Selahattin Demirtaş çıkınca…

10.11.2025 medyascope.tv

10 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve iyi sabahlar. Selahattin Demirtaş yıllar sonra, 9 yıl oldu, özgürlüğüne kavuşacak mı? Artık hiçbir engel kalmadı. Sonuçta her ne kadar olay yargıyı ilgilendiriyor dese de olay Cumhurbaşkanı Erdoğan'da bitiyor. Kendisi öyle dedi: "Yargı," dedi, "Hukuk devletiyiz," dedi ama onun karar vermesi bekleniyor. Onun onay vermesi bekleniyor. O onay verdikten sonra Selahattin Demirtaş özgürlüğüne kavuşabilir. O onay vermediği müddetçe içeride kalmayı sürdürecek, Figen Yüksekdağ ve diğer arkadaşlarıyla birlikte. Eğer çıkarsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı uygulanırsa onun için başkaları için de uygulanmak durumunda olacak. Öncelikle ilk akla gelen Osman Kavala ve zaten çözüm süreci dediğimiz ya da terörsüz Türkiye dediğimiz süreçte herkes ısrarla artık somut bir şeyler yapılmasını, süreci savunanlar tabii, bekliyorlar ve bu anlamda Selahattin Demirtaş'ın çıkması, özgürlüğüne kavuşması Türkiye'de sürecin doğru yolda ve güçlü bir şekilde de ilerlediğini bize gösterecek. Normal şartlarda kendisinin Ekim ayının başında çıkmasını bekliyorduk ama sürekli ertelendi. Siyasi iktidar son anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yine itiraz ederek bunu geciktirdi. Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki son kararın ardından artık daha fazla hukuken bunu oyalama imkânı iktidar için kalmadı.
Burada tabii şöyle bir husus var: Birilerinin dile getirdiği, ‘‘Demirtaş'ın çıkmasını aslında kendi arkadaşları ya da partisi istemiyor ama en önemlisi Abdullah Öcalan istemiyor’’ rivayetleri – ki bunun değişik dönemlerde yaptığım yayınlarda ve yazdığım yazılarda gerçek olmadığını söylemeye çalıştım – bu bir akıl yürütme. Selahattin Demirtaş'ı Öcalan'ın dışında, Öcalan'dan farklı, farklı olduğu muhakkak ama Öcalan'la zıt ve hâttâ ona rakip birisi olarak görmek ve göstermek isteyenlerin önermesi. Hâlbuki bu doğru değil. Realite bu değil. Öcalan'la Selahattin Demirtaş arasında tabii ki çok farklılıklar var. Ama her şeyden önce şunu kabul etmek lazım: Selahattin Demirtaş'ın vakti zamanında, o zamanki partinin adı yanılmıyorsam DEP'ti, o zamandan itibaren belli bir yerlere gelmesi açık söylemek gerekirse Öcalan'ın bilgisi ve onayıyla olmuştu. Ona rağmen o partilerde yükselebilmek, yönetici pozisyonuna gelebilmek mümkün değildi. Zamanında hatırlanacaktır, Öcalan'ın avukat görüşmesi notları sızardı, sızdırılırdı, artık kim nasıl yapıyorsa ve oralarda Öcalan her kongre öncesi, o dönemki partinin kongresi öncesi birtakım isimleri telaffuz ederdi ve Selahattin Demirtaş'ın partinin başına geleceğini yıllar önce, o daha partinin başına gelmeden kısa bir süre önce o hareketin içerisindeki önemli bir isimle yaptığım sohbette bana söylemişti. "Öcalan'ın tercihi Demirtaş kardeşler," demişti. Önce Nurettin Demirtaş oldu. Sonra onun asker kaçağı olduğu suçlamasıyla hapse atılması ve askere gitmesi, daha sonra Kandil'e gitti biliyorsunuz, onun yerine Selahattin Demirtaş gelmişti, ki genç bir avukattı. İnsan hakları mücadelesi içerisinden gelen bir avukattı ama Kürt hareketi içerisinden birisiydi ve Öcalan'ın bir anlamda keşfettiği bir isimdi.
Demirtaş'ın o günden bugüne yaptığı birtakım açıklamaların, aldığı pozisyonların Öcalan'a meydan okuma olduğu yolunda iddialar dile getirildi, ki bunların hiç de gerçeği yansıtmadığı bir şekilde ortaya çıktı. Bu konuda son dönemde birkaç yayın yaptım ve bir iki de yazı yazdım. Ama orada şöyle ilginç bir olayla karşılaştım: Kürt hareketi içerisinde bazı isimler Öcalan'la Demirtaş'ın birlikte değerlendirilmesinden bile çok fazla hazzetmiyorlar. Bu durumun Öcalan'ın otoritesini bir anlamda zedeleyebileceğini düşünüyorlar. Hâttâ geçenlerde Selahattin Demirtaş'ın Kandil'deki abisi Nurettin Demirtaş'ın yazdığı bir yazıya bakacak olursak orada da benzer bir ton var. Orada da Nurettin Demirtaş hem kardeşine güvendiklerini söylüyor ama ısrarla önceliğin kendi tabirleriyle önderlikte olduğunu söylüyor. Bu da ilginç bir gelişmeydi bana göre. Her neyse. Ortada Demirtaş'la hareketin değişik kurumları ve kişileri arasında birtakım sorunlar olduğu muhakkak ama bunların Öcalan'dan ziyade hareketin değişik parti ve belki de Kandil'deki bazı kişilerle olduğunu düşünmek mümkün. Ama öğrendiğim kadarıyla yakın zamanda bu sorunlar da büyük ölçüde giderilmiş, karşılıklı olarak adımlar atılmış ve bir yakınlaşma sağlanmış.
Şu hâliyle bakıldığı zaman Kürt hareketi de yönetim katıyla birlikte Demirtaş'ın özgürlüğünü bekliyor ve benim duyduğum kadarıyla Demirtaş'ın özgürlüğü çok gecikmeyecek. Şunu diyeceğinizi biliyorum, "Sen söyleyince çıkmıyor," diyorsunuz. Buradaki meselenin biraz farklı olduğunu düşünüyorum ama yine de temkinli olmakta yarar var çünkü Türkiye'de kötülük her zaman için daha baskın oluyor. Şu hâliyle Demirtaş'ın çıkması ihtimalinin çok güçlü olduğunu ama yine de temkinli olmak gerektiğini söyleyerek şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Çıkınca ne olacak? Çıkınca çok şey değişecek. Bir kere öncelikle çok büyük bir mağduriyet giderilmiş olacak. Sonrasında Kürt hareketi içerisinde bir şahsiyet, bir politik figür Kürt olmayan kesimlere de konuşabilecek, onlara seslenebilecek, onların kulak kabarttığı bir Kürt olarak çıkacak karşımıza ve şu ana kadarki yaptıklarından gördüğümüz kadarıyla, en son T24'te yazdığı yazıda da bu vardı, her iki tarafı birbirine, özellikle toplumları, halkları birbirine yaklaştırıcı birtakım öneriler ve söylemlerle çıkacak karşımıza. Ve muhtemelen Selahattin Demirtaş'ın çıkmasının ardından birtakım ziyaretler de göreceğiz diye tahmin ediyorum. Ve ilk aklıma gelen Devlet Bahçeli oluyor. Bir şekilde Devlet Bahçeli ile, ki Bahçeli en son açık bir şekilde Selahattin Demirtaş'a sahip çıktı, bunu biliyorsunuz. Bunun ama evveliyatı var. Ta 2024 Kasım ayından itibaren aralarında bir diyalog oluştuğunu biliyorum. Bu bile tek başına, böyle bir fotoğrafın verilmesi bile Türkiye için çok önemli olacak.
Ama onun dışında da birtakım ziyaretlerin olmasını bekliyorum ve muhtemelen herhâlde Diyarbakır'a gittiğinde, İstanbul'da bir meydanda, bu tür yerlerde konuşma yapması kuvvetle muhtemel. Çok geniş kesimler, özellikle de gençler tarafından herhâlde sahip çıkılacaktır. Ama şunu düşünüyorum, parti içerisinde hızlı bir şekilde bir görev talebi olacağını sanmıyorum. Bu konuda acele edeceğini sanmıyorum ve özellikle de Öcalan'ı perdeliyormuş görüntüsü verecek hususlardan kendini uzak tutacağını tahmin ediyorum. Hem bir taraftan sürece ivme kazandıracak birtakım sözler, davranışlar, ziyaretler, belki toplantılar, belki televizyon yayınları, röportajlar bunlar muhakkak olacaktır ama belli bir yerde çok acele edeceğini düşünmüyorum. Çok deneyimli bir siyasetçi. Türkiye'nin dengelerini ve Kürt hareketinin dengelerini çok iyi bilen bir isim Selahattin Demirtaş. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Çıkması başlı başına büyük olay olacak. Çıktıktan sonra çok büyük hatalar yapmazsa, ki sanmıyorum, çok hazırlıklı olduğunu düşünüyorum, hâttâ kendine bir ajanda bile çizmiş olabilir ve Türkiye'de bu sürecin pozitif anlamda ilerlemesine çok büyük katkılarda bulunacağına eminim.
Bugünün ithafına gelmeden önce öncelikle 10 Kasım'ın altını çizmek istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün yıl dönümü. Kendisini saygıyla ve sevgiyle andığımı vurgulamak istiyorum. Bu sene 10 Kasım’ın, pazartesi olarak baktığımızda, ara tatile denk gelmesi ya da getirilmesinin bayağı bir itirazlara, serzenişlere yol açtığının farkındayım, sizler de yaşamışsınızdır. Bunu görmemiş olabilir mi Milli Eğitim Bakanlığı? Sanmıyorum ama bir şekilde "denk geldi" diyeceklerdir. Yine de özellikle gençlerde Atatürk'e bağlılığın son yıllarda daha sahici bir şekilde ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz. Bu bize gösteriyor ki engellenmek istendikçe, unutturulmak istendikçe Atatürk çok daha fazla yeni kuşaklarda, genç kuşaklarda karşılık buluyor.
Bugünün ithafı bir çifte. Yine diyeceksiniz ki "Sen Fransız kültürü vesaire..." falan. Olabilir. Yves Montand, Simone Signoret. Bunları gerçekten hakikaten belli bir yaşta, ortaokulda Fransızca öğrenmeye başladığımızda Yves Montand'ı duyduk. Okulda onun bir konser filminin gösterildiğini hatırlıyorum. Şarkıcı aynı zamanda Yves Montand. Eşi Simone Signoret de ikisi de oyuncu tabii ki. Simone Signoret'nin şarkıcılığı olduğunu sanmıyorum ama oyunculuğu dışında yazarlığı var. Onun çok müthiş bir kitabı vardı. Adını tekrar bir kontrol edeyim. Evet, "Özlemin Eski Tadı Yok." Evet evet evet. "Özlemin Eski Tadı Yok." İkisi de aslında Yahudi kökenli insanlar. Yves Montand aslen İtalya'da doğmuş bir Yahudi ama sonra Fransa'ya yerleşmişler. Fransız kültürünün en sembol isimleri ve çiftleri olarak biliniyorlar. Onu öyle söyleyelim.
Bir diğer çift de tabii ki Sartre. Bir dakika orada da yanlış yapmayalım. Jean-Paul Sartre'la eşi, artık yaşlılık böyle bir şey biliyorsunuz, Simone de Beauvoir. Evet. İki Simone olunca isimleri karıştırıyorum. Bir dahaki sefere o ikisini anmayı düşünüyorum. Onlara ithafta bulunmayı düşünüyorum. Şöyle bir şey: Önce Simone Signoret kanserden hayatını kaybediyor. Ondan bir 5-6 yıl sonra da Yves Montand hayatını kaybediyor ve yan yana gömülüyorlar. Hep birlikte anılıyorlar. Ama onun dışında özellikle Yves Montand'ın birtakım başka ilişkileri de olduğu söylenir. Mesela Marilyn Monroe'yla aşk yaşadığı da söylenir. Birlikte çevirdikleri film de var. Yves Montand'ı hep böyle gülen yüzüyle bilirim. Simone Signoret'yi de hep düşünceli yüzüyle bilirim. Ama şu fotoğrafa baktığı zaman insan birbirlerine ne kadar yakıştıklarını da görüyor.
Evet tekrardan, bugün 10 Kasım, Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı ve sevgiyle anıyorum. Sizlere, bize verdiğiniz destekler için çok teşekkür ediyorum. Türkiye maalesef zor günlerden geçiyor ve bu zor günlerde Türkiye'nin özgür medyaya, bağımsız medyaya ihtiyacı her zamankinden fazla. Sizlerin desteğiyle bu ihtiyacın giderilmesine ufak da olsa bir katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Şimdiden hepinize çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
12.11.2025 CHP iddianameye hazır mıydı? | Murat Aksoy değerlendiriyor
12.11.2025 Nihayet İBB iddianamesi: İlk izlenimler
11.11.2025 “Al evine besle” acımasızlığında son nokta
11.11.2025 Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma | Tarık Çelenk ile söyleşi
10.11.2025 Selahattin Demirtaş çıkınca…
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı