AKP’nin yaklaşık 10 yıllık iktidarını, eski iktidar sahiplerinin yerlerini terk etmemek için direnmeleri, yenilerin de eskilerle iktidarı paylaşmaya yanaşmamaları olarak özetleyebiliriz. Bu çekişme özellike son 5 yılda iyice kızıştı ve eskiler mutlak bir şekilde mağlup oldular. Fakat Türkiye’de iktidar savaşları bitmedi, benim “yeni tür iktidar savaşları” olarak tanımladığım, alışık olmadığımız türden rekabet, köşe kapmaca, çatışma ve hatta savaşlara tanık olduk, oluyoruz.
Bunun nedeni, ülkenin son beş yılında birinci derecede belirleyici olan bir siyasi ittifakın çatırdamaya başlamasıdır. Bu siyasi ittifakın bileşenlerinin, kendileriyle birlikte hareket etmeye yanaşmayan hemen herkesi tasfiye ettikten sonra iktidar sahnesinde yalnız kalınca birbirleriyle mücadele etmeye başladıklarını pekala ileri sürebiliriz.
“Yeni tür iktidar savaşları”
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in KCK soruşturması kapsamında “şüpheli” olarak savcılığa ifade vermeye çağrılmaları; hemen ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki üst düzeydeki görevden almalar bu “yeni tür iktidar savaşları”nın yeni safhaları olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu iddiamı temellendirmek için birkaç hatırlatma yapmak isterim:
1) Gerek eski, gerek şimdiki MİT müsteşarlarının Abdullah Öcalan ve PKK ile temaslarını devletin bilgi, onay ve teşviği olmadan yürütmüş olmaları imkansızdır. Zaten Başbakan Erdoğan da bunu değişik vesilelerle dile getirdi.
2) Kurum dışından olmasına rağmen genç yaşta MİT’in başına getirilen Hakan Fidan, AKP hükümetinin güvenlik bürokrasisi içinde en çok güvendiği isimlerin belki de başında geliyor.
3) MİT, Uludere Roboski faciasının ardından bazı çevreler tarafından çok sert bir şekilde eleştirildi, Başbakan da bunlara neredeyse aynı sertlikte karşılık verdi. Daha sonra devletin zirvesinin, kuruluş yıldönümünde MİT kampüsünü birlikte ziyaret etmeleri hem kurumun, hem Fidan’ın itibarını güçlendirme yolunda bir jestti.
4) Hükümetin şu günlerde birinci önceliği Suriye. Ardından İran geliyor. Tam da böyle bir dönemde MİT’in ve müsteşarının (Fidan’ın İran’ın nükleer çalışmaları konusunda özel olarak uzman olduğunu biliyoruz) bu şekilde gündeme geliyor olmasının siyasi iktidarın en son isteyeceği bir gelişme olduğu açıktır.
5) Hükümet her ne kadar belli bir süredir Kürt sorununda baskı politikalarını öne çıkarmış olsa da, sorunun müzakereler yoluyla çözümü seçeneğini tam olarak çöpe atmış değil. Hatta kentler ve kırsal alandaki yoğun operasyonları, müzakere aşamasına geçmeden önce bir tür mıntıka temizliği olarak görenler de var. Dolayısıyla Öcalan ve PKK ile görüşmenin bu şekilde kriminalize edilmesinin Kürt sorununun çözümüne herhangi bir katkısı olmayacağı açıktır.
Uzun şikayetçi kuyruğu
Eğer savcının Fidan, Taner ve Güneş’i KCK soruşturmasında “şüpheli” olarak çağrılması bundan diyelim ki 6-7 yıl önce olsaydı, “yargının yürütmeye direnişi”nin yeni bir örneği olarak görür ve bu bilek güreşinde kimin galip geleceğini beklerdik. Ama bu süre zarfında yargıda çok ama çok şey değişti. Artık kilit noktalarda hükümetin canını acıtabilecek işlemler yapabilecek savcı ve yargıçların bulunmadığını biliyoruz; bu tür şeyleri gönüllerinden geçirenler bulunsa dahi bu cesareti gösteremeyecekleri, gösterseler bile başarılı olamayacakları açıktır.
Tam da bu noktada yazımızın başlığına geliyoruz: Bumerang, yani gelip sahibini vuran silah. Evet, özel yetkili mahkemeler başta olmak üzere bu yeni yargı düzeni AKP’nin ürünüdür. Ve “yeni Türkiye”nin “yeni yargısı”ndan şikayet edenlerin oluşturduğu o uzun kuyruğa siyasi iktidar da dahil olmak üzeredir.
Son olarak İlker Başbuğ olayında, devletin tepesinden gelen “tutuksuz yargılansın” ve “Yüce Divan’da yargılansın” taleplerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Hakan Fidan olayında da hükümetten hayret nidaları yükseliyor fakat bunların sonuç alıcı olup olmayacağı kesin değil.
Kesin olan, yeni tür iktidar mücadelelerinin daha da şiddetlenerek sürme ihtimalinin hayli yüksek olduğu.