BRICS nedir? Türkiye üye olursa ne olur? Sinan Ülgen ile söyleşi

12.09.2024 medyascope.tv

12 Eylül 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye BRICS’e üye olmak için başvurdu. Daha doğrusu, başvurduğumuzu Rusya’dan öğrendik. Ekim ayında da toplantısı yapılacak. Peki, bu BRICS nedir? Türkiye niye başvurur? Başvurusu kabul edilir mi? Edilirse ne getirir, ne götürür? Bütün bunları Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen’le konuşacağız. Sinan, merhaba.
Ülgen: Merhaba.

Ruşen Çakır: Sen, maşallah, X hesâbında bu konuları anlatarak kamu yarârına çalışıyorsun. En son S-400’lerde de böyle olmuştu, sonra seni hemen kaptık ve “Biraz daha anlat bakalım” dedik. BRICS’le ilgili geçtiğimiz günlerde çok kapsamlı bir şey yaptın. Bunun detaylarına girmeden önce, bu BRICS nereden çıktı onu anlatır mısın? Şanghay İşbirliği Örgütü diye bir şey biliyoruz, ama bu o değil.
Ülgen: Bu o değil, hayır.

Ruşen Çakır: Avrasya Birliği diye başka bir şey var, o da değil.
Ülgen: Bu başka bir şey. Aslında ilk başta, BRICS tâbiri bu ülkeler tarafından kullanılmıyor. Goldman Sachs’de bir ekonomistin, Batı’dan farklı şekilde ekonomik olarak büyüyen belli başlı ülkeleri gruplandırmak için, zâten o zaman BRICS de değil, BRIC, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’i, bu dört ülkeyi bir araya getiren ve îcat edilmiş bir ekonomik birliktelik olarak ortaya attığı bir isim. Sonra ilk kez 2006 yılında dört ülkenin dışişleri bakanları tarafından, “Acaba berâber neden olmasın? Bize dışarıdan böyle bakıyorlar, içeride de bunu oluşturalım” diyerek, adı BRIC olarak kuruluyor. 2011 yılında Güney Afrika üye oluyor ve böylece BRICS adını alıyor. Sonra geçtiğimiz yıl biraz daha genişliyor, birçok ülke daha üye oluyor. Şimdi de uluslararası sahnede BRICS+ olarak adlandırılıyor. İran, Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Mısır, Pakistan, Hindistan gibi bir grup ülke var. Yanılmıyorsam, sayısı şu anda 12’ye çıktı. Aslında oldukça enformel bir topluluk. Bildiğimiz şekilde bir ittifak değil, farklı; bir Avrupa Birliği değil, bir NATO değil. Kendi içinde öyle çok fazla siyâsal veya ekonomik derinleşmesi ve bütünleşmesi olmayan, ama özünde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı hâkimiyetinde kurulmuş olan çoktaraflı yapıların ve kuralların değişmesi gerektiğini savunan ve bu yönde bir ortak çaba sarf eden ülkelerin bir araya gelmesi. Çünkü baktığınızda, BRICS içerisinde siyâsal olarak çok farklı yapılar var. Bir yanda Rusya ve Çin gibi otoriter rejimler var, bir yanda İran gibi teolojik rejimler, bir yanda Hindistan ve Brezilya gibi demokrasiler var. Dolayısıyla, bunların zâten birçok noktada ortak bir tutum sergilemesi son derece zor. O bakımdan BRICS, bir ortak değer üzerine inşâ edilmiş bir yapılanma değil. Çünkü içinde bulunan ülkeler dünyaya çok farklı bakan ülkeler. O bakımdan da Avrupa Birliği’nden ayrılıyor. Ama özü…

Ruşen Çakır: Ekonomik.
Ülgen: Sâdece ekonomik değil, bunun bir siyâsal izdüşümü de var. O yüzden, Türkiye buraya üye olursa ne olacağını da biraz konuşmak gerekecek. Sâdece bir ekonomik birliktelik değil. Çünkü BRICS’in ekonomik olarak zâten kendi aralarında, “Ticâreti kolaylaştıralım, gümrük târifelerini kaldıralım” diye bir girişimi yok. Çin’le Rusya arasında veya Hindistan’la Brezilya arasında ticâret, sırf BRICS üyesi oldular diye kolaylaşmıyor, böyle bir boyutu yok. Ama ekonomik alanda birtakım girişimleri var. Nedir bunlar? Meselâ bir Kalkınma Bankası oluşturdular. Niye? Çünkü IMF ve Dünya Bankası’ndan farklı koşullarda, kendi işini yapan, kredilendirme yapan bir örgüt olarak bu yeni Kalkınma Bankası ortaya kondu. Doların uluslararası finansal sistemdeki hâkimiyetine karşı da, başta Renminbi (Çin Yuanı) olmak üzere, kendi para birimleriyle uluslararası ticâreti kolaylaştıracak bir ödeme sistemi oluşturmaya çalışıyorlar. Bu kurum, özünde, İkinci Dünya Savaşı sonrası yerleşen uluslararası ekonomik kuralların Batı hâkimiyetinde olmasına yönelik bir tepki olarak ortaya çıktı. Tabiî ki Batı’nın –meselâ Rusya-Ukrayna Savaşı’nda da gördük– yaptırımlar yoluyla kendi hâkimiyetindeki finansal sistemi kullanmasının doğurduğu bir tepki de var burada.

Ruşen Çakır: Türkiye toplantıya gözlemci olarak katılmıştı.
Ülgen: Evet, Türkiye zâten gözlemciydi.

Ruşen Çakır: Bir ara Türkiye’nin üyelik için başvurduğuna dâir bir haber çıktığını gördük. Doğru mu yanlış mı derken, sonra Rusya’dan, “Türkiye’nin başvurusu var, Türkiye ekim ayında Kazan’da yapılacak olan toplantıya katılacak” diye bir açıklama geldi. Ama henüz başvurunun olumlu karşılandığı ya da Türkiye’nin üye olduğunu söylemedi. Nedir onun öyküsü? Garip bir öykü.
Ülgen: Evet, bizim bunu kendi hükûmetimizden değil yabancı bir başkentten duymamız biraz garip. Çünkü aslında normali, bu tip bir örgüte, platforma üyelik başvurusuna yönelik bir siyâsî karar alınmışsa, öncelikle bunun Türkiye tarafından kendi vatandaşına duyurulması gerekir. Ama anladığım kadarıyla burada başka bir yol tercih edildi. Üyelik başvurusu, aslında haberlere yansıdığı kadar yeni bir gelişme değil. Bir yıla kadar önceden yapılan bir üyelik başvurusu var anladığımız kadarıyla. Fakat bunun toplumla paylaşılmak istenmemesinin bir nedeni, bu yolda çıkabilecek birtakım ârızalar olabilir düşüncesiyle belki daha dikkatli hareket edildi. Bu olası ârızalar nedir? Şimdi, aynen Avrupa Birliği veya NATO örneğinde olduğu gibi, bir ülke BRICS’e üyelik başvurusunda bulunduğunda, bu talebin hâlihazırdaki bütün mevcut ülkeler tarafından da onaylanması gerekiyor. Üyelik ancak mevcut üyelerin mutâbakatıyla mümkün olabiliyor. Türkiye örneğinde, bu başvuru açığa çıktıktan sonra, Hindistan’ın sorun olabileceği yönünde bir spekülasyon yapılmaya başlandı. Çin’in bu yöndeki tasarrufunu da bilmiyoruz. Çin, geçmişte Türkiye’nin BRICS üyeliğine zâten çok olumlu bakmıyordu. Türkiye’nin 2013’te, Güney Afrika üye olduktan sonra BRICS’e yönelik bir ilgisi ortaya çıktı. Hattâ Türkiye bundan 6 yıl önce Güney Afrika’daki BRICS Zirvesi’ne de gözlemci olarak katıldı. Ama üyelik başvurusunu bugüne kadar bekletti, yapmadı. Onun temel nedeni de Çin’le ikili ilişkinin çok da olumlu olmaması ve Çin’in Uygur meselesi nedeniyle Türkiye’nin BRICS üyeliğine sıcak bakmamasıydı. Ama son bir yıl içerisinde Dışişleri Bakanı Çin’e gitti. Anladığımız kadarıyla Cumhurbaşkanı da BRICS Zirvesi sonrasında Çin’e gidecek. Çin’le ilişkilerde birtakım olumlu gelişmeler var.

Ruşen Çakır: Şimdi Çin’den büyük bir yatırım geliyor.
Ülgen: Şimdi onu söyleyecektim. BYD şirketinin yatırımı ve ona verilen çok büyük teşvik, burada birtakım ilerlemelerin olduğunu gösteriyor. Anladığımız kadarıyla Türkiye, Çin’le ilişkiyi tam normalleştirdikten sonra BRICS başvurusunu yaptı. Türkiye’nin üyeliğinin resmîleşmesi için her ülkenin bunu incelemesi ve onay vermesi gerekiyor. Hedef, bu yıl ekim ayı sonunda Rusya Kazan’da yapılacak olan zirveye bunu yetiştirmekti. Ama biraz önce de konuştuk, Hindistan’ın tutumunun biraz ikircikli olduğu anlaşılıyor. Onun da iki nedeni var. Birincisi, Türkiye’nin başka bir BRICS üyesi olan Pakistan’la geleneksel ilişkileri. Türkiye-Pakistan ilişkisi çok kuvvetli, kökleri Kurtuluş Savaşı’na dayanan bir ilişki. Türkiye her zaman Pakistan’ı Hindistan’a karşı ön planda tuttu. Pakistan dâ keza öyle. Bu, Hindistan tarafında bir alerji yaratıyor. İkincisi, gene bu ilişkinin bir türevi olarak diyelim, Türkiye’nin Hindistan’a yönelik bir örtülü silâh ambargosu var. En azından Hindistan tarafı bundan şikâyet ediyor. Bu da bir ikinci neden.

Ruşen Çakır: Silâh ambargosu derken?
Ülgen: Türkiye’de üretilen bâzı silâh sistemlerinin Hindistan’a satışına pek sıcak bakılmıyor. Onun da nedeni Pakistan. Türkiye, Pakistan’a karşı Hindistan’a bir avantaj sağlamak istemiyor.

Ruşen Çakır: Aklıma bile gelmezdi böyle bir şey.
Ülgen: Bu da ikinci rahatsızlık nedeni, anladığımız kadarıyla. O nedenle şu anda Hindistan ne cevap verecek bilmiyoruz; ama bütün ülkelerin evet demesi gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Senin yaptığın bir dizi paylaşımda, özellikle dış ticâret anlamında çok önemli rakamlar veriyorsun. Ona gelmeden önce, her ne kadar çok güçlü bir siyâsî vurgusu olmasa da, bu, sonuçta Batı dışı ülkelerin bir araya gelmesi ve nereden bakılırsa bakılsın Batı’ya bir meydan okuma aslında.
Ülgen: Öyle, tutkal bu.

Ruşen Çakır: Ama Türkiye Batı’nın çok önemli parçası. NATO üyesi ve Avrupa Birliği’nin en azından “niyetlisi” diyelim. Ama esas olarak Batı’yla ilişkileri olan bir ülke. Siyâseten baktığımız zaman, Türkiye’nin bütün ayakları Batı’da olmasına rağmen böyle bir şeye hamle etmesinin bir mesaj boyutu herhalde vardır diye düşünüyorum. Bir de, karşı tarafın Türkiye’yi kabul etmesi durumunda da, “Sizin öz evlâdınızı aldık” gibi bir mesajı da olacaktır. Ama bir de tabiî Batı’da bunun yaratacağı birtakım memnûniyetsizlikler de olabilir.
Ülgen: Evet. Türkiye’de resmî kulvardan yapılan açıklamalara bakıldığında, ilk bakışta bunları çok doğal karşılamak gerekiyor. Çünkü resmî kulvardan yapılan açıklamalar genellikle şu şekilde oluyor: “Biz her masada var olmak istiyoruz. Bizim için Avrupa Birliği neyse, BRICS de o. Eşit mesâfedeyiz. Bunda herhangi bir sakınca yok, biz orada da bulunabiliriz, burada da bulunabiliriz. Avrupa Birliği ile mevcut ilişkimizi yürütürken, BRICS içerisindeki ekonomik pastadan da yararlanabiliriz” şeklinde bir gerekçelendirmesi oluyor. Ekonomistlerin bir tâbiri vardır; bir ekonomik olayın analizini ve modelini kurguladığınız zaman, “kısmî denge” modeliyle bakabilirsiniz. O ne demektir? Sâdece o olaya o olay özünde bakmak. Bizim olası BRICS üyeliğimize kısmî denge yaklaşımı üzerinden bakarsak, bu anlatı doğru. Çünkü Türkiye’nin BRICS’ten, çok büyük ölçüde olmasa da birtakım olumlu ekonomik ve siyâsî beklentileri olacaktır. O ilişkiye o optikten bakarsanız, son derece doğru bir anlatı olarak karşımıza çıkıyor. Ama işin doğrusu bu değil. İşin doğrusu, ekonomide de dış politikada da gene ekonomist tâbiriyle “genel denge” üzerinden bakmak. O da şu demek: Sizin o olayı kendi içinde değerlendirmeniz, ülkenin bunun bütün etkisini size göstermez, aynı zamanda onun diğer ilişkilerinize yapacağı yansımayı da göz önünde bulundurmanız lâzım. Öyle baktığınız zaman, manzara biraz daha karışık açıkçası. Benim temennîm, bunun hem veri temelinde hem de bütün boyutlarıyla, siyâseten ve ekonomik olarak kamuoyu tarafından değerlendirilmesinin sağlanması.

Ruşen Çakır: Zâten “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım” diyorsun ve X hesâbında verdiğin rakamlar çok net. Türkiye’nin dış ticâretine baktığımız zaman, BRICS üyesi ülkelerle yaptığı ticâretle Batı’yla yaptığı ticâret arasında çok büyük uçurum var.
Ülgen: Evet. Ama şöyle bir yanılsama içinde olmamamız gerekiyor: Şimdi, siyâseten biz “Avrupa Birliği neyse, BRICS o, ikisi de eşit” diyebiliriz. Ama bu gerçek bir durumu yansıtmıyor. Çünkü senin başta söylediğin gibi, bugün istesek de istemesek de, yer yer tepkili olsak da olmasak da, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Batı odaklı kurumsal yapının çok önde gelen bir üyesi. Biz güvenliğimiz için NATO’nun bir müttefîki olduk. Ekonomimizi büyütmek için Avrupa Birliği’yle tâ 1963 döneminde Ankara Anlaşması’yla bir ilişki kurduk. Bugün bütün eksikliklerine rağmen, hukuk düzenimizi Avrupa Konseyi içinde gördük. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni üst mahkeme olarak tanıdık. Bütün bu normları biz kendi toplumsal, hukukî, ekonomik ve siyâsal yaşamımıza taşıdık. Bizim Batı’nın kurumsal düzeniyle böylesine derin bir iç içe geçmişliğimiz, bir karşılıklı bağımlılığımız var. Şimdi bunu yok farz etmek bir temennî olabilir, ama gerçekleri yansıtmaz. Biz, en azından bugünkü noktada hiçbir şekilde BRICS’le Avrupa Birliği arasında eşit mesâfede değiliz. Eşit mesâfede olmaya çalışmak başlı başına bir tercih. Bu tercihin de getireceği birtakım adımlar olacaktır. Siz bu tarafta bu kadar derin bir yapılanma içindeyken, öbür tarafla aynı düzeni kurmaya çalışmak demek, buradaki o derin yapıyı çözmek, gevşetmek, esnekleştirmek ve bu tarafa yanaşmak demek. İster istemez bu böyle. Bunun başka bir tanımı yok.

Ruşen Çakır: Oradan alıp buraya taşımak gibi.
Ülgen: Bunu anlatmak için çok basit bir örnek vereyim; Üç gün önce Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, “Eğer Türkiye BRICS’e üye olacaksa, Ukrayna meselesine Batı ve Avrupa Birliği normlarıyla değil, artık bizim normlarımızla bakması lâzım” dedi — çok net. Şimdi biz kendimizi önce 1923’te, arkasından 1945 sonrasında Batı’nın kurumsal sistemi içerisinde gördük ve ilişkilerimizi onun içerisinde geliştirdik ve onun normlarıyla hareket ediyoruz. Bizim Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı eleştirmemiz de bu normları kabul etmemizden kaynaklanıyor. Çünkü biz Rusya’ya, “Bu yaptığının uluslararası hukukta yeri yok. Asker gücüyle başka bir egemen devletin toprağını işgal etmek olmaz” diyoruz. Bu, bizim kabul ettiğimiz normlar. Ama Rusya da bize, “Yok, o iş öyle değil, bizim başka normlarımız var. Orada Rus azınlıklar vardı. Zâten târih olarak burası yapay bir ülke. Buranın Rusya’ya âit olması lâzım. Slav milliyetçiliğinin çıkış noktası. Orada bir de Nazi rejimi var” diyor. Bütün bunları kendi saldırgan savaşının bir altyapısı olarak ifâde ediyor. Şimdi bize söylenen şu: “Eğer BRICS’e girecekseniz, o değerler sistemi değil bizim değerler sistemi üzerinden burayı değerlendirmeniz gerekir”. Türkiye’nin BRICS üyeliği o kadar basit bir denklem değil — ki ben sâdece siyâsî taraftan bahsettim, ekonomik tarafını da konuşabiliriz. Böyle bir durum var ortada.

Ruşen Çakır: Ekonomiye geçelim. Meselâ rakamlar çok açık; senin bu verdiğin rakamlardan hareketle söylüyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ithâlat ve ihrâcâtına baktığımız zaman bir denge var. İhrâcâtımız 155 milyar dolar, ithâlâtımız 160 milyar dolar — epey yakın. Ama Çin’le 3,5 milyar dolarlık ihrâcat varken, 45 milyar dolarlık ithâlat var. Arada çok büyük bir uçurum var. Çin Türkiye’den çok fazla bir şey almıyor; ama Türkiye Çin’den epey bir şey alıyor. Ama Türkiye’nin Çin’den aldığı, hiçbir zaman AB’den toplam aldığının yanına yaklaşmıyor. Türkiye’nin AB’den ithâlâtı 160 milyarken, Çin’den ithâlâtı 45 milyar. Evet, her anlamda çok büyük dengesizlikler var.
Ülgen: Bu dengesizliklerin giderilebileceğine dâir de hiçbir emâre yok. Bu bir yapısal dengesizlik.

Ruşen Çakır: Basitleştirirsek, “Türkiye Avrupa Birliği’ne çok da fazla yönelmese, ihtiyaçlarını ağırlıklı olarak Çin’den, Rusya’dan, Güney Afrika’dan ya da BRICS üyelerinden alabilir ve ihrâcâtını da ağırlıkla oraya yapabilir” diyemiyor muyuz?
Ülgen: İkisine de “Hayır” demek lâzım. Niye? İki boyutu da kısaca değerlendirelim. Türkiye ne ithal ediyor? Türkiye kendi îmâlâtı için gerekli olan ara mâmulleri ve hammaddeleri, ama daha da önemlisi teknoloji ithal ediyor. Avrupa Birliği ile kurduğumuz ilişki üzerinden, biz Türkiye’ye bu üretim teknolojisini ithal ediyoruz. Türkiye’nin bu ithâlâtına sâdece AB ülkeleri ve daha geniş anlamda kurumsal Batı üzerinden bakmamak lâzım. Bunun içinde Japonya’sı, Kore’si, Amerika’sı var. “Biz kurumsal Batı ile ekonomik ilişkimizi zayıflatalım, ithâlâtımızı BRICS başta olmak üzere başka kutuplara yönlendirelim” dediğiniz zaman, asıl bu teknoloji meselesi ortaya çıkıyor. Türkiye, kendi üretim teknolojisini –hele de bu yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm bağlamında– nasıl bir işbirliğiyle buraya kazandıracak? Bunun cevâbı yok. Çünkü Çin öyle bir teknoloji paylaşmıyor. Rusya deseniz, zâten Rusya’nın ticârî anlamda paylaşacak bir teknolojisi yok. İthâlat bakımından büyük bir sorun. İhrâcat bakımından ise Avrupa Birliği’ne yaptığınız bu ihrâcâtı bu pazarlarla ikame etmenizin de olanağı yok. Çünkü bizim Çin’e ihrâcâtımız, ithâlâtımızın yaklaşık 12’de 1’i. Bunun da yapısal bir nedeni var. Türkiye’nin, daha teknolojisi düşük, daha emek verimliliğine, işgücü mâliyetine dayalı üretim yapısının, Çin’le rekabet etme şansı yok. Çünkü Çin’in üretim yapısı, bütün bu alanlarda Türkiye’ye rekabet şansı tanımıyor. Zâten o yüzden Çin’le bu kadar dengesiz bir ithâlat-ihrâcat ilişkisi var. Bu işin ticâret ve yatırım tarafını da belki konuşuruz, çünkü ekonomik tabloyu görebilmek için o da çok önemli. Ama ticâret bakımından böyle bir durum var. İşin özü, BRICS ilişkisi, bizim, Avrupa Birliği, ekonomik ve özellikle kurumsal Batı odaklı ticâret ve yatırım finansman ilişkimizin yerine koyabileceğimiz bir alternatif değil.

Ruşen Çakır: Senin verdiğin rakamlardan yatırıma bakıyoruz. 142 milyar dolar Batı’dan gelen yabancı sermâye.
Ülgen: O, Sanâyi Bakanlığı’nın verilerinden alınmıştır: 20 yılda, 2002’den 2022’ye Türkiye’ye gelen toplam yabancı sermâye stoku içindeki rakam bu. Toplam stok yanılmıyorsam 188 milyar dolar. 20 yılda Türkiye’ye gelen toplam yabancı sermâye.

Ruşen Çakır: Batı 142 milyar dolarlık yatırım yapmışken, BRICS+ ülkelerinin yatırım toplamı 14 milyar dolar — yani 10’da 1’i.  Biz BRICS’e katıldık ve orada ilişkilerimizi daha güçlendirdik diyelim, bu artsa artsa yabancı sermâyeyi ne kadar artırır?
Ülgen: Öyle. Bir de pastaların o kadar büyük farkı var ki. Gene matematiksel bilgi verelim, bu rakam üzerinden gidelim: Türkiye’ye son 20 yılda kurumsal Batı’dan gelen yabancı sermâye 140 milyar dolar. Bu 140 milyar doları, diyelim ki önümüzdeki 5 yıl içinde %10 artırdınız ve ilâve 14 milyar dolar geldi. Bu ilâve 14 milyar doları BRICS ülkelerinden telâfî etmek için, BRICS ülkelerinin o 20 yılda Türkiye’ye yaptığı yatırımı yüzde kaç artırmanız lâzım?

Ruşen Çakır: Yüzde 100.
Ülgen: Evet, %100’den fazla artırmanız lâzım.

Ruşen Çakır: Evet, şöyle de bir şey var: Bu ülkelerin böyle yatırım yapacak ülke aradıkları gibi bir olgu mu var? Ya da şöyle söyleyeyim: Brezilya Hindistan, Çin, Rusya bir yerlere yatırım yapmak istiyor, ama Türkiye Batı’yla çok yakın olduğu için Türkiye’ye giremiyor ya da girmiyor. Böyle bir olay mı var?
Ülgen: Böyle bir olay da yok aslında. Çünkü soruyu bir de şöyle sormak lâzım: Eğer burada beklenti bir ekonomik beklentiyse, BRICS ülkeleriyle daha fazla ticâretimiz olsun, daha fazla yatırım çeksin ise, o zaman şunu açıklamak lâzım: Bu beklentiyi ikili ilişki üzerinden niye yürütmüyoruz da BRICS’e başvurmak yolunu tercih ediyoruz? Ben bu sorunun yanıtını alabilmiş değilim. Türkiye Çin’den ilâve yatırım alacaksa, BRICS’e üye olması şart mı? Biraz önce verdiğimiz otomotiv örneğinde olduğu gibi, ikili ilişkileri üzerinden bu ilâve yatırımı almaya devam edemez mi? Türkiye’nin olası BRICS üyeliğinin, ekonomik anlamda Türkiye’ye kazandıracağı ilâve… Ne anlamda ilâve? Burada iki şey söylüyorum: Birincisi, genel denge ve kısmî denge dedim. Türkiye’nin bütün ekonomik ekosistemi açısından baktığımızda, sâdece BRICS’le ilişkisi değil, ilâve bir kazanımı olacak mı? Ben bunun yanıtını görmüş değilim. O yüzden bu soruların sorulması gerektiğini söylüyorum. Burada şunu da ifâde edeyim, ben kategorik olarak “Türkiye BRICS’e üye olmasın” demiyorum. Ama bu başvurunun her boyutuyla üzerinde çok düşünülmüş ve kamuoyuyla paylaşılmış, tartışılmış ve sonra, “Tamam, ben iknâ oldum. Bunun gerçekten Türkiye’nin ekonomisine, Türkiye’nin gelecek siyâsetine, Türkiye’nin dünya içindeki pozisyonuna yarârı olacaktır” şeklinde bir netîceye varırsak, âmennâ. Ama bu tartışmayı yapmadan, bunları sâdece bir temennî üzerinden konuşmak bana doğru gelmiyor. Çünkü şu âna kadar duyduklarım, temennî üzerinden gelişen bir söylem.

Ruşen Çakır: Peki, risk ne? “Evdeki bulgur…” diyorsun.
Ülgen: Evet, risk evdeki bulgur. Türkiye açık ekonomi üzerinden refah üreten bir modele sâhip. Biz ihrâcat ve ithâlat yapıyoruz; burada onu dönüştürüyoruz, teknoloji ithal ediyoruz, onunla daha fazla katmadeğerli ürün yaratmaya çalışıyoruz. Özünde, biz açık ekonomiye sâhip bir ülkeyiz. Dolayısıyla bizim bu modelimizi olumsuz etkilemesi mümkün. Niye? Çünkü eğer her ikisini birden yürütme imkânı olmayacaksa… Bu bir olasılık. O yüzden, bu karar verilirken temennî temelinde bir karardan ziyâde, etraflıca, bütün bu boyutları önümüze konarak alınmış bir karar olması gerekiyordu. Evet, bir ihtimal, Türkiye’nin BRICS üyeliği öbür ilişkilerine zarar vermeyecektir. Ama bir diğer ihtimal, zarar verecektir. Eğer zarar verirse, bizim asıl, karşılıklı ekonomik bağımlılığımızın olduğu, bu refah ürettiğimiz ilişki zarar görürse, o zaman Türkiye’nin ekonomik geleceği de zarar görür.

Ruşen Çakır: Evet, istersen toparlayalım. Tabiî bu arada başka gelişmeler de bunu besleyecek. Meselâ Amerikan seçimleri gibi bir mesele var. Evet, BRICS bir mâcerâ gibi gözüküyor. İnşallah vatana millete hayırlı olur diyelim.
Ülgen: Henüz resmî bir şey olmadı, Bir kere üyelik o kadar da garanti değil.

Ruşen Çakır: Bir de kabul etmezlerse?
Ülgen: İşte öyle bir risk de var. O zaman bir süre bekler. Türkiye’nin bu noktadan sonra, en azından siyâsî hava değişmedikçe geri adım atacağını düşünmüyorum. Ama eğer olursa, o zaman da Türkiye’nin iki kutup ilişkisine… Çünkü bunlar en nihâyetinde iki kutup ilişki olacak. Bakın, meselâ Ukrayna Savaşı’nda gördük: Daha iki gün önce gazetelere yansıyan bir habere göre, İran Rusya’ya balistik füze temin ediyor, Çin teknoloji temin ediyor. Rusya da bunun karşılığında Çin’e askerî teknoloji temin ediyor. Şimdi karşımıza böyle bir kutup çıkıyor, Rusya, Çin ve İran kutbu. Bu güçlenen kutup ilişkisinin bir parçası olmanın, en azından ona yakınlaşmanın birtakım siyâsî sonuçları olması riski var. Bunları da hesâba katmak gerekiyor. O yüzden eğer bu BRICS üyeliği olursa, Türkiye’nin çok mahâretli bir diplomasiyle, hem olası avantajlarını maksimize etmek hem de Batı’yla ilişkisinde bunun yaratabileceği potansiyel tahrîbâtı ortadan kaldırmaya yönelik daha dikkatli bir diplomasi yürütmesi îcap edecektir. Bunun bir parçası da kendi içinde yapacağı reformlarla, Batı’da ayağını yere daha sağlam basan bir ülke olması, daha da önem kazanacaktır.

Ruşen Çakır: Sana konunun tamâmen dışında bir şey daha soracağım. Sisi’nin Türkiye’ye gelmesini nasıl buldun?
Ülgen: Ben çok olumlu buldum. Türkiye ve Mısır’ın, artık geçmiş husûmetlerini geride bırakarak, bölgede daha işbirliğine odaklı bir ilişki kurmaları, hem Türkiye hem Mısır hem de bütün bölge için çok yararlı. Çünkü ikili ilişkinin ötesinde, Libya ve Etiyopya gibi Türkiye’nin aktif diplomasi yürüttüğü yerler açısından ve bölgedeki istikrar bakımından da önemli. Burada Mısır’ı karşımızda değil, en azından biraz daha yanımızda görmek Türkiye için de faydalı olacaktır.

Ruşen Çakır: Evet. Tabiî arada heder olan 11 yıl var.
Ülgen: Tam da bu nedenle bu konuşmaları yapıyoruz. Dış politika ekonomi gibi değil. Dış politikada attığınız adımın mâliyeti çok uzun bir vâdeye yayılabilir. Ekonominin mâliyeti de çok büyük; ama ekonomiyi düzeltme imkânı gene bizim elimizde. Nitekim hükûmet, geçtiğimiz yıl Mayıs seçimlerinden sonra doğru bir kulvara girdi. Ama dış politikada bunu düzeltebilmek sâdece size bağlı değil. Biraz da karşı tarafın masaya gelmesi lâzım. Şimdi Mısır ile bu olabiliyor. Biz 2020 sonundan bu yana, yani 4 yıldır Mısır’a sürekli bunu yapmaya çalışıyoruz. En sonunda Mısır da artık “Tamam” deyip el sıkıştı gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Evet Sinan, çok sağ ol. EDAM Direktörü Sinan Ülgen ile “BRICS nedir? Türkiye’nin başvurusunun anlamı nedir? Türkiye üye olursa ne olur?” sorularının cevâbını aradık. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
18.09.2024 Transatlantik: İsrail’den Hizbullah’a siber saldırı - Trump’a ikinci sûikast girişimi - ABD Irak’tan çekiliyor
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
13.09.2024 Haftaya Bakış (231): İmamoğlu-Yavaş rekabeti - Narin Güran cinâyetinde tutuklamalar - Genç teğmenler krizi
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı