihniyet görmüyorsun, yani Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin. Zaten “Kürt sorunu yok” diyor yani. “Terör sorunu var. Biz aslında Kürt sorununu çözdük, o geride kaldı. Biz iyileştirmeler yaptık, çok önemli devrimler yaptık” diyor. İşte AKP yandaşı medya da zaten bunları yazıyor: “Erdoğan büyük devrimler yaptı. Doğal olarak daha ne istiyorsunuz, silahı bırakın, bazı iyileştirmeleri de biz yaparız.” Burada tabii Öcalan’ın önüne konulmuş en önemli… Yani içerideki bir insandır, önemli bir şahsiyettir Kürt hareketi açısından, o da siyaset yapmak istiyor. Ömrünü orada heba etmek istemiyor. Doğal olarak umut hakkı ve umut hakkı üzerinden bir siyaset yapma zemininin önüne serilmesi onun açısından da tabii bir fırsat, değerlendirilmesi gereken bir fırsat. Şimdi kim kimin önünü açtı bilmiyorum. Devlet Öcalan’a mı teklif etti, Öcalan mı bir siyasi okumayla “Ya böyle böyle bir süreç var, gelin bu süreci bunun üzerine şekillendirelim” mi dedi? Çünkü MİT’le, yani devletle Öcalan’ın arasında İmralı Adası’nda sık sık görüşmeler, değerlendirmeler, okumalar oluyor. Bu okumaların üzerinden yeni bir dönem, yeni bir süreç inşa etme konusunda bir uzlaşmanın olduğu ve bunun önceden beri pişirildiği, biz aslında bunun sonuçlarını yaşamaya başladık. Burada bir hayli mesafe alındığı da ortaya çıkıyor. Yani bu tablo sınırları nereye kadar varacak? Ama, ben Türkiye Sosyalist Hareketi’nin bir parçası olarak söyleyebilirim; işte bugün Erdoğan, ‘‘İmamoğlu suç örgütü’’nü kamuoyuna deklare etti, yani düşmansız yapamayan bir iktidar var. Yeni düşman muhalefet, CHP, İmamoğlu, ‘’İmamoğlu suç örgütü.’’ Bir beka meselesi artık İmamoğlu; bir güvenlik meselesi haline geldi, milli güvenlik meselesi haline geldi İmamoğlu. Şimdi burada nasıl bir süreç olacak? Bir taraftan başkanlık rejimini kalıcılaştırmaya dayanan bir anayasal arayış, sivil diktatörlüğü ören uygulamalar, pratikler, yargı sopası filan. Buradan baktığında, burada nasıl demokrasisiz bir barış olacak? Yani ‘‘terörsüz Türkiye’’ diyor iktidar. Tamam, elbette yani terör olmasın, bizim istediğimiz de bu. Ama demokratik bir Türkiye olacak mı? Terör olmasın, amenna ama demokratik bir Türkiye olacak mı? Veya siyasi iklimi bugün kim terörize ediyor? Yani siyasi iklimi terörize eden kim? PKK denilen siyaset zaten askeri manada yenildi. Bunu da açık yüreklilikle konuşalım. Hendek-Barikat savaşı bir askeri çatışmaydı. PKK bu askeri çatışmada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin silahlı güçlerine yenildi. Askeri olarak yenildi. Politik olarak elbette varlığını sürdürüyor ama Türkiye'de herhangi bir silahlı eylem yapamaz bir noktaya ve hatta Kuzey Irak'ta, Suriye'de operasyon yiyen bir yapı haline dönüştü. PKK'yi de aynı zamanda böyle bir fesih sürecine iten etmenlerden birinin de bu baskı, zor politikası olduğunu da görmek gerekiyor. Ve aynı zamanda Türkiye, PKK'nin varlığını kuşatan bir ittifak siyaseti de yürütmeye başladı bölgede. Yani özellikle Barzani ve o bölgedeki eş-Şara, eş-Şara'nın varlığı… Yani Kobani'nin varlığıyla yeni Suriye denkleminde PKK'nin de eskisi gibi orada bir askeri güç varlığını sürdürebilme koşulları da giderek zorlaştı. Herkes PKK'nin arkasında ABD olduğunu söylüyor ama esasen PKK'nin tasfiyesini de savunan bir ABD var. Yani PKK çizgisini bir tür Suriye'deki Suriye Demokratik Güçleri gibi, Abdi ve Barzani çizgisine dönük bir biçimde ehlileştirme siyaseti ve PKK'nin bu haliyle bölgede varlığı zaten kabul edilebilir bir varlık değildi. Yani PKK kendi varlığını sürdürmeyi ısrar etse, PKK hem ABD hem Suriye devleti hem Irak Barzani güçleri tarafından büyük bir operasyona ve tasfiyeye tabi tutulacaktı. Ve burada Öcalan sanırım pragmatik bir duruşla…

Ruşen Çakır: Bir anlamda, ona cankurtaran simidi oldu, diyorsun.
Alper Taş: Evet ve aynı zamanda Suriye'deki oluşmuş olan o özerk yapıyı da bir tür saldırılardan koruma açısından da bir hamle yaptığı gözüküyor. Yani hem devletin ihtiyaçları, devlet derken iktidarın ihtiyaçları, hem de PKK'nin geldiği aşama ve safha ve Kürt dinamiğinin bölgedeki durumu, vaziyeti her iki kesimi de yeni bir süreç noktasında birleştirdi, tırnak içinde yeni bir süreç.

Ruşen Çakır: Peki, Alper, siz mesela SOL Parti olarak ve sosyalist hareketteki temasta olduğunuz birtakım yapılar, partiler, gruplar var, herhalde bu konuları da konuşuyorsunuzdur. Nasıl bir perspektifiniz var? Mesela Türkiye İşçi Partisi şöyle bir açıklama yaptı: ‘‘Barış'ın yanında, Saray’ın karşısındayız’’ dedi. Bayağı bir özetleyen bir şey. Sizin perspektifiniz de buna benzer mi?
Alper Taş: Tabii, aynı hemen hemen; TİP, Emek Partisi, biz. Yani sonuç itibarıyla barışa kayıtsız kalmayan, çünkü biz bunu yıllardır savunuyoruz ama bu barışın arkasında inşa edilmeye çalışılan rejim ve bu rejimin kalıcılaştırılması, anayasayla taçlandırılması… Demokrasi istiyoruz. Yani sosyalistiz ama sosyalizmden öte bugün bir demokratik iklim istiyoruz. Demokratik bir ortam istiyoruz ve iktidarın zihninde böyle bir anlayışın olmadığını düşünüyoruz. O yüzden ‘‘Barışa evet’’, çizgimiz budur, doğrudur; ama Saray’ın hamleleri karşısında birleşik bir halk muhalefeti geliştirilmeli, güçlendirilmeli. Ve burada DEM’e dönük de şöyle bir dil, sosyalistler tarafından doğru bir dil değildir, onu da ifade etmek istiyorum; ‘‘Bunlar sattılar, AKP ile anlaştılar, AKP’ye yamandılar, zaten bunlar böyle’’ gibi, böyle bir dil. Yani DEM’i AKP ve MHP bloğuna itebilecek dillerden uzak durmak lazım. Bu doğru değil. Ve CHP, DEM, sosyalistler veya diğer toplumsal kesimler olarak bizim burada rejime karşı bir birleşik halk hareketi yaratmamız gerekiyor. Bak, düzene karşı değil. Düzen başka bir şey. Düzene karşı bir ittifakta biz CHP ile yan yana olamayız. O, kapitalizm içerisinde bir çözüm. Biz sosyalizmi savunuyoruz. Ama rejim sorununda geniş bir ittifak oluşturabiliriz. Oluşturmalıyız. Zaten oluştu. Yani Saraçhane’de oluşmuş olan bir birleşik halk muhalefeti var. Bunu geliştirmek ve güçlendirmek gerekiyor.

Ruşen Çakır: Peki bu konuda ne yapıyorsunuz, var mı somut bir program, çalışma, hazırlık?
Alper Taş: Bu konuda tartışmalar var. Yani neyi nasıl yapacağız, bunlar o kadar da basit meseleler değil. Maalesef Türkiye sol hareketinin tarihi olumlu şeyler olduğu kadar bu tür deneyimler konusunda da bayağı sıkıntılı da deneyimler olduğu için, yani daha önce yaşanmışların yaşanmaması ve yeni bir sürecin önünü açabilme konusunda ne yapabileceğimize ilişkin çalışmalar, sohbetler yapıyoruz. Ama şu an bulunduğumuz pozisyon, herkesin bulunduğu yerden birbiriyle rekabet etmeden, birbiriyle didişmeden bu Saraçhane'de açığa çıkmış olan birleşik halk hareketinin bu düzlemini korumak, kollamak, onu savunmak, onu geliştirmek, onu güçlendirmek. O yüzden hani biz Cumhuriyet Halk Partisi'nin yaptığı mitingleri de CHP'nin mitingi olarak tek başına görmüyoruz; birleşik bir halk muhalefetinin bir alanı, kürsüsü olarak görüyoruz ve katılıyoruz bulunduğumuz yerlerde. Hatta geçen SOL Parti’yi ziyarete geldiğinde Özgür Bey’e, Özgür Özel’e de bir birleşik muhalefetin bir sol koordinasyonunun inşa edilmesi gerekliliğini, bu konuda bir koordinasyon sürecinin de geliştirilmesi, güçlendirilmesini teklif ettik. Yani "ya hep beraber ya hiçbirimiz"se, bunun aynı zamanda buna uygun bir biçimde örgütsel modellerle, ilişki biçimleriyle geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor. Şimdi gördüğümüz kadarıyla silahlar fazlasıyla CHP ve toplumsal muhalefete ve bizlere yönelecek. Yani bizler eskisinden daha farklı bir biçimde MHP ve AKP'nin saldırılarıyla yüz yüze kalacağız. Bunun zaten işaretleri çok açık ve net veriliyor.

Ruşen Çakır: Bugün Semih Yalçın’ın uzun bir CHP metni vardı, MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın. Okurken yoruldum yani. Bayağı bir şeydi. Erdoğan’ın bugün, sen de bahsettin, bunu bir milli güvenlik sorunu olarak tarif etmesi, İmamoğlu’nu... Ama hâlâ İmamoğlu adını vermiyor, farkındaysan.
Alper Taş: Vermiyor ama geçen söyledi, geçen bir konuşmasında “İmamoğlu suç örgütü” tarifini yaptı. Yani bunu şişirecekler. Çünkü şey de yok artık, yani öyle belli bir maddi bir şeyler de, deliller de yaratamıyorlar. Ha bunu, “İmamoğlu dış güçlerin bir maşası, dış istihbaratlarla içli dışlı” diyerek, yani kamuoyunu böyle ikna ederek İmamoğlu’nu tasfiye edecekler. Ve burada da CHP’ye ve Özgür Özel’e açıkça teklif etti: “İmamoğlu’nun arkasından çekil, önünü açalım.” Yani, ‘‘CHP’nin de, Özgür Özel’in de önünü açalım.’’ Yani böyle bir sürece girmiş vaziyette. Hani bir taraftan Kürt siyasetiyle barış, diğer taraftan Cumhuriyet Halk Partisi ve toplumsal muhalefete savaş. Dikkat ederseniz, Kürt siyasi hareketiyle barış adımları atarken Ekrem İmamoğlu ve CHP'ye savaşı şiddetlendirdi. Yani bu da bir zamanlama açısından düşünülmesi gereken bir şey.

Ruşen Çakır: Ama mesela şey yapamadı biliyorsun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atamaya niyeti vardı ama atamadı, atayamadı.
Alper Taş: Atamamasının nedeni, işte bu halk hareketi. Yani öyle bir tepki, öyle bir güçlü, özellikle gençlerde… Bakın, ben o gün Saraçhane'deydim sıcağı sıcağına. Hatta Medyascope'tan hemen anında bizim şeyle program yaptık sıcağı sıcağına. Orada Özgür Özel filan herkes şaşkındı. Hepimizin şaşkın olması anlaşılır. Yani bir gün önce diplomasını iptal ediyorsun. En azından bir operasyon olacaksa bir gün sonrası değil de sonuçta parça parça gider diye düşünüyorsun. Ertesi sabah büyük operasyonlarla… Şimdi ne yapılacak, elbette bir şeyler yapılacak. İşte direnilecek, insanlar çağrılacak. Ama işin havasını değiştiren, o İstanbul Üniversite’nin önündeki buluşma. Onlar da diploma iptaline ilişkin daha önceden eylem kararı almışlar. "Bu nasıl üniversite, nasıl diploma iptal edersiniz, siz nasıl hocasınız?" diye bütün İstanbul üniversitelerinin öğrencileri İstanbul Üniversitesi'nde buluşmuş. Bu gözaltılar da oldu. Oradan bir yürümeye başladılar. Polis barikatı kırarak bir Saraçhane'ye geldiler. Türkiye'nin tarihinde gençler yeniden tarih sahnesine çıktı.

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle bir şey var, o çok çarpıcı. Evet, o İstanbul Üniversitesi, CHP'nin de beklemediği bir şeydi.
Alper Taş: Tabii tabii.

Ruşen Çakır: Erdoğan'ın hiç beklemediği bir şeydi.
Alper Taş: Hiç beklemediği bir şeydi.

Ruşen Çakır: Ve sen oradaydın, yakından görmüşsündür. Bu gençler mesela öyle solcu falan değil.
Alper Taş: Karışık, solcu da var. Hepsi AKP karşıtı, yani öyle diyelim. Yani içinde Türkçüsü de var, muhafazakarı var. Yani açtıkları dövizler vardı mesela. Birkaçıyla da tanıştım, gerçekten muhafazakar aile çocukları. Bizler de öyleydik. Yani ben de bir muhafazakar ailenin çocuğuydum. Şöyle bir pankart açmışlardı: "Muhafazakar ailenin devrimci çocuklarıyız" diye ortaya çıkan bayağı önemli bir kitle vardı. Ama Türkçü kimlikleriyle, milliyetçi kimlikleriyle... Bir taraftan Dev-Genç Marşı söylüyorlar, bir taraftan "Çırpınırdı Karadeniz" söylüyorlar. Aslında ideolojik eksenini bütünüyle bir yere oturtamamış ama ana karakterleri özgürlükçülük olan ve AKP karşıtı olan bir gençlik bileşeni Saraçhane'ye aktı ve Türkiye'nin tarihinde çok önemli bir noktaya damga vurdu. O yüzden kayyumu göze alamadılar. Sadece İBB'ye değil, CHP'ye de kayyum atayacaklardı. İkisinden de vazgeçmek zorunda kaldılar. Tabii ekonominin de verdiği tepki... Ama bu düzeyde bir kitle hareketinin ortaya çıkışı da, ekonominin verdiği tepkiyi tabii daha da derinleştirdi.

Ruşen Çakır: Peki, Saraçhane'den bu yana bayağı bir zaman geçti. Neredeyse 2 ay mı oluyor?
Alper Taş: Evet, geçti.

Ruşen Çakır: Nasıl görüyorsun tempoyu, yani gidişatı? Mesela bu akşam Silivri'de bir miting olacak.
Alper Taş: Şimdi şöyle... Yani katıldığım ortamlarda, partiyle yaptığımız değerlendirmelerde de konuşuyoruz ve CHP’li yetkililerle de paylaşıyoruz tabii düşüncelerimizi. Şimdi duranın düşeceği bir kulvardayız. Yani korakor bir mücadele safhasındayız. 2028’e kadar kim geri adım atarsa kaybeder. O yüzden bu Saraçhane’de ortaya çıkmış olan dinamiği sönümlendirmemek lazım. Ama aynı biçimde de koşabilmek mümkün değil. Yani hep aynı tempo, aynı düzey içerisinde olabilmek de doğru değil. O yüzden daha geniş, daha zengin, daha birleşik zeminler inşa etmemiz gerekiyor. Burada en önemli mesele bizim açımızdan, bizim konuştuğumuz ve SOL Parti olarak hayata geçirmeye çalıştığımız mesele şu. Aslında bunu birçok yerde Gramsci’nin tabiriyle ifade ediyoruz. Ben de kişisel olarak katıldığım programlarda söylüyorum. Çünkü dönemi iyi anlatıyor. Yani "Eski öldü" diyor ya Gramsci, "Ama yeni doğmadı, o canavarlar zamanı oluyor bu ara" diyor. Tam öyle bir araftayız yani. Şimdi AKP-MHP iktidarı bitmiş; ama kim yeni, ne o? Burada artık Özgür Özel’in tamam, bir direnç yaratması, bu akşam Silivri’de de konuşacak ama dikkat ediyorsak konuşmalar artık hep aynı eksende sürüyor. Buradan başka bir düzleme geçmek gerekiyor. Bu Türkiye’yi nasıl kuracağız? Yani AKP yıktı, çürüttü, mahvetti. Türkiye’yi yeniden nasıl kuracağız? Yani bu mitinglerde her konuya değinmek mümkün değil. Yani bir geçiş programı oluşturmak lazım. Bu geçiş programını da hep beraber oluşturmamız lazım. Yani demokratik bir geçiş programı oluşturmak lazım. Yeninin kurucu başlıkları neler olacak? Hangi kurucu fikirler üzerinde Türkiye yeniden inşa edilecek? Yani sadece siyaset, yenmek, sadece karşındakini yenilgiye uğratmak veya yıkmak, neyse adı, ne dersek diyelim, ya siyasi manada söylüyorum, bu değildir; aynı zamanda kurmaktır. Yani nasıl kuracaksın? Sadece karşındakinin ne kadar faşizan olduğunu anlatarak meselenin içerisinden çıkamazsın. Halk tamam, görüyor zaten. Yani hiç izan filan yok bunlarda. Bunlar aldı başını gidiyor. Ama siz ne yapacaksınız? Bizim bu ekonomik sorunlarımıza nasıl bir çare olacaksınız? İşte adaleti nasıl düzenleyeceksiniz, eğitim, sağlıkta ne diyorsunuz, neyi nasıl yapacaksınız? Şimdi sürecin kurucu fikirlerle geliştirilmesi, güçlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’yi yeniden nasıl kuracağız? Çiftçi, tarım, bu politikalara nasıl bakacağız? Şimdi işin esası buraya doğru taşınmalı. Biz SOL Parti olarak önümüzdeki dönem kendi politikalarımızı anlatma ve bunu birleşik halk hareketinin parçası kılma konusunda bir siyasi çalışma yapacağız kendi çapımızda. Ama biz birleşik halk hareketinin düzleminden kopmadan, onunla uyumlu yürümekten vazgeçmeden… Çünkü hiçbir hareketin, CHP de dahil, tek başına bu sürecin üstesinden gelme şansı yoktur. Hep beraber ancak bunu başarabiliriz.

Ruşen Çakır: Peki, tekrar başa gidelim ve toparlayalım. Şimdi bir süreç başladı. Diyorsun ki; ‘‘Tabii ki, iyi bir şey ama bu, siyasi iktidarın demokratikleşmenin önünü açacağı anlamına gelmiyor.’’ Burada da DEM Parti’den, hatta Kandil’den ziyade Öcalan’ın pozisyonuna birtakım soru işaretleri koyuyorsun. Doğru özetledim mi?
Alper Taş: Tabii. Sonuçta süreç Öcalan’la yürüyor. Öcalan içeride. Öcalan’ın yazılmış savunmaları var, kitapları var. Orada dile getirdiği düşünceler var. Orası, oradaki fikirler… Tam da şu an PKK bir dönüşüm içerisinde. Bunun öncülüğünü Öcalan yapıyor. Fakat bu dönüşümün ideolojik zemini de karman çorman, yani karışık. Hangi zeminde, neyin üzerine, nasıl bir toplumsal sistem, ne yapacak, nasıl yapacak; bu konularda da büyük bir kafa karışıklığı var Kürt siyasi hareketinde. Bu da netleşmiş değil. Tamam, bir şey bitti. Artık buradan yürümek mümkün değil ama bu nasıl yürünecek konusunda, hangi çizgi esas alınacak… Mesela, şimdi şu zeminlerden mi gidilecek? Ne bileyim, Lozan üzerinden bir geçmiş tarih eleştirisi üzerinden mi yürünecek, yoksa bunları aşan yeni bir tarihsel okuma mı olacak? Veya Şeyh Said çizgisi üzerinden… Şimdi bir dönem Demokratik İslam Kongreleri filan… Ama bir taraftan bakıyorsun, burada ‘‘demokratik toplum sosyalizmi’’ diye bir kavram da çıkartıyorlar. Yani şimdi buradan bir bakıyorsun, ‘‘radikal demokrasi’’ zaten var, ‘‘ekolojik toplum’’ var, ‘‘anarşist fikirler’’ var. İlginç ilginç… Ve bir taraftan başkanlık sistemini reddetmeyen fikirler var. İslam kardeşliğinden söz etme var. Yani böyle bir kakofoni var. Bir ulusal hareket tabii bu. Yani bir sosyalist hareket olmadığı için bu ulusal hareket, yeni bir siyasal evreye girerken, nasıl bir ideolojik, kültürel zeminle kendisini yeni dönemde konumlandıracak, neyin üzerine konumlandıracak, bu konuda bütün ideolojik önderliğin ve politik önderliğin Öcalan’da olduğu ve bu önderliğe de devletin sanırım izin verdiği bir dönemin içerisindeyiz. Bu yüzden Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın insafına, niyetine kalmış bir süreç yaşayacağız. Tabii buna teslim olmayalım. Yani üçü de bakın, üçü de ortak özelliklere sahiptir. İdeolojilerinden bağımsız söylüyorum. Hepsi de partilerin tek adamlarıdır. Doğal olarak bizim yapmamız gereken, bu tek adamlara Türkiye’nin geleceğini teslim etmemek. Net olarak söylüyorum. Yani Türkiye’nin bütün demokrasi güçlerinin kendi geleceğine, emekçilerin kendi geleceğine sahip çıkması doğrultusunda, kendi örgütlenmelerini geliştirmelerini sağlamaktır. İyi bir şeyler gelirse de amenna tabii sonuç itibarıyla. Ama yani bu üçlünün oluşturacağı bir düşünsel dünyadan çok demokratik ve hayırlı sonuçlar çıkabileceği gibi bir duyguya sahip — en azından ben kişisel söyleyeyim — değilim. İnşallah yanılırız.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Alper, yayınımıza katıldığın için.
Alper Taş: Ben teşekkür ederim.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
14.05.2025 Muhalefet ve iktidar neden CHP’ye yükleniyor? | Sezgin Tanrıkulu anlattı
14.05.2025 Ezgi Başaran: “İsrail veya İran’ın bu işi sabote etme girişimlerinden korkuyorum”
14.05.2025 Alper Taş: “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın insafına, niyetine kalmış bir süreç yaşayacağız”
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı