Hizbullah, Mustazaf-Der’in yargı tarafından kapatılmasının ardından “Mustazaflar hareketi” adıyla, sivil toplum faaliyetleri yerine yasal alanda siyasi çalışmayı temel almaya başladı. Ancak örgütün kaderinde devlet kadar, hatta yer yer ondan daha fazla, PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketiyle ilişkisi etkili olacak. Yeni döneminde bu iki örgüt arasındaki ilişkilerin nasıl gelişebileceğini tartışabilmek için önce geçmişe gitmemiz gerekiyor. Birkaç saptama yapalım:
Zemin aynı, yollar ayrı
1) Hizbullah ile PKK arasında çok sayıda benzerlik var. Örneğin ikisinin de temelleri 1970’li yılların sonunda atıldı. İki örgütün de kurucu liderleri, yani Abdullah Öcalan ile Hüseyin Velioğlu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. PKK Marksist-Leninist, Hizbullah ise İslamcı ideolojiyi esas almakla birlikte iki örgüt de Kürtler arasında doğdu, gelişti ve güçlendi; dolayısıyla birer Kürt hareketi olarak görüldüler. İki örgüt de şiddeti bir siyasal mücadele aracı olarak benimsedi ve buna geniş ölçüde başvurdu.
2) Özellikle ilk yıllarda Hizbullah Kürt kimliğini geri plana atarken PKK da Kürtlerde hayli egemen olan dindarlıkla arasına mesafe koydu. Bu durum, iki örgütün Kürtlük ortak paydasında birleşmelerini imkansız kıldığı gibi aralarındaki rekabetin kanlı bir çatışmaya evrilmesinde de etkili oldu.
3) Her iki örgüt de benzer toplumsal tabanlara sahip oldukları için sık sık karşı karşıya geldi. Nispeten daha güçlü oldukları yerlerin haritaları çıkarılırsa (sadece Güneydoğu değil metropoller ve hatta Avrupa da dahil) PKK ve Hizbullah’ın nerdeyse iç içe yaşadıkları görülecektir.
4) Bu iç içelik PKK’yı fazlasıyla rahatsız etti. PKK, kendisine rakip gördüğü grupları fazla zorlanmadan baskı ve şiddetle etkisizleştirmiş olduğu için Hizbullah’ı da kolay lokma olarak gördü ve 1990’lı yılların başlarında onu tasfiye etmeye kalktı. Ancak beklemediği bir dirençle karşılaştı. Derin devlet yapılanmalarının büyük ölçüde manipüle ettiği PKK-Hizbullah çatışmasında her iki taraf da, ama en çok PKK, büyük yaralar aldı.
5) Velioğlu’nun ölümünün ardından, Gaffar Okkan suikasti hariç, bir süre kendini unutturan Hizbullah, 2004’ten itibaren yasal alanda faaliyetlere başlayınca iki örgüt yine sık sık karşı karşıya geldi fakat birkaç olay dışında aralarında ciddi bir çatışma yaşanmadı.
Karşılıklı güvensizlik
Daha önce de belirtmiştim: Son dönemde PKK dine karşı hasmane tutumlardan iyice uzaklaştı hatta dindarları kazanmaya yönelik özel stratejiler geliştiriyor. Hizbullah da İslamcı kimliğini korumakla birlikte Kürt sorunu konusunda daha açık, somut politikaları benimsiyor. Her iki örgütün bu adımlarının onları birbirlerine yakınlaştırdığı açık ancak geçmişte yaşananlar ve bunun doğurduğu karşılıklı güvensizlik bu yakınlaşmayı ciddi olarak frenliyor.
PKK’nın Hizbullah’a bakışını kısaca, onun gerçek gücünü görmeye yanaşmama olarak tanımlayabiliriz. Öte yandan bu gücün devlet ve diğer odaklar tarafından aleyhine kullanıldığı veya kullanılabileceği düşüncesi PKK’yı Hizbullah konusunda dikkatli davranmaya sevk ediyor. Örneğin Öcalan bir ara Hizbullahçıların Demokratik Toplum Kongresi’nde yer alabileceklerini söyleyerek bir anlamda bu gücün meşruiyetini de kabul etmiş oldu. Ama bu çağrıya Hizbullah’tan olumlu bir karşılık gelmedi. Çünkü Öcalan Hizbullah’ı bir tür biat etmeye çağırmıştı ki bunun kabulü ancak örgütün kendisini feshetmesiyle mümkün olabilirdi, yani imkansızdı.
Hizbullah da PKK’ya karşı alabildiğine temkinli yaklaşıyor. Kendisini Kürt siyasi hareketinin merkezi görme gibi gerçekdışı bir tutum takınmayan Hizbullah’ın beklentisinin esas olarak PKK tarafından düşman olarak görülmeme olduğunu söyleyebiliriz.
Dolayısıyla PKK ile Hizbullah arasındaki ilişkilerin kısa, hatta orta vadede varabileceği noktayı, geçmişteki düşmanlıktan sıyrılma olarak öngörebiliriz. Ancak düşmanlığın bitmesi dostluğun, hele ittifakın başlayacağı anlamına gelmeyecektir. Özellikle Kürtlerin bu iki en önemli toplumsal ve siyasal hareketi arasındaki düşmanlığın sürmesini arzulayan bu kadar çok odak bulunduğu düşünülürse...