2012'Yİ UĞURLARKEN/3
Gül-Erdoğan ilişkisi: Rekabetten kavga çıkmasını bekleyen hayal kırıklığına uğrar
Geçen yıl iç siyasetle ilgili tartışmalarda en çok karşımıza çıkan kavramlardan biri "fitne", diğeriyse "nifak"tı. Hemen hemen eşanlamlı olan bu iki kavramla en çok AKP hükümetiyle Fethullah Gülen cemaati arasındaki ilişkileri sorgulamaya kalktığımızda karşılaştık. MİT krizinin iyice alenileştirdiği iktidar mücadelesi belli bir tempoda, kimi zaman şiddetlenip kimi zaman hafifleyerek sürerken, buna dikkat çekmek isteyen üçüncü şahıslar, her iki tarafın sözcüleri tarafından "fitne çıkarmak" veya "nifak tohumları ekmek"le suçlandı.
İki tarafı da sevmeyen bazı iç ve dış odakların bu mücadeleyi kızıştırmak istediği muhakkak. Öte yandan şu ya da bu nedenle tercihini taraflardan birinden yana yapıp varolan iktidar mücadelesini bambaşka boyutlara taşımak isteyenler de oldu ve bundan sonra olacaktır. Ne var ki bu tür çıkar hesapları yapanların varlığı AKP ile Gülen cemaati arasındaki mücadelenin varlığını örtemiyor.
Söyleşinin öncesi ve sonrası
"Fitne" ve "nifak" kavramları Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan'ın arasındaki ilişkiler masaya yatırılmak istendiğinde de sık sık karşımıza çıktı. Eğer Cumhurbaşkanı Sözcüsü Ahmet Sever Temmuz ayı sonunda bize o söyleşiyi vermese (
Cumhurbaşkanı pekala yeniden aday olabilir, neden olmasın? - Söyleşi: Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever) veya eğer Gül, hükümet çevrelerinin beklediği gibi Sever'i tekzip etse, Çankaya'nın bazı konularda rahatsız olduğu iddiaları sadece siyasi kulislerde konuşulur olmaya devam edecek, kamuoyuna mal olmayacaktı.
Gül'ün en çok kendi siyasi geleceği üzerine iktidar partisinin bazı ileri gelenlerinin bazı planlamalar yapmasından ve bunları sanki kendi onayı varmış gibi kamuoyuyla paylaşmasından rahatsız olduğunu o söyleşiden öğrendik. Ama daha sonra yaşanan bazı gelişmelerde Gül ile Erdoğan arasında kimi zaman nüanslarla kendini gösteren fikir ve yaklaşım farklılıkları olduğunu gördük. Basın ve ifade özgürlüğü, idam cezası, 29 Ekim'de yaşanan olaylar, açlık grevleri, ODTÜ olayları gibi kritik konularda yaşanan bu farklılıkları kimileri "danışıklı dövüş" ya da "iyi polis-kötü polis numarası" diye önemsememeye çalışırken, son dönemde Başbakan Erdoğan'ın otoriter bir çizgiye kaydığını ileri süren bazı liberal isimlerse abartılı bir şekilde önemseyip Erdoğan'a alternatif olarak Gül'ü çıkarmaya çalıştılar.
Dönüşüme fren
Gül ile Erdoğan arasındaki ilişkinin, kendilerinin de vurguladığı gibi "kardeşlikten de öte" olduğunu, ikisini de biraz tanıyanlar bilir. Fakat bu ilişkileri aralarındaki farkları geçersiz kılmıyor ve bir tür rekabet içinde olmalarını engelleyemiyor. Peki nedir aralarındaki en temel fark? Bu soruyu cevaplamak için, AKP iktidarının birinci yılının sonunda Prof. Nilüfer Göle ile yaptığım bir söyleşiye (
AKP Neydiler Ne oldular? 4) başvurmak istiyorum. O söyleşinin başlığına Prof. Göle'nin "AKP hem kendi dönüşüyor hem Türkiye’yi dönüştürüyor" cümlesini çıkartmıştım. Gerçekten AKP'nin başarısının ardında ülkeyi dönüştürürken kendisinin (dolayısıyla kendi tabanının) de dönüşmesi yatıyordu. AKP'deki ileri doğru dönüşüm, bu partiye oy vermeyen insanlar için bir tür teminat işlevi de görüyordu. Fakat bir süredir iktidar partisinin kendi dönüşümünü durdurup ülkeyi dönüştürmeyi sürdürmeye çalıştığını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında, eskisi gibi çifte dönüşümde ısrar eden Gül'ün Başbakan'dan farklılaşması son derece doğaldır. Bu farklılığın devamı halinde, her ikisi arasındaki rekabetin Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça daha da yoğunlaşacağını kolaylıkla öngörebiliriz. Ancak daha önce de yazdığım gibi, bu rekabetten bir "kavga", hele "savaş" bekleyenleri ciddi bir hayal kırıklığının beklediği de aşikâr.
2013'de iyimserliği elden bırakmayalım
2012 çok kötü, hatta berbat geçti diyebiliriz. Ama geçmişe takılıp kalmayıp önümüze bakmalıyız. Her ne kadar objektif veriler kötümserliğe zemin hazırlasa da 2013 konusunda iyimserliği ön plana çıkarmak lazım. Galiba bu yıl iki temel konu ülkemizin kaderini yakından belirleyecek: İlki tabii ki Kürt sorunu, ikincisi Suriye'den hareketle bölgesel sorunlar.
Hürriyet Gazetesi'nin Okan Konuralp imzalı dünkü manşetinden MİT ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerin olumlu seyrettiğini öğrendik. Hedef kuşkusuz PKK'nın silah bırakması. Ancak Öcalan'ın ikna edilmesi ve ardından onun örgütü ve genel olarak hareketi ikna etmesi çok kolay olmayabilir. İçerden çıkabilecek dirençlere ek olarak çatışma ortamının sürmesini arzulayan iç ve dış odakların ellerinden geleni artlarına koymayacakları malum.
Suriye konusu galiba biraz daha karışık. Öncelikle Esad rejimi beklenenden daha dirençli çıktı, direnişini sürdürmesi halinde iç savaş daha da kızışacaktır. İkinci olarak, Esad giderse yerine kimin geleceği, Suriye'de nasıl bir rejim inşa edileceği belirsiz. Ve nihayet, Suriye'den sonra sıranın İran'a gelme ihtimali çok yüksek.
Yine de biz 2013'ün ülkemize ve bölgemize barış getireceği temennimizi dile getirelim ve bu hedef için çabalamaya söz verelim.
Herkese sağlık, mutluluk ve barış dolu bir 2013 diliyorum.