Haftaya Bakış (261): Boykot iktidarı neden korkutuyor? Bahçeli'nin dönüşü & CHP'nin olağanüstü kurultayı

04.04.2025 medyascope.tv

4 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Kemal Can: Merhaba, iyi günler. Bu hafta Ruşen Çakır İstanbul dışında olduğu için ‘Haftaya Bakış’ı açma görevi bana düştü. Belki sosyal medyadaki paylaşımlardan da görmüşsünüzdür, sıcak gelişmeler var.  Bugünün başlıkları, Bahçeli'nin yeniden sahaya dönüşü, telefon görüşmeleri dışında görüntüsüyle tekrar ortaya çıkışı. Boykot tartışmaları, Erdoğan'ın açıklamaları ve tabii ki hafta sonu yapılacak CHP kurultayı. Başlıklarımız bunlar olacak. Ruşen'e de bir merhaba diyelim. Merhaba Ruşen. Şimdi ben sana söyleyeyim, Hoş geldin. Nasılsın? 

Ruşen Çakır: Medya boşluk kaldırmıyor. Hemen yerimi doldurmuşsun bakıyorum, hadi bakalım.
Kemal Can: Yok, ben senin yerini dolduramam tabii ama gayret ederim. Hemen bugünün sıcak gündeminden başlayalım. Bahçeli haftalardır, neredeyse aylardır görünmüyordu. Sağlığıyla ilgili çeşitli spekülasyonlara neden olan biçimde, neredeyse hiç görüntüsü olmamıştı. Grup toplantılarına katılmıyordu. Birtakım telefon görüşmeleri yapıyordu ama kendisi hiç görüntü vermemişti. Bugün buna bir son verildi. Hem parti merkezinden aşağıda toplanan insanlara el salladı, hem Türkeş'in mezarını ziyarete gitti. Kendisini sadece fotoğraf olarak değil hareketli, görüntü olarak gördük. Önümüzdeki hafta nasıl devam edeceğini de izleyeceğiz. Ama bu, çeşitli spekülasyonların sona ermesi açısından ilginçti. Çünkü Bahçeli aslında bu haftaya da Türkgün gazetesinde peş peşe yayınlanan üç yazıyla damgasını vurmuştu, gündemle ilgili önemli çıkışlar yapmıştı. Ben o konuda bir şeyler söyleyeceğim, ama önce hem Bahçeli'nin ortaya çıkışı, hem önümüzdeki hafta devamının nasıl geleceği konusunda sendeki bilgileri ve tabii ki bu konuda, özellikle süreç konusundaki açıklamalarından sana geçenleri bir dinleyelim.

Ruşen Çakır: Kemal biliyorsun çok spekülasyon yapıldı. Çok kişi Bahçeli'nin aslında öldüğünü ya da entübe edildiğini söyledi. Sosyal medyada bu konuda çok şeyler oldu. “Hayır, ölmemiştir,” dediğimizde de sanki biz yalancı olduk. Seni bilmiyorum ama mesela ben başından itibaren,  “Ölmemiştir herhalde. Telefonlar açıyor, açıklamalar yapıyor” deyince, insanlar, “Sen de amma safsın. Yapay zekâyla konuşuyordur, açıklamaları yardımcıları yazıyordur” dediler. Sonuçta gördük. Çok da kötü bir durumda değil, mesela tekerlekli sandalyede değil, yürüyor ediyor. Tabii ki bir yorgunluk hâli var. Bu anlamıyla en azından polemikleri, spekülasyonları bir kenara bıraktık, bir rahatladık. Dün Bahçeli’nin çıkacağı söylendiğinde ben MHP'den tanıdığım bazı isimlere sordum. Onlar da, “Büyük bir ihtimalle olacak ama daha kesin değil,” demişlerdi. Sabah da ilk törene katılamadığı haberi gelince, “Olmayacak” denildi. Sonuçta çıktı. Şimdi en çok merak edilen Salı günü grup toplantısı yapıp yapmayacağı. Ben şahsen çok merak ediyorum. Eğer grup toplantısı yapacaksa muhakkak orada olmak istiyorum. Öğrendiğim kadarıyla Salı günü grup toplantısı yapmak istiyor, ama bunun netleşmesi Pazartesi günü olacakmış. Yani şu anda Salı günü grup toplantısı yapacak diye kesin bir şey yok. Ama muhtemelen yapacak ve pazartesi günü bunu öğreneceğiz.
Tabii burada senin bahsettiğin çok önemli birçok husus var. Yazdığı yazılarda, özellikle ilk bölümde çözüm sürecine yaptığı vurgu çok anlamlıydı. Çünkü 19 Mart kriziyle beraber çözüm süreci bir anlamda askıya kalktı ve çözüm sürecinin sahibi olarak da Bahçeli'yi biliyoruz. Dolayısıyla ben şahsen Bahçeli'nin bu durumdan rahatsız olduğunu varsayıyordum. Ve o yazıyı okuduğumda da bunu, rahatsızlığın bir şekilde dile getirilmesi olarak düşündüm. Hatta ‘’Bahçeli çözüm sürecini, MHP'yi ve devleti kurtarmaya çalışıyor’’ diye bir yayın https://medyascope.tv/2025/03/31/bahceli-cozum-surecini-mhpyi-ve-devleti-kurtarmaya-calisiyor/ yaptım biliyorsun. Çünkü Türkiye'de şu yaşananlarla çözüm sürecinin kaldığı yerden devam etmesi mümkün gözükmüyor. Zaten askıda kaldı. PKK’nın Kandil’de kongre toplama beklentisi vardı. O konuda hiçbir gelişme yaşanmadı. Biliyorsun Bahçeli 19 Mart'tan önce yaptığı son açıklamada, “Malazgirt'e gelin, yapın,” demişti. Hatta Milli Savunma Bakanlığı'ndan açıklama gelmişti. Ama hiçbir gelişme olmadı. Bu apayrı bir olay aslında, çok önemli bir durum. Çünkü anladığım kadarıyla Kandil de, hatta belki de İmralı da, 19 Mart sonrası yaşananların biraz netleşmesini bekliyorlar. Şu haliyle kongre toplamak, silah bırakmak, kendisini feshetmek Kandil için çok anlamlı olmayacak. Ben öyle görüyorum.
Birazdan Erdoğan'la ilgili de konuşacağız. Erdoğan'ın bugün yaptığı açıklamada da birtakım şeyler var, onu daha sonra konuşuruz. Ama açıkçası, 19 Mart'ta Erdoğan'ın ve belki de Bahçeli'nin istediğinin gerçekleşmemesi, yani Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının tutuklanması ile CHP kendi içinde kavgaya tutuşacağı, CHP’nin iyice etkisizleşeceği, böylece iktidarın, Cumhur İttifakı’nın çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edeceği, belki de bu ortamda çözüm sürecini devam ettireceği gibi bir beklenti vardı. Ama CHP ilk günden, tabii ki öğrencilerin ve toplumsal muhalefetin katılımıyla bu oyunu bozdu. Anladığım kadarıyla, Bahçeli olayın bu noktaya gelmesinden çok memnun değil. Her ne kadar ikinci, üçüncü günkü yazılarında ve dün de yaptığı açıklamada CHP'ye boykot konusunda ve diğer konularda çok sert şeyler söylemiş olsa da, açıkçası ben en büyük rahatsızlığının çözüm süreci olduğunu düşünüyorum. Bir de özellikle Kürt siyasi hareketi de çözüm sürecinin böyle sahipsiz kalmasından çok rahatsızdı ve açık söylemek gerekirse onlar da Bahçeli'nin sağlığı için duacıydı. Çünkü Bahçeli'nin devre dışı kalması hâlinde, bu süreç sahipsiz kalacaktı. Şimdi Bahçeli'nin dönüşüyle beraber, birtakım şeylerin tekrar konuşulabileceği varsayılıyor. Ama ben hâlâ şundan emin değilim. Şu ortamda, 19 Mart sürerken, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları cezaevindeyken ve toplumsal muhalefet hâlâ istim üzerindeyken, bu kolay bir olay değil. Bilmiyorum, sen ne dersin?
Kemal Can: Evet, ben de bazı açılardan benzer düşünüyorum. Zaten şöyle bir durum var: Bahçeli’nin o üç yazısından birincisinin, ilk yazı olarak ortaya konulmasından dolayı, onun asıl mesajı taşıyan yazı olduğu kanaatindeyim. O yazıda bir an önce karar verme, bir an önce gereğini yapma konusundaki baskıyı, evet, fesih konusunda Kürt siyasi hareketini, PKK'yı zorlama, bir an önce fesih sürecini başlatma tazyiki var. Ama yazının ağırlıklı kısmı bence diğer tarafa ilişkindi. Daha çok, Erdoğan'a artık harekete geçme konusunda baskı oluşturan bir pozisyon içeriyordu. Mesela yargının bağımsız olması, yargının etkin hâle getirilmesi, daha kucaklayıcı bir dile geçilmesi gibi sözlerin doğrudan kimi muhatap aldığı, kime mesaj içerdiği çok açık. Yani açıkçası yargının daha etkin hâle getirilmesi ve tarafsızlığı konusunda, sanıyorum Bahçeli İmralı’dan ya da DEM Parti’den bir şey murat ediyor olamaz. Dolayısıyla bunu işaret ediyor. Süreçle ilgili olarak buna dikkat çekiyor olması tabii ki mesajın adresini değiştiriyor.
Biliyorsun, ben sürecin başından itibaren böyle bir tür rol paylaşımı, aslında aynı amaca giden bir süreçte, Bahçeli’yle Erdoğan’ın bir rol paylaşımı yaptığı fikrine çok katılmayıp, aralarında bir açı olduğunu, gerekçeler, yöntem, hız ve belki de hedefin tarifi konusunda bazı farklar olduğunu, aynı rotayı izliyor olsalar ya da aynı şeyi murat ediyor olsalar bile, içerikte bunun bazı farkları olduğunu düşünüyordum. Sürecin geldiğimiz noktasında, bugüne kadarki aşamalarında da bu farkın azalmayıp arttığı kanaatindeyim açıkçası. Çünkü bu farkın en önemli noktalarından biri Bahçeli'nin sürece bakışındaki gerekçeler ve o süreci oturttuğu genel bağlamla, Erdoğan'ın çok kısa vadeli pragmatik hesaplarının çoğu zaman üst üste gelmemesi önemli bir faktör. ve Erdoğan'ın hâlâ, sürecin kısa vadede kendisine ne kazandıracağı konusundaki tereddütlerini gidermediği için harekete geçmediği fikrini taşıyorum. İkinci önemli mesele şu: HTŞ’yle Rojava arasında varılan anlaşmadan sonra biraz ayrışmış olsa da, Suriye'deki gelişmelerle Türkiye'deki sürecin senkronizasyonunda da bir sıkıntı çıktığı kanaatindeyim. Açıkçası Suriye’de işler beklendiği gibi ilerleseydi, süreci ona entegre etmek daha kolay olacaktı. O konuda da birtakım problemler doğduğunu ve bu yüzden Erdoğan'ın harekete geçme konusunda daha yavaş davranmaya yöneldiğini… Burada tabii Bahçeli'nin sağlık sorunlarının fiilen ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum, ama mesela bugün ikisi arasında bir de görüşme gerçekleştiğini öğrendik. Bu süreçte Bahçeli pek çok kişiyle telefon görüşmesi yaptı. Hatta hiç alışılmadık telefon görüşmeleri yaptı. Ama Erdoğan'la açıklanmış bir teması olmamıştı. Bir temas olduysa bile bunun açıklanmadığını, duyurulmadığını biliyoruz. Bu da ilginç bir gelişme.
Bence Bahçeli’nin üç yazısı, tekrar devreye girmesi, Erdoğan'ın bugünkü sözleri ve hem Suriye'de yaşanan gelişmeler hem de 19 Mart hadisesi bir arada düşünüldüğünde, Bahçeli’yle Erdoğan arasında süreç bağlamındaki açının biraz daha belirgin hâle geldiğini düşünüyorum. Sen, ‘’Bahçeli süreci kurtarmaya çalışıyor’’ diye bunu biraz daha köşeli biçimde tarif ettin. Belki henüz onu söylemek için erken, ama açının daha belirgin hâle geldiği ve gösterilmesinden kaçınılmadığı fikrine daha yakın duruyorum. Tabii ki bundan sonra, özellikle 19 Mart'ın süreci nasıl etkileyeceği çok daha belirleyici olacak. Ama ben şu anda gelinen noktada, sıkıntının belirgin hâle geldiğini ve Bahçeli’nin özellikle ilk yazısında bu konuda tek tarafı sıkıştırmanın yetmeyeceğini gösteren bir tutuma işaret ettiğini, fakat o konuda belki biraz fazla ileriye gittiği için onu dengeleyecek ikinci ve üçüncü yazının geldiğini ve orada da biraz bunu dengelemek için abartılı biçimde CHP’ye dönük şeyler söylediğini, onun altını fazla çizdiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Boykot konusuna birazdan geleceğiz, ama bugün Erdoğan’ın Cuma namazı çıkışında söylediklerine bakıyorum, boykotun ters teptiğini, tam tersine çok başarılı olduğunu söylüyor. Bence Erdoğan'ın söyledikleri çok anlamlı: Türkiye dipdiri ayaktadır. Gündemi dipdiri elinde tutmaktadır ve Cumhur İttifakı Türkiye'nin şu anda her şeyidir. Kimse buradan kendine olumsuz bir pay çıkarmasın. Bunların hiçbiri tutmaz, tutmayacaktı diyor. Ve sürecin normal şekilde devam ettiğini, terörsüz Türkiye hedefinin yürüdüğünü de bugün yine söyledi.
Kemal Can: Yani aslında, Bahçeli'nin ilk yazısına bir cevap veriyor.

Ruşen Çakır: Cumhur İttifakı içinde bir sorun umanlar boşuna heveslenmesin. Süreç devam ediyor, bir aksama yok diyor, ki bence aksama var. 19 Mart'tan bu yana hiçbir şey yaşanmadı. Şimdi tabii şöyle bir seçenek var: Erdoğan İmralı heyetini kabul edecekti, bayram sonrası denilmişti. Belki önümüzdeki hafta İmralı heyetini kabul edecektir, muhtemelen böyle bir hamle olacaktır. Ama orada da şöyle bir soru var: Demin de söylemeye çalıştığım gibi, 19 Mart operasyonu sürerken çözüm süreci olayını nasıl sürdüreceksin? Bugün ya da dündüsanıyorum, Tuncer Bakırhan'ın bir yazısı vardı. Nisan ayında mecliste çözüm süreciyle ilgili birtakım faaliyetlerin olacağını söylüyor. Ama nasıl bir demokratikleşme olacak? Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları cezaevindeyken, yargının bağımsız olmadığı bu kadar aleni bir şekilde ortadayken, toplumun önemli bir kısmı çok ciddi bir şekilde itiraz içindeyken, nasıl bir demokratik rejim olacak? Dolayısıyla ben, Erdoğan ‘’sürece bir şey olmadı’’ dese dahi, ‘’Cumhur İttifakı sapasağlam ayakta’’ dese dahi, çözüm sürecinin artık sırf Erdoğan istedi diye yürümesinin imkânı olmadığını düşünüyorum. Ya da Erdoğan ve Bahçeli istedi diye yürümesinin imkânı yok. Kürt hareketi bence bu konuda çok daha dikkatli olacak, aceleci olmayacaktır diye düşünüyorum.
Kemal Can: Boykot meselesini ve ‘’Erdoğan nasıl devam edecek?’’ kısmını birazdan konuşuruz. Ama süreçle ilgili de şunu söylemek lazım. Erdoğan şimdiye kadar, yavaştan alan, yavaş davranan, karşı tarafın hamle ya da talepleri yerine getirmesini bekleyen bir pozisyondaydı. Şimdi roller değişmiş durumda. Senin söylediğin gibi, Kürt hareketi açısından, DEM Parti açısından, hatta İmralı açısından karşı taraftan hamle bekleyen pozisyonda. Eğer süreç devam ediyorsa, sürecin devam ettiğini sözden daha fazla biçimde göstermek için Erdoğan'ın bir şey yapması gerekiyor. Üstelik burada Bahçeli de yazdığı yazı dolayısıyla tekrar ara gaz hamlesini yapmış durumda. Bu noktada, şimdiye kadar olmadığı biçimde herkes Erdoğan'a dönmüş durumda. Fakat buradan Erdoğan’ın sözlerine dönersek, Erdoğan hem süreçle ilgili, “Devam ediyor” deme ihtiyacı duyuyor, hem de ayakta kaldıklarını söyleme ihtiyacı doğuyor. Aslında iki tane problemini, “Bir problem yok” diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Çünkü aslında ikisi de, verdiği cevaptaki gibi gelişmediğini herkesin gördüğü açıklıkta problem üretmeye başladı. Biraz önce söylediğim gibi, süreç sadece Türkiye'deki dinamikler açısından değil, uluslararası ve bölge dinamikleri açısından da sıkıntılı bir evreye girmiş durumda. Zaten acelenin, hızlı davranmanın nedenlerinden biri de buydu; Bahçeli'nin ilk andan itibaren işaret ettiği bir noktaydı. “Bir an önce, bir an önce” demesine neden olan şey, zaten bu durumun oluşacağına ilişkin beklentiydi. Şimdi onun sonuçlarını yavaş yavaş görmeye başladık. Dolayısıyla o acelenin gereği yapılmamış durumda. Ama iç dinamikler açısından da, Erdoğan'ın kısa vadeli pragmatik hesapları ya da kendi iktidarının devamıyla ilgili kurguladığı stratejinin içerisine süreci yerleştirmesi açısından başka sıkıntılar doğmuş durumda. Erdoğan şimdi bu ikisine de reddederek cevap üretmeye çalışıyor.
Fakat boykot meselesinde de gördüğümüz gibi, aslında ortaya çıkan şey sayısal göstergeler değil. İktidar cephesi daha önce miting sayılarıyla ilgili tartışma açmaya çalıştı, destek sandıklarının sonuçlarıyla alay etmeye çalıştılar. Şimdi boykotun ekonomik sonuçlarıyla ilgili, kimi devşirilmiş bilgilerle tablonun başka türlü olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Zaten sen de bugün bu konuda bir yayın https://medyascope.tv/2025/04/04/siyasi-iktidarin-boykot-panigi-bitecege-benzemiyor-video/ yaptın. Ama aslında sadece bu bile, bu durumun, özellikle boykotun siyasi bir sonuç aldığını gösteriyor. Çünkü boykot aslında iktisadi sonuçları için yapılan, birilerini sıkıştırmak ya da başka türlü davranmaya itmek için önemli bir araç, ama aynı zamanda siyasi bir enstrüman. Boykot da, miting de, sokak eylemleri de, protestolar da asıl olarak siyasi sonuçlarıyla tartışılması gereken şeyler. Siyasi sonuçları, iktidarın verdiği reaksiyondan gayet net biçimde görünüyor. Bunun çok açık siyasi sonuçları var. Bu siyasi sonuçların en başında da Erdoğan’ın, “Canımız acımadı ki, bir şey olmadı ki” deme ihtiyacı duyması geliyor. Bu bence önemli bir nokta.
Ama şu tarafını da gözden kaçırmamak lazım: Erdoğan'ın “Gündem hâlâ bizim elimizde” sözü, evet, muhalefetin son 2 hafta içerisinde, özellikle 19 Mart’tan sonraki süreçte pek çok yaratıcı hamlesiyle, toplumun kendiliğinden itmesiyle çok güçlü bir eylemlilik gösterisi, muhalefeti hem gündemi ele geçirmeye, hem de psikolojik üstünlüğü almaya taşıdığını gösteriyor. Bu konuda yaratıcı eylemlerle, yaratıcı hamlelerle bunu devam ettirmeyi de başardı. Fakat bu hamlelerin hemen hemen hepsi hâlâ reaktif hamleler sınırında ve bu açıdan da muhalefet stratejilerinin Erdoğan'ın nasıl devam edeceğine bağlı hâle gelmesi, Erdoğan’ın zamanı kendi lehine çevirebileceği inancını besliyor. ‘’Evet, bunlar bir süre etkinlik kazanabilirler’’ Ama kontrol bizim elimizde, Kontrolü kaybetmedik, kontrol bizde, zaman bizim lehimize’’ havası yaratmaya çalışıyor. Gezi’yle de o anlamda bir benzeşiklik kuruyor. Bunu kıracak şey, muhalefetin, iktidarın adımlarına bağlı olmayan, sadece ona göre verdiği reaksiyonlarla ateşlenebilen bir çizgiden çıkması ve kendi stratejisini kendi hamleleriyle kurabilmesi. Bu 19 Mart süreci başladığından beri söylediğim gibi, buradaki denge aslında dayanıklılık ve kararlılık testi açısından mücadelenin hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Mesela boykot, muhalefetin başardıkları kadar, iktidar üzerinde yarattığı etkiyle de bir siyasi netice verdi. Ama boykot, sayısal imza kampanyası, sembolik sandık sonuçları gibi yaratıcı hamleleri tekrarlayarak, aynısından bir tane daha yaparak çok devam ettirilemeyebilir. Erdoğan’ın ‘’gündem hâlâ bizim elimizde’’ derken buna güvendiğini düşünüyorum. İkinci nokta da son derece sıkıntılı biçimde, süreçle ilgili birtakım adımlarla gündemi tekrar etkileyebileceğini düşünüyor olabilir. Ama ben açıkçası şu anda iktidarın, özellikle Erdoğan'ın, ana rotasından çok ciddi bir değişiklik yaparak bir hamleyle avantaj sağlayabilecek donanıma, hazırlığa ve cephaneye sahip olduğunu düşünmüyorum.

Ruşen Çakır: Bu boykot meselesinde ben çok yorum yaptım. Senin de söylediğin gibi bu sabah da bunu tekrar uzun uzun değerlendirdim. Bunca yıldır bu ülkede gazetecilik yapıyoruz; açıkçası bakanların, eski Genelkurmay Başkanları’nın ellerinde market arabalarıyla video çektirmesi, Anadolu Ajansı'nın hemen rakamlar açıklaması, RTÜK Başkanının, “Fenerbahçe-Galatasaray maçı izlenme rekoru kırdı” diye açıklama yapması, bunların hepsi bir güç değil, güçsüzlük gösterisi. Bu çok açık. Zaten insanlar, boykot yapanlar da bunları görerek, yaptıkları işin sonuç aldığını düşünüyorlar. Kendi tabanlarına yönelik böyle bir şey yapıyor olabilirler. O ne kadar etkili oluyor, onu açıkçası çok kestiremiyorum. Ama bu boykot meselesinin ilk andan itibaren iktidarın canını çok yaktığı çok açık. Bugün sosyal medyada çok dolaşıyor, Yeni Şafak’tan Aydın Ünal'ın bir yazısı https://www.yenisafak.com/yazarlar/aydin-unal/miras-degil-alin-teri-4691584 var. Sen de görmüşsündür, Kemal.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Anadolu ihtilalinden filan bahsediyor. Aydın'ı yıllardır tanırım. Kendisi buna inanıyor mu? Mesela en son, Türkiye’ye getirecekleri yabancı grupların konserlerini düzenleyen arkadaşa bakacak olursak, bunun neresi ihtilal, neresi Anadolu? Diyanetten Başbakanlık Müşavirliğine atlayıp, ondan sonra birdenbire uluslararası organizasyonlar yapan ve bir tweet'te, “Milyon dolarlarım yandı’’ diyen birisinin neresi yerli ve milli, bunun neresi yerli? Belli ki tamamen gözetilmiş bir şey. Bunu Türkiye’deki sermaye savaşları gibi göstermeye çalışmaları... Mesela boykot listesinde olan Demirören mi Anadolu sermayesi ya da Şahenk mi? Doğuş Grubu’nda beraber çalıştık seninle, değil mi? O mu yerli ve milli ve Anadolu sermayesi? Hayır, bunlar, Anadolu’dan insanların verdiği oylarla iktidara gelmiş bir partinin ve bir liderin kayırmasıyla önleri açılmış insanlar. Zaten açıkmış, daha da açılmış. Demirören Ziraat Bankası'ndan o kredileri almasaydı, Doğan Grubu’nu satın alabilecek miydi mesela? Ya da Erdoğan’a rağmen Milli Piyango ihalesini alabilecek miydi? Milli Piyango gibi ülkenin en önemli kaynaklarından birisini Anadolu sermayesine mi peşkeş çektiler? Hayır. Sadece o yıkıldığı söylenen, zaten var olan sermayenin içerisinde, onlara yanaşanları kestiler. Bu boykot meselesi gerçekten tahmin ettiğimin ötesinde etkili oldu. Her şeyden önce, sokağa çıkmaktan çekinen, korkan ki bu çok doğal bir şey, ama tepkisi olan insanlara tepkisini gösterme, kendilerini mutlu etme imkânı tanıdı. Böyle yüz binlerce, belki milyonlarca insan var ve burada inisiyatifi kesinlikle muhalefet aldı. Bundan sonra nasıl sürdürür, ne yapar bilmiyorum.
Ama şunu gördük ki 19 Mart'tan bu zamana kadar yapılan dayanışma sandığı, boykot, imza kampanyası, 15 gün içerisinde Olağanüstü Kurultay kararı almak gibi, CHP'den peş peşe gelen böyle yaratıcı hamleleri, 19 Mart öncesinde kim beklerdi? Kendileri de beklemiyorlardı. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de pekâlâ bunu sürdürebilirler. Ama Erdoğan'ın söylediği o yeni heybe ve yeni turplar meselesi var, onu da not düşmek lazım. Herhalde bir de öyle bir şey deneyecekler, öyle gözüküyor. Birtakım spekülasyonlar var biliyorsun. Geçenlerde CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, “Yapay zekâyla birtakım videolar ve ses kayıtları açıklanacakmış” diye bir açıklama yaptı. Yapay zekâ ya da değil, video, ses kaydı, şu bu, yeni belediye başkanlarının hedef alınması, yeni operasyonlar olabilir. Gezi davasıyla ilgili yeni operasyonlar yine olabilir. Ama bu açıkçası 19 Mart'ta başaramadıklarını bir kere daha denemek gibi çok riskli bir şey olur. Ne olur? Bunu da başaramazsa artık yapacak bir şeyi kalmaz.
Kemal Can: Evet. Bu siyasi sonuçları, boykotun sonuçlarını konuşuyoruz, ama sadece boykot değil. Boykot, miting ve sandıkla sınırlı olmayan siyaset yapma imkânları açısından baktığımızda, aslında bence en önemli siyasi sonuç şu: Artık hiçbir karşılığı yokmuş gibi düşünülen, kamuoyu denilen şey, kendisini yeniden buldu, kendi gücünün farkına vardı. Miting gibi sayısal verilerle ölçülebilen, boykot gibi siyasal etkilerle ölçülebilen şeyler yaparak, aslında hem toplumsal muhalefet hem de kurumsal muhalefet kendi zincirlerinden kurtuldu. Hatırla, çok yakın zamana kadar “Bizi sokağa çekmek istiyorlar. Türkiye sosyolojisi böyle şeyleri hiç tasvip etmez. Böyle yaparsak iktidarın tabanını konsolide ederiz” gibi söylemler vardı. Ama artık iktidarın hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan, böyle şeylerin tehlikeli olduğu, siyasetin yapılabilmesi için sandığın beklenmesi gerektiği fikri önemli ölçüde ortadan kalktı. Artık bunu çok hararetli savunan, neredeyse meselenin ABC'si gibi parmak sallayarak, herkese bu işin Amentüsü gibi sunulan pek çok teori, artık kimsenin dilinde değil. Çünkü hem kurumsal siyaset hem de toplumsal muhalefet kendi gücünün farkına varıyor bu tür şeylerle. Bu çok önemli bir siyasi sonuç.
Burada sadece iktidar baskı araçlarını kullanmıyor. Erdoğan'ın bugünkü açıklamasında da, bir yandan hesabını sorabileceklerini, tıpkı 12 yıl önce olmuş şeyleri bile bugün tekrar soruşturma konusu yaparak insanları hapse atabileceklerini gösteriyorlar, baskı aygıtlarını ortaya koyuyorlar. Ama bir yandan da ‘’bunlarla sonuç alınamaz’’ fikrini canlı tutmaya çalışıyorlar. Aslında tam tersine, ölmüş bir şeyi canlandırmaya çalışan onlar. Çünkü insanlar bu tür siyasi enstrümanları kullanarak hem kendi varlıklarının farkına varıyorlar, hem de kendi varlıklarını göstererek, onları yok sayanlara kendilerinin varlığını hatırlatıyorlar. Bu çok önemli bir siyasi sonuç bence. Dolayısıyla asıl mesele de bu. Zaten senin de boykotla ilgili söylediğin reaksiyona bakarak, alınan sonuca bakmak buradan önemli. Bence böyle bir tarafı var. Ama kamuoyu ve kurumsal muhalefet birbirlerini, “Aslında sen güçlüsün, daha fazlasını yapabilirsin” diye ikna etmeye çalışıyor. Bu konuda yol almaları ve bu entegrasyonun devam etmesi lazım. Şimdi araya bir kurultay başlığı girecek, onu da konuşacağız. Kurultaydan sonraki yol haritası, bu konuda yeni bir yaratıcı sürecin başlayıp başlamayacağının işaretlerini de verecek. Bu pencereden başlarsak, kurultay, bu sürecin devamını getirmek açısından nasıl sonuçlar verebilir, ne bekleniyor? O tarafına bir bakalım istersen.

Ruşen Çakır: Biraz önce konuştuğumuz çözüm süreciyle ilgili bir not eklemek istiyorum. Malum, Nevroz'da Abdullah Öcalan'ın mesajı okunmadı biliyorsun. İmralı heyetinin gitmesine izin verilmedi diye yansımıştı, ama ben bugün çok güvendiğim bir yerlerden, Öcalan, 19 Mart nedeniyle mesaj vermek istememiş diye bir şey duydum. Yani 19 Mart ortamında, 21 Mart'taki Nevroz’da bir mesaj vermek istememiş diye duydum. Bu eğer gerçekten doğruysa, ki doğru olma ihtimali çok yüksek, çok ilginç. Bunu bir not olarak düşeyim. Kurultay meselesine gelirsek: Bir kere geçen kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu'nun ekibinden birileri listeyi delmişti. Galiba bu sefer blok liste olacak ve Özgür Özel herhalde parti meclisini sadece kendisini destekleyen kişilerden oluşturacak. Yani çarşaf liste olmayıp blok olunca gelemiyorlar biliyorsun. Böyle bir olay konuşuluyor, bu önemli. Bir diğer husus, Kemal Kılıçdaroğlu'nun aday olmayacağını açıklaması ki bunu bir kıyakmış gibi yaptı, ama olsaydı herhalde artık bir daha hiçbir şey söyleyemezdi diye düşünüyorum. Sonuçta Özgür Özel girecek. Küçük bir salonda yapılacak biliyorsun. Çünkü büyük salonları ayarlayamamışlar ya da büyük salonlar genellikle bakanlıklarda, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nda, değil mi?
Kemal Can: Evet. Kurultayı Yeni Mahalle Belediyesi'nin bir salonunda yapıyorlar.

Ruşen Çakır: Evet, onun için ve küçük bir salonda yapıyorlar. O yüzden basın mensuplarına mesela yan tarafta dışarıda bir yer ayarlamışlar. Uzaktan izlemekle orada yan odada izlemek arasında pek bir fark olmayacağı için ben gitmekten vazgeçtim. Ama arkadaşlarımız orada olacak. Bence bu kurultayın en önemli özelliği, bir kere CHP'ye kayyum atanması olayının önüne geçmesi. Kayyum atanmamış olması, atanmayacak anlamına gelmiyor. Biliyorsun İstanbul Kongresi’yle ilgili soruşturma hâlâ sürüyor ve o iptal edilebilir. Ama Özgür Özel de zaten, “Biz kayyum atanacak diye bunu yapıyoruz” dedi ve bir anlamda bu oyunu da boşa çıkartmış oldu. Özgür Özel, kurultayın ardından vatandaşı kurultay salonunun olduğu bölgeye çağırdı. Anlaşılan pazar günü bir tür miting de olacak. O da bir başka gövde gösterisi olacak. Bence CHP bunu yaparak, CHP'yi kayyum üzerinden iktidar eliyle dizayn etme girişimlerinin önüne geçmiş oldu. İkincisi, yakın çalışma ekibini kendi istediğine göre yeniden şekillendirme imkânı da bulmuş oldu. Üçüncüsü ne kadar önemli bilmiyorum, ama Kemal Kılıçdaroğlu parantezinin de tam kapanmasına neden olacak. Senin de demin dediğin gibi, bundan sonra neler bulacaklar? Şöyle bir açıklama yapmışlardı biliyorsun. Her Çarşamba günü İstanbul'da bir ilçede, her hafta sonu bir ilde miting yapacaklarını söylediler. O zaman, çarşamba günü İstanbul'da hangi ilçede, muhtemelen pazar ya da cumartesi günü de hangi ilde miting yapacaklarına bakacağız. Ama bu arada herhalde birtakım başka şeyler de geliştireceklerdir. Bu arada, süren bir imza kampanyası var tabii. O imza kampanyasında hedef olarak 30 milyon gibi bir rakam telaffuz ettiler. Biliyorsun dayanışma sandığında 15 milyonun üzerinde oy kullanılmıştı. İmzayı 30 milyon olarak bulurlarsa, bu gerçekten CHP için çok büyük başarı olur.
Kemal Can: Evet, senin söylediğin gibi kurultay, iktidarın muhalefet içerisinde, hatta muhalefet partileri içerisinde kolayca operasyon yapabilme ya da sadece bir küçük dürtmeyle oradaki fay hatlarını harekete geçirme yeteneği konusunda bir cevap aslında. Eğer sonrasında çeşitli spekülasyonlar üretilmezse, bu kurultaydan, bir birlik görüntüsüyle, en azından şeklen bile olsa bir birlik görüntüsüyle çıkabilmiş olması, iktidarın kolayca muhalefet aktörlerinin birbiriyle gerilimi üzerinden güç sağlamasının artık o kadar da kolay olmayacağını göstermek açısından önemli olacak. Çünkü bu kurultay öncesinde, iktidar yanlısı medya neredeyse iki haftadır, İstanbul Belediyesi ya da İmamoğlu soruşturmalarıyla ilgili spekülasyonlar kadar, CHP içerisinde olup bitecekler konusunda da çeşitli spekülasyonlara gaz vermeye, köpürtmeye çalıştı. Muhalefette görünen bazı isimleri de programlarında konuk yaparak bunu epeyce işlediler. Tabii kurultayın bu tür tartışmaların devam etmeyeceği bir biçimde bitmesi, belki genel muhalefet kamuoyuna önemli bir mesaj olur ve CHP'lilere de bir özgüven tazelemesi anlamı taşır. Tabii ki Özgür Özel’in buradan biraz daha güçlenerek, gücünü tahkim ederek çıkması da bir sonraki hamleler için ilerletici bir enerji sağlayabilir.
Şu imza konusuna ben de küçük bir değinmek istiyorum. İmzayı tıpkı o 15 milyon destek oyuyla birlikte, onun verdiği cesaretle formüle ettiklerini anlıyorum. Dolayısıyla o sayıyı büyütmek, gerekirse o sayıyı iki katına çıkartmak gibi bir hedef konulmuş durumda. Ben yine bu tür şeylerde sayısal sonuçlardan daha ziyade, bunun neyi harekete geçirdiğinin, siyasi alanı nasıl hareketlendirdiğinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer şu ana kadar gittiği şekilde, bu imza kampanyasının sokaklarda sınırlı merkezde kurulan stantlarda yapılan, insanların gelmesinin beklendiği bir faaliyet sınırında tutulmasının, sayılar yüksek olsa bile, biraz eksik bir biçim olduğu kanaatindeyim. Bu kampanya erken seçim gibi bir hedefle hareket ediyorsa, bunu bütün CHP teşkilatlarını bir tür hareketlendiren, bütün teşkilatı bu motivasyona taşıyan, seçim gönüllüleri ya da başka bir isim altında on binlerce CHP’linin ya da gönüllünün, evlere giderek, doğrudan tabanda yeni bir ilişki pratiği geliştirerek hem insanları motive ettiği, hem de kendisinin enerjisini yüksek tuttuğu bir kampanyaya çevirirlerse, bunun, sayısal sonucundan daha önemli etkileri olur diye düşünüyorum.  Bilmiyorum, belki önümüzdeki günlerde böyle bir şey de eklenecektir. Yani edilgen bir kampanya, miting, sandıklara çağrı gibi şeyler sonuçta hep insanların harekete geçmesi üzerine kurulmuş şeyler. Bu bir parti organizasyonu olduğunda, parti örgütünü harekete geçirme tarafının da önemli olduğunu, belki kurultay sonrasında bu konuda da bir hızlanma olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal toparlıyoruz herhalde.
Kemal Can: O zaman toparlayalım. Sözlerimiz bu kadar diyelim.

Ruşen Çakır: Şu anda saati netleştirmedik ama pazar günü CHP kurultayı canlı yayını yapacağız. Geçen cumartesi Maltepe mitinginde yaptığımız gibi seni yine yanımda tutacağım ve yine konuklarımız olacak. Tabii Ankara’dan iki arkadaşımız da bağlanacak. Göksel Göksu ve Senem Görür de Ankara'dan kurultayı ve ardından yapılacak mitingi izleyecekler. Pazar günü CHP kurultayını çok sayıda konukla canlı olarak takip edeceğimizi de duyuralım.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimizden Patreon ve YouTube Katıl’dan desteklerini rica edelim. Benden bu kadar, kapanışı sen yap.
Kemal Can: Peki, tamam. O zaman pazar günü tekrar görüşeceğiz. Haftaya Bakış’ta da tekrar birlikte olmak üzere. Şimdilik söyleyeceklerimiz bu kadar. Hepinize iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
06.04.2025 Erdoğan’ın CHP ile ilgili hiçbir hesabı tutmadı
04.04.2025 Haftaya Bakış (261): Boykot iktidarı neden korkutuyor? Bahçeli'nin dönüşü & CHP'nin olağanüstü kurultayı
04.04.2025 Siyasi iktidarın boykot paniği biteceğe benzemiyor
03.04.2025 Erdoğan gaza mı basacak, frene mi?
02.04.2025 Transatlantik: Türkiye'deki boykot çağrıları dünyada nasıl yorumlanıyor? Marine Le Pen'e siyaset yasağı, Trump'ın Körfez turu
02.04.2025 İnsanları zorla boykotçu yapıyorlar
01.04.2025 “Vicdanları kanayan AK Partililer”: Kim bunlar?
31.03.2025 Korku eşiği ne zaman ve nasıl aşıldı?
31.03.2025 Devlet Bahçeli çözüm sürecini, MHP’yi ve devleti kurtarmaya çalışıyor
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı