Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi

02.09.2024 medyascope.tv

2 Eylül 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Kara Harp Okulu’nda yaşanan “Subaylık yemini” bir olay hâline geldi ve tartışılıyor, tartışılmaya da devam edeceğe benziyor. Bu konuyu emekli Kurmay Yarbay Hakan Şahin’le konuşacağız. Hakan Bey, merhaba.
Hakan Şahin: Merhaba, Ruşen Bey.

Ruşen Çakır: Siz Serbestiyet’te bu konuyla ilgili çok kapsamlı bir yazı https://serbestiyet.com/featured/kara-harp-okulundaki-subaylik-yemini-olayi-180060/ yazdınız. Tabiî ordudan geldiğiniz için bâzı şeyleri biz sivillerin görmediği açılardan da görüyorsunuz. Yazınızda çok önemli detaylar var, bunların üzerinden teker teker geçelim. Ama önce bir son dakika gelişmesini aktarayım. Gazeteci Müyesser Yıldız, Kara Harp Okulu mezûniyet töreninden sonra kılıç çekip yemin eden ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atan teğmenler hakkında idârî tahkîkat başlatıldığını, kıdemli teğmenlerin bugün okula çağrıldığını, tahkîkatın tören nedeniyle değil, sosyal medya paylaşımları nedeniyle başlatıldığını söyledi. Bu size inandırıcı geliyor mu? Haber doğrudur da, gerekçe size inandırıcı geliyor mu?
Şahin: Bu haberi şimdi duydum, ama gerekçenin bir kısmı budur, evet. Ama tek gerekçe bu değil. Esas gerekçe, o törenden sonra yapılan ikinci yemin olayıdır gibi hissettim.

Ruşen Çakır: Şimdi isterseniz adım adım gidelim. Olay biraz karıştı. Bir de bilmeyen insanlar olayın üzerine balıklama atladılar ve yalan yanlış bilgiler ortaya atıldı. Meselâ bu yemin, ant nedir? Çünkü biliyoruz ki burada Kara Harp Okulu dönem birincisi olan Tğm. Ebru Eroğlu bunları yapıyor. Ama sizin yazınızı okuduğumuz zaman görüyoruz ki zâten öncesinde, törenin resmî kısmında, yine Tğm. Ebru Eroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde bir konuşma yapmış ve konuşmanın sonunda teğmenlere bir ant içirmiş. Bu ant, aslında öğrencilerin okula ilk girdiği zaman da içtikleri bir antmış, değil mi? Bu ant nedir, anlatabilir misiniz?
Şahin: Bu olayda gördüğümüz iki farklı ant var. Bir tânesi askerlik andı. Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 37. maddesinde geçen, kanunda metni yer alan askerlik andı. Kanunun o maddesinde, “Silâhlı Kuvvetler’e katılan her asker, katıldığında aşağıdaki yemini eder” diyor. Bu, askerlik andı. Erler, uzman çavuşlar, astsubaylar, subaylar, bütün askerler ilk bir aylık eğitimlerini tamamladıktan sonra bu yemini ederek asker sıfatı kazanıyor. 30 Ağustos’ta mezun olan bu teğmenler Harp Okulu’na 4 sene önce ilk girdiklerinde, ilk oryantasyon eğitimlerini tamamladıktan sonra bu yemini ediyorlar ve Harp Okulu’nun birinci sınıfına bu yemini etmiş olarak başlıyorlar. Tekrar altını çizmem gerekirse, bu metin “Askerlik andı” denen ve İç Hizmet Kanunu’nda geçen bir metin.
Fakat “Subaylık yemini” olarak adlandırılan bir başka metin daha var. Herhangi bir kanun ve yönetmelikte geçip geçmediğini bilmiyorum, araştırmalarım sonucunda bunun bilgisine ulaşamadım; ama bu subaylık yemini, benim de mezun olduğum yıl olan 1998’de, onun çok daha öncesinden îtibâren ve sonra da devam edecek şekilde, bütün Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları’nın mezûniyet törenlerinde, törenin resmî, planlı ve programlı bir parçası olarak, törene katılan Cumhurbaşkanı’nın ve devlet erkânının önünde, devre birincisi teğmen tarafından mezun olan bütün teğmenlere ettirilen bir metin. Bu metnin kullanımının ne zaman başladığını bilmiyorum; ama belki 30, 40, 50 yıldır ettirilen bir metin. Tekrar altını çizmek gerekirse, bahsettiğim bu ikinci metin, törenin resmî, planlı kısmında ettirilen bir metin. 2024 yılının 30 Ağustos’unda, dönem birincisi Tğm. Ebru Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı’nın önünde ettirdiği yemin ise demin bahsettiğim ilk metin, yani “Askerlik andı”. İkinci metnin, yani “Subaylık yemini”nin ne zamandan beri bu törenlerin resmî bir parçası olmaktan çıkartıldığı konusunda bir belirsizlik var; ama kesin olan şu ki, bu subaylık yemini, 2024 yılının 30 Ağustos’unda tören programı içerisinde teğmenlere ettirilmemiş.
Belki birazdan video kaydından izleteceksinizdir, tören sona erdikten sonra, herhalde bir cep telefonuyla veya amatör bir kamerayla çekilmiş bir görüntü var. Oradan şunu anlıyoruz: Tören sona eriyor, Cumhurbaşkanı ve izleyiciler, devlet erkânı alandan ayrılıyor. Törenin yapıldığı yer, Kara Harp Okulu’nun futbol sâhası, çim bir alan. O alanın ortasında, mezun olan teğmenlerin sayıca epey kalabalık bir kısmı bu ikinci metni, yani “Subaylık yemini”ni ediyorlar. Çekim açısından dolayı tam olarak kaç kişi olduğunu göremiyoruz; ama kesin olan bir şey var ki mezun teğmenlerin tamâmı orada değiller.

Ruşen Çakır: Evet, burada verdiğiniz bir rakam var. Normalde 960 mezun var; ama 300-400 kişi olduğunu söylüyorsunuz. Yani mezunların hepsi değil.
Şahin: Evet, benim gördüğüm belki 200, 350, 400 kişidir bilemiyorum; ama 960 kişinin olmadığı çok belirgin.

Ruşen Çakır: Hakan Bey, bir görüntülere bakalım. Teğmenler önce kılıçlarını çekip “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atıyorlar. O görüntüyü izleyelim önce:
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz, Mustafa Kemal’in askerleriyiz, Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”
Ant içeriz ki: Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız dâima keskin ve hazır olacaktır. Bizler, Türk istikbâlinin evlâtlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız ve şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türküm diyene!”

Ruşen Çakır: Evet, şimdi bu görüntülerde konuşulacak birçok husus var. Subaylık yeminine gelmeden önce, atılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı var. Bu sloganların Türkiye’de siyâsî arenada değişik vesîlelerle atıldığını biliyoruz ve genellikle de sivil birtakım gösterilerde, mitinglerde ya da bâzı üniversite mezûniyet törenlerinde atılıyor. Hatırlarsanız, Erciyes Üniversitesi’nde de olmuştu, başka yerlerde de oluyor. Bu aslında bir siyâsî duruş olarak algılanıyor. Tabiî, yeni subay, teğmen olmuş birilerinin kendini “Mustafa Kemal’in askeriyim” diye tanımlaması, ordunun yapısı gereği çok şaşırtıcı olmayabilir. Ama 960 kişinin mezun olduğu bir yerde, bunun 200, 300, 400 ya da 500’ünün, yani bir grubunun, böyle bir şeyle sâhaya çıkması sanki bir siyâsî duruş. Yanılıyor muyum?
Şahin: Bu sloganın bir siyâsî duruş olduğunu söylemek için elimizde yeterli veri var mı emin değilim. Bunun adına bir siyâsî duruş demek, oraya katılan teğmenler açısından aşırı bir yorum olabilir, fakat olağan bir şey olmadığı çok açık. Ben daha önce hem kendi yaşantım içerisinde hem de Cumhuriyet târihi boyunca Harp Okulu’nun târihi içerisinde böyle bir olay olduğunu –darbe dönemleri hariç– pek hatırlamıyorum. Mezûniyet töreninden sonra bir grup teğmenin toplanıp böyle bir slogan atması… Sloganın içeriğinden bağımsız olarak söylüyorum, bu başka bir slogan da olabilirdi. Bu sloganın kelimelerine ya da “Mustafa Kemal’in askeri olma” kavramına bir karşı duruşum olduğu açısından söylemiyorum; ama ister bu, ister başka bir slogan olsun, mezûniyet töreninden sonra devlet erkânı oradan ayrılmış, âileler ve kameralar henüz oradayken, bir grup teğmenin toplanması ve böyle bir slogan atması… Toplanma için çağrı sesleri de duyuluyor orada.  Birkaç öğrenci orada toplanmaları için “Acele edin, koşun toplanın” gibi uyarıyor arkadaşlarını. Orada Harp Okulu’ndan mezun olan teğmen düzenliliğine yakışmayacak bir karmaşa da var gibi hissettim ben.

Ruşen Çakır: Burada yeminin kendisinde en çok dikkat çeken husus, tabiî ki “laik, demokratik, Türkiye Cumhuriyeti” ibâresi oldu. Onun dışındaki sözler, meselâ “Toprağa uzanacak eller, karşısında bizi bulacak” ve “Ne mutlu Türküm diyene sözleri, iktidar yanlısı insanları çok da fazla rahatsız edecek bir şey olmayabilir; ama en çok tabiî ki “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına tepki verildi ya da kimileri sâhip çıktı. Esas vurgu: “Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti”. Ama bu ibârenin 2016’ya kadar zâten subay yemini olarak okunduğunu söylüyorsunuz. Aslında bu yeminin normal olarak okunmasında çok da büyük bir sorun olmaması lâzım.
Şahin: Evet, bence iki şeyi ayırt etmek lazım, biraz önce onu vurgulamaya çalıştım. “Mustafa Kemal’in askerleri” sloganından sonra, Tğm. Ebru Eroğlu’nun ettirdiği yemin, bu grubun kendisinin bulduğu, sözlerini kendisinin yazdığı, nereden çıktığı belli olmayan bir yemin metni değil. Demin söylemiştim, tekrar edeyim: Bu yemin, zâten on yıllardır mezûniyet törenlerinin resmî kısmında kullanılan bir yemin. Bana ilginç gelen, ilginç gelmesi gerektiğini düşündüğüm ve dikkat çekici bulduğum kısım şu: Hangi nedenle olduğunu bilmiyoruz, kim tarafından yapıldıysa onu da bilmiyoruz, bu yeminin 2024 yılı mezûniyet töreninde ettirilmesine bir yasak veya sınırlama getirilmiş; daha önceki yıllarda okutulan bu yemin metni, resmî programın bir parçası olmaktan çıkartılmış. Bunu kim çıkarttı bilmiyoruz. Cumhurbaşkanlığı mı çıkarttı? Milli Savunma Bakanlığı mı, Genelkurmay Başkanlığı mı, Millî Savunma Üniversitesi Rektörlüğü mü, Kara Harp Okulu Komutanlığı mı? Bu konuda bir bilgisizliğe sâhibiz ve bu bilgisizliğimizin giderileceğini de zannetmiyorum.
İlginç olan şu: Burada toplanan teğmenler, muhtemelen bu törenden birkaç gün önce veya bir süre önce şöyle bir karâra varmışlar anlaşılan: “Bizden önce mezun olan Harp Okulu mezunlarının ettiği bu yemini, bize tören içerisinde ettirmiyorlar. Dört sene önce zâten ettiğimiz bir andı Cumhurbaşkanı’nın önünde okutacaklar. Arkadaşlar, biz törenden sonra toplanıyoruz, bu yemini biz kendimiz edeceğiz” demişler. Ben öyle anlıyorum.

Ruşen Çakır: Yazınızda bunu bir “cesâret” olarak tanımlıyorsunuz.
Şahin: Evet, burada büyük bir cesâret var. Şu açıdan büyük bir cesâret var: Kendi Harp Okulu öğrenciliği yıllarımı hatırlamaya çalıştığımda, ben şimdi mezun olan bir teğmen olsam ve böyle bir durum olsa, “Arkadaşlar, tören bittikten sonra biz birkaç yüz kişi (çünkü tamâmı icâbet etmemiş bu öneriye) toplanacağız” diye bir öneride bulunan olsa, böyle bir şeye katılır mıydım emin değilim. Belki katılırdım. 22 yaşında genç ateşli bir teğmen katılabilir; ama emin değilim, bir düşünürdüm, en azından kontrollü olmaya çalışırdım. Bu kadar sayıda teğmenin böyle bir siyâsî konjonktürde böyle bir şey yapması ve bunların kameraya alınması… Meselâ şöyle de olabilirdi: Tören bitip, bütün alan dağılıp, kendi tabur binâlarına gidip, kameralar ortadan kalktıktan birkaç saat sonra ya da âilelerini yanlarına alıp arabalara binip okuldan son ayrılışlarını yapmadan önce, kameraların gözlerinden uzakta böyle bir şey olsa, bu daha anlaşılabilir bir şey olurdu. Ama burada anlaşılamaz bir şey var bence.
Daha önce, geçtiğimiz 10 Kasım’da Tuzla Piyâde Okulu’nda çok benzer bir olay oldu. 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıldönümünü anma töreninde Atatürk fotoğrafını takıp takmama konusunda teğmenler birbirine girdiler. Bir tarafta yüzlerce piyâde teğmen, diğer tarafta devre arkadaşı olan yüzlerce başka teğmen, birbirlerine girdiler ve yedi teğmen ihraç edildi. İhraç edilmek öyle kolay bir şey değil. Sekiz yıl okuduğun mesleğinden oluyorsun. Bu kadar çok sayıda teğmenin böyle bir şeyi göze almış olması, bana en azından soru işâreti doğurması gereken bir şey gibi geldi.

Ruşen Çakır: Evet, gerçekten çok önemli. Şimdi soruşturma olacak, tahkîkattan ne çıkar bilmiyoruz; ama açıkçası ben ona çok da îtibar etmeyi düşünmüyorum şahsen.  Ama tabiî bir de işin yarattığı yankılar var. Siz yazınızda bunları da ele almışsınız. Birbirinden tam zıt perspektifler; kimileri göklere çıkartıp, kimileri yerin dibine batırıyor ve herkes, kendi siyâsî ajandasına uygun bir şekilde bu teğmenlerin hareketini ya karşısına alıyor ya yanında duruyor. Böyle ilginç bir durum var. Sonuçta olay artık o görüntüler olmaktan çıktı, tartışmalara dönüştü. Meselâ şunu çok görüyorum: Bir zamanlar çok moda olan “askerî vesâyetle mücâdele” meselesi — ki bu devrin kapandığını biliyoruz. En son, kuvvet komutanlarının çektirdiği fotoğraflar ya da meselâ Jandarma Genel Komutanı’nın emekli olmadan hemen önce yaptığı o konuşma var. Artık askerî vesâyet falan gibi bir şey yok; ama birileri sanki tekrar yeniden bir oyuncak bulmuş gibi.  Biraz abartıyor muyum bilmiyorum; ama işte, “Yine askerî vesâyet hortladı” diyor. Meselâ Gelecek Partisi’nden bir milletvekili kalktı, “İyi, gelin, geçen sefer sizi halletmiştik, yine yapalım” dedi. Bunu söyleyen Gelecek Partisi’nden, yani iktidar partisi bile değil. Böyle bir durum var. Kimileri de, “Ne olacaktı ki? Tabiî ki onlar Mustafa Kemal’in askerleri” dedi. Sonuçta bu yaşananlar çok da sağlıklı bir gidişat olmadığını gösteriyor sanki.
Şahin: Katılıyorum, bence de sağlıklı bir gidişat değil. Bir defa bu toplumun çeşitli kesimleri, toplumdaki bu son yıllardaki kutuplaşmaya çok uyar bir şekilde bu olayla da kutuplaştı. Bu olayı yorumlama ve ne anlama geldiği konusunda bir karâra varma meselesinde, her iki kesimin de çok aceleci davrandıklarını düşünüyorum. Demin dediğiniz gibi, Atatürkçü ve Cumhuriyet değerlerine bağlı toplum kesimleri, “Tabiî canım, ya ne olacaktı? Teğmenlerin ettiği yeminden rahatsız olan vatan hâinidir veya başka bir şeydir” demeye kadar getirdiler. Burada teğmenlerin ettikleri yemine karşı bir duruş sergiliyor değiliz. Teğmenlerin ettiği yemini ben de etmiş birisiyim, o yemini ederek subay oldum. Fakat burada bambaşka bir şey var. Burası ya anlaşılmıyor ya da anlaşılmak istenmiyor. Burada çok ciddî bir cesâret ve cüret gerektiren bir olay var.
Benim merakım şu: Bu kadar çok sayıda teğmen, kendiliklerinden ve doğaçlama bir şekilde mi bu cesâreti ve cüreti gösterdiler, yoksa arkasında başka bir ajanda aramalı mıyız? Bu soruyu da şu zeminde soruyorum, biraz uzun bir açıklamaya gireceğim şimdi. Şunu gözden kaçırmayalım: Harp Okulları, eski Harp Okulları değil artık. Bununla ilgili de bir yazı https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/samsa-tatlilari-armutalan-sirtlari-ve-harp-okullari-173945/  yazmıştım bir ay kadar önce. Siyâsî iktidârın yaptığı ilk işlerden bir tânesi, 31 Temmuz 2016’da, yani 15 Temmuz^dan hemen 2 hafta sonra, bütün o hengâme sürerken, bir KHK ile Millî Savunma Üniversitesi isminde bir üniversite kurmak oldu. Bu üniversitenin kurulmasıyla birlikte, kuruluşlarından beri Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ve dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olan Harp Okulları’nı bu bağlantıdan çıkartıp, Millî Savunma Üniversitesi’ne bağladı. Millî Savunma Üniversitesi’nin başına da bir sivil rektör, Prof. Erhan Afyoncu getirildi biliyorsunuz. Bu rektör, doğrudan Millî Savunma Bakanlığı’na, oradan da Cumhurbaşkanı’na bağlandı. Harp Okulları’nın her birinin başına da sivil bir dekan atandı. Hiçbir askerî geçmişi olmayan bir dekan. Bu rektör ve dekana “îtibârî rütbe” denen bir rütbeyle, rektöre korgeneral, dekanlara da tümgeneral eşiti bir rütbe verildi ve o rütbelere uygun ayrıcalıklar tanındı. Harp Okulları Kanunu’nda bu düzenlemelere uygun şekilde değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerin en önemli düzenlemelerinden bir tânesi dekanın görev ve yetkileri kısmıydı: “Dekan, eğitim faaliyetleriyle ilgili her tür isteğini Harp Okulu komutanına yapar. Bu istek Harp Okulu komutanı tarafından gecikmeksizin yerine getirilir”. Biraz önce “denk” dedim, ama bu değişiklik, denkliği de aşan ve atanan sivil dekanı Harp Okulu komutanının da bir tık üstüne koyan yeni bir sistem getirildi. Sivil öğretim elemanlarının sayısı artırıldı. Bu öğretim elemanları ağırlıklı olarak sivil rektör ve sivil dekanlar tarafından seçildi. Harp Okulları 8 yıldır bu şekilde yönetiliyor.
Sekiz yıldır bu şekilde yönetilen Harp Okulları’nın öğrenci alım ve mülâkat komisyonlarında, siyâsî etkinin ve birtakım dinsel cemaat ve tarîkat bağlantılarının da etkili olduğuna yönelik kamuoyuna yansıyan çeşitli iddialar var. Tabiî bu iddiaların doğru olup olmadığını bilmiyoruz; ama bu yönde iddialar var. Böyle bir iklimde, böyle bir alım sürecinde seçilip Harp Okulu’na alınan, bu şekilde okutulan, 24 saati orada geçen, yattığı, kalktığı, okuduğu, gezdiği, dolaştığı her şey kontrol altında olan 960 teğmen arasından 300- 400 teğmenin, mezun oldukları gün törenden sonra çıkıp, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” deyip, sonra da bu kendilerine ettirilmeyen andı içmesi, anlatırken bil” bana inandırıcı olmayan bir film sahnesi gibi geldi.

Ruşen Çakır: Yani söylediğiniz şu: ‘’Bu sistemde, bu yeni düzenlemede, sayıları yüzlerce olan bir grubun neredeyse yarısının, böyle bir çizgiye, böyle bir duruşa nasıl geldikleri, bu cesârete nasıl ulaştıkları meselesi önemli. Bu teğmenlerle Silahlı Kuvvetler’in orta ve üst düzey yöneticileri arasında bu anlamda nasıl bir ilişki vardı?” diye soruyorsunuz yazınızda.
Şahin: Az önce, Müyesser Yıldız’ın bu öğrenciler hakkında idârî tahkîkat başlatıldığı haberini söylediniz. Bu soruşturma nasıl netîcelenir bilmiyorum; ama yukarısıyla teğmenler arasında fikir birliği konusunda bir soru işâreti var demek ki.

Ruşen Çakır: Bugün Mümtazer Türköne’nin yazısını https://www.turkishpost.net/mumtazer-turkone-yazdi-i-erdoganin-yenicerileri/ okudum internette. Bu subayları Yeniçerilere benzetiyor ve “Böyle bir yapıda üstlerinden bağımsız böyle bir şey yapamazlar” diye bir kesinlik katıyor. Siz de soruyorsunuz bunu; ama böyle bir kesinlikle, “Muhakkak böyle olmuştur” demiyorsunuz. Bu genç teğmenler böyle bir inisiyatifi pekâlâ kendi başlarına da almış olabilirler sanki.
Şahin: Asker olmayanların anlaması zor olan bir şeyden bahsedeceğim. “Harbiyeli Rûhu” dediğimiz şey ilginç bir şey. Bâzen Harp Okulu öğrencileri, aralarında konuşmadan da anlaşabilirler. Okul içindeki dersler dışında, komutanların gözünden uzakta oldukları o serbest zamanlarda sosyalleştikleri, gerçekten subay kimliği kazandıkları başka ortamlar da var. Şimdi öğrencilerin de hakkını yemek istemem doğrusu. Evet, Harp Okulu’nda böyle bir eğitim süreci, alım süreci vs. var ve “Bunların hepsi şöyle bir biçimde mezun oluyor” diyemem; çünkü ne şekilde mezun olduklarını bilmiyorum. Bu konuda da bir bilgi eksikliğimiz var. Fakat dediğiniz gibi, bu teğmenler yine de bu şekilde yetiştirmişlerse kendilerini, böyleyse bile, böyle bir törenden sonra böyle bir etkinlikte bulunmak yine de cüret ve cesâret gerektiren bir şey.

Ruşen Çakır: Bence en kritik mesele, yazınızın sonunda bahsettiğiniz “O teğmenler” ve “Bu teğmenler” meselesi. Çünkü bu Subay Yemini’ni edenler var, etmeyenler de var. Kimisi nötr kalmıştır, kimisi de bu yapılanı çok yanlış buluyordur. Ama sonuçta 960 teğmenin yekpâre olmadığını ve bunun da çok ciddî bir risk olduğunu söylüyorsunuz.
Şahin: Evet. Meslekî açıdan, askerî açıdan ve biz yurttaşlar açısından bir risk oluşturduğunu düşünüyorum. Ordunun kurum içi birtakım sorunlarına yol açabileceği gibi, bunu bir an için bir kenara koysak bile, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından da bir güvenlik sorunu oluşturabilecek bir durum. Bu cümlem abartılı gelebilir; ama şu yüzden: Dünyadaki bütün orduların birinci görevi, o ülkeyi, ülke üzerinde yaşayan insanları dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı, ülkenin kendisine verdiği silâhlarla korumak. Basit olarak böyle tanımlanabilir bir görev. Bunun ön koşullarından bir tânesi de askerlerin, özellikle de subayların, bu işi yerine getirirken bir duygudaşlık, bir birlik rûhu diyebileceğimiz durum içerisinde davranması. Bu teğmen arkadaşlar sınıf okullarına gidecekler, orada 1 yıl eğitim alacaklar ve önümüzdeki sene bu zamanlar, kura çekerek Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerindeki görev yerlerine tâyin olacaklar. Bir kısmı Edirne’ye, bir kısmı Hakkâri’ye, bir kısmı Libya’ya, bir kısmı Suriye’ye Afrin’e, Irak’ın kuzeyine gidecekler ve orada çok uygun olmayan, çok zorlu doğa ve görev koşullarında çalışacaklar. Hakkâri’deki bir üs bölgesini düşünelim. Zor kış şartlarında, şimdi bu yemini eden teğmen ve çim sâhanın diğer tarafında durarak bu yemine katılmayan iki tâne teğmeni; Ahmet Teğmen’le Mehmet Teğmen’i düşünelim. İkisi Hakkâri’deki aynı tabura, aynı bölüğe takım komutanı olarak atandılar. Aynı bölükteler, bir üs bölgesindeler. Üs bölgesinin doğu yakasındaki mevzilerden Ahmet Teğmen, batısındaki mevzilerden de Mehmet Teğmen sorumlu. Bu yemin olayı her ikisi açısından da birbirine karşı bir kimlik kartı göstermeye dönüşmüş durumda şu anda. İkisi de birbirine bakarken, Mehmet Ahmet’e, “Sen o yemine katılan teğmendin” diyecek. Ahmet de Mehmet’e, “Sen de katılmayan teğmendin” diyecek. Bunu sözlü olarak ifâde etmelerine gerek yok. Ama birbirlerini her gördükleri anda, görevle ilgili her koordinasyonda bulunmaları gerektiği anda, birbirlerinin gözünün içine böyle bakacaklar.
Bu bizim en son Balkan Harbi’nde yaşadığımız, herkesin dilinde olan müthiş tehlikelere yol açabilecek bir şey. Bunun, bu teğmenleri de aşan boyutlarının, sırf kendi çıkarlarına uygun olduğu için köpürtülmeden, kendi çıkarlarımız, ülkenin çıkarları, bu çocukların çıkarları ve Silâhlı Kuvvetler’in çıkarları için aklıselim sâhibi insanlar tarafından kesinlikle bir şekilde onarılması gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Siyâsî iktidârın, Erdoğan’ın, “Dindar nesil” diye bir perspektifi vardı. Kültürel iktidârı kazanmak gibi, bunda da başarılı olamadı büyük ölçüde. Sizin de demin anlattığınız darbe girişiminin ardından yapılan düzenlemelerle birlikte, ordunun ideolojik ya da rûhen oluşan eski omurgasını değiştirmek istedi. Bu yaşanan olay, sanki bunda da çok başarılı olamadığını gösteriyor. Siz şimdi bu olayın nedenini sorgularken birtakım şeyler söylüyorsunuz. Beni en çok etkileyen, yazınızdaki “Harp Okulu’nun her yerine sinmiş metafizik ve zaman-dışı bir ruh mu söz konusu?” cümlesi oldu. Siz oradan yetişmiş birisi olarak belli ki bir şey bilerek söylüyorsunuz. Biz dışarıdan akıl yürütüyoruz böyle bir şey hakkında. Böyle bir ruh mu var hakîkaten? Yani kim gelirse gelsin, ne olursa olsun, komutanlar kim olursa olsun, iktidarlar kim olursa olsun, o okulun içine sinmiş zaman-ötesi bir şey olabiliyor mu hakîkaten?
Şahin: Evet, bu söylediğim şeyin iddialı olduğunun farkındayım; ama bilimsel olarak ispatlayamam. Bunu sezgisel bir şey olarak söylüyorum. Ama çok belli ki mekânın, binâların, oradaki târihin, daha önce yaşanmış olayların, nesilden nesile yapılan aktarımların bir etkisi var. Biraz önce yapılan yasal yapısal değişikliklerden bahsettim. Ama şöyle bir gerçek de var: 2016, 2017, 2018’e gidelim. Evet, bu yapısal değişiklikler yapıldı, sivil bir dekan kondu, birtakım sivil öğretim elemanları alındı. Ama Harp Okulu öğrencilerinin askerî eğitimlerini gerçekleştirecek subaylar grubu var; takım komutanları var, bölük komutanları, yüzbaşılar, tabur komutanları, yarbaylar, alay komutanı, albay vs.. Siyâsî iktidârın bunları gökten zembille indirmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu rütbeler bakımından o geçmişteki Harp Okulu eğitimini almış ve o rûha sâhip kişilere dayanmak zorundaydı. 2016, 2017, 2018, 2019 yıllarında bu eğitimler o kişiler tarafından verildi. Dolayısıyla zaman-dışı, her şeyden bağımsız, ne olursa olsun değişmeyecek bir ruh, bir hava var. Evet, bu büyük bir iddia. Mutlaka etkilenir tabiî; ama etkilenmeyecek, etkiden kendini uzak tutacak kısımlar olduğunu düşünüyorum.
Anlaşılabilir olması için sivilden bir örnek vereyim: Örneğin Galatasaray Üniversitesi’nin kendine özgü bir havası var ve bu hava Boğaziçi Üniversitesi’nin havasından daha farklı. Boğaziçi’nin de kendine özgü bir havası var. Ankara Siyâsal’ın başka bir havası var, Hukuk Fakültesi’nin başka bir havası var. Meselâ hükûmet birkaç yıldır değiştirmeye çalışıyor Boğaziçi Üniversitesi’nin havasını; ama değiştirmeyi tam olarak başaramadı. Aynı değişimi 5’le, 10’la, 20 ile çarpıp Harp Okulları için de düşünmek lâzım. Bir de askerlik mesleğinin doğası var tabiî. Târih bilgisi olarak ilginç gelebilecek bir hatırlatmada bulunayım. Benim bildiğim kadarıyla Osmanlı padişahlarının çoğu Mevlevî Tarîkatı’na mensuptu. Sivil devlet erkânı Mevlevî Tarîkatı mensûbuydu diye biliyorum. Fakat Yeniçeri Ocağı, Bektâşî Tarîkatı’na mensuptu. Yeniçeri Ocağı’nın başkanı Bektâşî Tarîkatı’nın bir numaralı üyesiydi diye biliyorum. Dolayısıyla, Bektâşî Tarîkatı ile Mevlevî Tarîkatı arasında nasıl bir fark varsa –ki bir fark olduğunu biliyoruz– onu 300 400 sene sonra bugüne getirerek… Yani askerlik mesleğinin doğasından kaynaklanan, sâdece Türk askeri açısından da değil, mesleğin icrâ edilme biçimi açısından da mesleğin dikte ettiği bâzı özellikler var ve onları birtakım yasal, yapısal değişikliklerle tümden ortadan kaldırmak veya tümden değiştirmek mümkün değil; ileride de olması kolay olmayacak.

Ruşen Çakır: Bitirirken, yazınızda sorduğunuz bir soruyu size sormak istiyorum. “Her mesajın bir alıcısı olması gerektiğine göre, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ mesajının umulan alıcısı kimdi?” diye soruyorsunuz. Sizce kimdi?
Şahin: Siz Müyesser Yıldız’ın haberinden bahsettiniz ya; bu idârî tahkîkat yapılırken, bence bu sorunun teğmenlere sorulması lâzım — ben bilmiyorum. Ama çok alıcısının olduğu belli. Dolayısıyla mezun olan teğmenlerin attığı bu slogan üzerinden, toplumun bu mesaja karşılık verecek kesimleriyle bir ilişki, bir bağlantı kurmak isteyen her kimse, bu mesaj onlara yönelik atılmıştır diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Tabiî bir yanıyla siyâsî iktidar, bir yanıyla siyâsî iktidardan rahatsız olanlar var; ama esas olarak şurası muhakkak ki bu mesajı verenler var. Bu mesajı verenlere yönelik de bir tahkîkat var.
Şahin: Şöyle de olabilir: 27 Mayıs Darbesi’yle ilgili, o darbeye katılanların anılarını okurken bir şey dikkatimi çekmişti. Bu anılar, darbeden 10-15 sene sonra yazılıyor. Biliyorsunuz 27 Mayıs darbesini temel îtibâriyle Kara Harp Okulu yapmıştı. O öğrenciler tutuklamıştı Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı. Meclis’i de onlar bastılar. Hepsinin ortaklaşa söylediği bir şey vardı ve bu toplumsal hareketler kuramı açısından da doğru bir şey. Bir toplumsal olay başladığı zaman, ilk mermi atıldığı zaman, ilk slogan atıldığı zaman, onu kontrol etmek ve nereye gideceğini kestirmek de zor. Belki de bu toplanan teğmenler sâdece o ettirilmeyen subaylık yeminini etmek için toplanmışlardı. Ama aralarından birisi çıktı ve “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” dedi. Sonra yanındaki katıldı, sonra onun yanındaki katıldı ve bu böyle devam etti. Yani başlangıçtaki plan bu da olmayabilir. Belki sâdece yemin edip ayrılacaklardı.

Ruşen Çakır: Ama târih onları o planlar üzerinden değil, bu video üzerinden yazacak.
Şahin: İşte demek istediğim şey buydu. Bu tür şeyler çok tehlikeli ve kaygan zeminler. Dolayısıyla ilkesel olarak bu zeminlerden uzak durmak lâzım. Türkiye için, Türkiye demokrasisi için, kimin çıkarına olduğuna bakmaksızın tehlikeli bir zemin olduğu için, sonuçlarının nereye varacağını bilemeyeceğimiz için, bu tür şeylerden ilkesel olarak uzak durmakta fayda var.

Ruşen Çakır: Evet, ama videolar yayınlanır yayınlanmaz herkes kendisi açısından bunu çekip çekiştiriyor. Kimisi çok mutlu, kimisi çok öfkeli. Sonuçta bir ihtimal, hızlı bir fatura olacaksa, bu faturayı herhalde öncelikle bu genç teğmenler ödeyecekler.
Şahin: Bu kadar çok sayıda teğmene fatura kesilmesi bana uzak bir ihtimal geliyor. On kişi olsa fatura kesilirdi; ama dediğim gibi sayıyı tam olarak bilmiyoruz. Orada herhalde 200-300 kişi var. 960 teğmenden 300’üne fatura nasıl kesilir bilemiyorum. Sayı çok fazla çünkü. 

Ruşen Çakır: Umarım serinkanlılık hâkim olur. Ama burası Türkiye. Evet, çok ciddî bir olay yaşadık. Kara Harp Okulu’nun subaylık yemini siyâsî olarak çok ciddî bir şekilde yankı buldu. Ama olayın esâsında askerlikle ilgili, subaylıkla ilgili bir husus olduğu da muhakkak. Her şey birbirinin içine geçti.
Şahin: Bir şey daha ekleyeyim: Farklı birçok kesimden olayı yorumlamaya çalışan sesler geldi, ama dikkatinizi çektiyse bir tek yerden, siyâsî iktidar kanadından pek bir ses gelmedi.

Ruşen Çakır: Ama Özgür Özel fırsatı kaçırmadı biliyorsunuz. Hemen çok acâyip bir lâf etti.
Şahin: Evet. Ama meselâ Cumhurbaşkanı bu konuda ne düşünüyor onu merak ediyorum doğrusu.

Ruşen Çakır: Cumhurbaşkanı bu tür kriz anlarında genellikler birkaç gün bekliyor ve ondan sonra konuşuyor. Meselâ en son Meclis’te Ahmet Şık ve Alpay Özalan arasında yaşanan olayda da bekledi. Üç gün sonra bir açıklama yaparak tabiî ki Alpay Özalan’ın yanında yer aldı. Herhalde bu olayda da öyle bir şey olacaktır. Muhakkak bir şekilde gündemine gelecektir; ama şu anda ilk işâret fişeğini atan, iktidar yanlısı bâzı isimler ve tabiî ki sosyal medya trolleri, buradan, “Kemalizm’le ertelenen mücâdelenin artık zamânı geldi” gibi birtakım çıkarımlar yapıyorlar. Bekleyip göreceğiz.
Hakan Bey çok teşekkürler katıldığınız için. Gerçekten kritik, hassas ve bütün boyutlarıyla tartışılması gereken bir olay. Hakan Şahin’le Kara Harp Okulu’ndaki mezûniyet töreninde yaşanan “Subaylık yemini” olayını konuştuk. Belli ki önümüzdeki günlerde de bu olayı konuşmaya devam edeceğiz. Hakan Şahin’e tekrar teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür ediyoruz. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı