Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim

10.05.2025 medyascope.tv

10 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Bugün Sırrı Süreyya Önder'i kaybedişimizin birinci haftası. Bir hafta zor geçti, bundan sonrası da zor geçecek, öyle gözüküyor çünkü tüm Türkiye için çok büyük bir kayıp, onu tanıyanlar için ayrı ayrı büyük bir kayıp. Şahsen benim için çok büyük bir kayıp. Burada biraz anlatmaya çalışacağım Sırrı'yı, kendi tanıdığım halimle anlatmaya çalışacağım. Dün sabah Zincirlikuyu Mezarlığı'na gittim, mezarlıkta Sırrı için dua ettim. Cenaze sırasında çok büyük bir izdiham vardı, mezarın başına gitme, defnedilirken gitme imkanı pek olamadı. Yaklaşık 5 gün sonra gidip mezar başında kendisi için dua ettim. Onun ardından yine erken bir şekilde kalp krizinden hayatını kaybetmiş olan arkadaşım Ahmet Sever için de bunu yaptım. Cuma günü ilginç bir gün oldu benim için. Önce sabah bir izleyicimden ya da okuyucumdan, artık ne diyeceğimi şaşırdım, bir e-posta geldi. O bana, Habertürk'te 2014 yılında yapılmış bir yayının linkini yolladı. Neye uğradığımı şaşırdım, çünkü biliyorsunuz Sırrı'nın o meşhur cumhuriyet eleştirisinin olduğu bir video var, kısa bir video. O video, meğer benim Habertürk'te yönettiğim bir yayından kesilmiş. Ben hiç hatırlamıyorum bile. 2014 29 Ekim ya da hemen sonrasında yapılmış bir şey. Normalde o yayında ben konuk oluyordum, Ece Üner sunuyordu ama Ece Üner yurt dışına gittiği için bana moderatörlük vermişler. Diğer kişiler Mehmet Ocaktan ve Cengiz Çandar, bir de Sırrı'yı konuk almışız ve ben de başında, ‘‘Ya işte böyle böyle oldu, her işte bir hayır vardır’’ demişim. O yayını inanın hiç hatırlamıyorum. O izleyicimiz sayesinde gördüm ve o tarihte Sırrı'nın cumhuriyet hakkındaki eleştirileri bana gayet normal geldi. Tam da Sırrı'dan beklenecek şeylerdi. Yıllar sonra birileri oradan hareketle, Sırrı'nın cumhuriyet düşmanı olduğunu söylemeye kalktılar, eleştiriyi bir düşmanlık olarak almaya kalktılar, hesapta muhalefet ya da sol içerisinden birileri. Ama Özgür Özel'in söylediği ‘‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’’nın senaryosunu Sırrı'nın yazmış olduğu işleri iyice karıştırdı. Çünkü ‘‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’’ Atatürk'ten özellikle çok olumlu olarak bahseden bir film. Neyse. Ondan sonra mezarlığa gittim. Mezarlıkta dua ettim. Derken bir baktım, Sırrı'nın yanında benim gazetecilik hayatımda, ki tam 40 yıl oldu, ilk patronum Ercan Arıklı yatıyor. Ercan Bey tam bir, hani derler ya, İstanbul beyefendisiydi, yani Sırrı'nın tam zıttıydı ve benim hayatımda tanıdığım ilk patrondur. Gazeteciliğe başladığım kişidir. Sırrı'yla yan yana gördüm ve nasıl ilginç bir kader, iki zıt insan… Ama Allah için Ercan Bey'in de bu ülkeye çok ciddi katkıları olmuştur, özellikle zamanında Nokta dergisi, Gelişim Yayınları’yla. Tabii Sırrı apayrı bir şey. Sırrı'yla aslında biz çok önceden tanışabilirmişiz, yıllar sonra öğrendim onu. Çünkü biz Sırrı'yla yoldaşmışız. Ben onu bilmiyordum, o biliyordu, bana söyledi. Aynı yıl doğduk, ben ondan 5 ya da 6 ay büyüğüm. O Adıyaman'da doğmuş, ben Hopa'da doğdum ama ben sonra İstanbul'da büyüdüm. Ve galiba aynı yaşlarda, 14-15 yaşlarında sol harekete, devrimci harekete dahil olmuşuz, ayrı ayrı, birbirinden uzak yerlerde. Aynı hareket içerisinde yer almışız. Neredeyse aynı tarihlerde içeri girmişiz ama tabii ki Sırrı benden çok daha uzun bir süre yatmış ve özellikle işkencedeki tavrı gerçekten bugün hala insanların konuştuğu bir şey, ki benim hiçbir zaman öyle bir iddiam olmadı. Sırrı gerçekten o genç yaşta gösterdiği dirençle herkesin örnek gösterdiği birisi. Yıllar sonra bir uçakta karşılaştık, daha doğrusu ben onu tanımıyordum, o geldi bana kendini tanıttı. Yanılmıyorsam Berlin'e gidiyordu uçak, Almanya'ya gittiğimiz kesin de. Ortak bir arkadaşımızdan bahsetti, Reha Erdem, yönetmen, benim sınıf arkadaşım Galatasaray'dan ve zamanında o da birlikte sol hareket içerisinde yer almış, sinemacılıktan tanışıyorlar ve belli ki Reha ona beni anlatmış, o beni biliyordu, ben onu sadece ismen ve Radikal'de arada sırada okuduğum yazılardan biliyordum. Ama çok tedirgindi, neden olduğunu anlamadım. Sonra öğrendim ki Orta Asya'da, yanılmıyorsam Kazakistan'da, onun da içinde bulunduğu bir uçak çok ciddi bir kaza yapmış ve Sırrı oradan kurtulmuş. O zamandan bu zamana hep bir uçak korkusuyla yaşadığını kendisi anlattı. Çok güzel öyküleri var uçak korkusuyla ilgili. Şimdi bunlardan bir tanesini anlatayım. Sinemacı olarak değişik festivallere çağrılıyor. Bir gün Almanya gibi yakın, Belçika gibi yakın bir yere çağrılıyor. ‘‘Bineceğim’’ diyor, uçak korkusuna rağmen ‘‘bineceğim’’ diyor ama tam körüğe girdiğinde vazgeçiyor. Ama böyle olaylarda bir uygulama varmış, terör saldırısı endişesiyle uçağa binmekten vazgeçenler belli bir yerde emniyet nezaretinde tutuluyorlarmış ve uçak varana kadar oradan bırakılmıyormuş. Oraya gitmiş, alıp götürmüşler onu, orada bir tane emniyet amiri ya da öyle birisi ne olduğunu sormuş, o da ‘‘Uçak korkusu,’’ vesaire demiş. Beklemişler, sonunda ‘‘Hadi git evine,’’ demişler. Bir müddet sonra yine bir festivale gidecekken Sırrı, yine uçağa binmeye kalkıyor, yine körükten dönüyor, yine aynı yere gidiyor, aynı adamla karşılaşıyor, aynı emniyet görevlisiyle. Emniyet görevlisi soruyor ona, ‘‘Nereye gidiyordun bu sefer?’’ diye. Böyle uzak bir yer söylüyor, galiba Atlantik ötesi, şimdi emin olamadım ama ABD olabilir, Japonya olabilir falan, öyle bir yer yani. Söyleyince bakıyor memur buna ya da emniyet amiri, ‘‘Hadi git evine,’’ diyor, çünkü saatlerce sürecek bir bekleme olduğu için. Bütün bu geçen çözüm sürecinde biliyorsunuz, Sırrı heyetteydi, ara bulucu heyetteydi, İmralı'ya gidiyordu, Kandil'e gidiyordu, Ankara'ya giriyordu ve bütün bunları arabayla yapıyordu, uçağa binmiyordu, binemiyordu. Zaten kendisi çok iyi araba kullanan birisi. Cezaevinden çıktıktan bir müddet sonra kendisi kamyon şoförlüğü yapmış birisi. Çok değişik yerlerde, özellikle o siyasete atıldıktan sonra defalarca karşılaştık, ben gazeteci olarak onunla röportajlar yaptım, yayınlara çıkarttım. Bir keresinde 2015 Haziran seçimleri öncesiydi yanılmıyorsam, o zaman Adıyaman'da miting yapılmıştı. Miting sonrasında o zaman Periscope uygulamasında hem Selahattin Demirtaş'la hem de Sırrı'yla kayıt yapmıştım, canlı yayın ve o zaman binlerce kişi izliyordu canlı yayınları. Orada ailesiyle de tanışmıştık. Çok yerde karşılaştık, değişik anlarda geçen çözüm süreci ve şimdiki çözüm sürecinde de çok karşılaştık. Şunu çok iyi biliyorum; bu son süreçte, Devlet Bahçeli'nin başlattığı süreçte izleyenler bilir, takip edenler bilir, ben bu sürece inandım, buranın pozitif sonuçlanacağına inandım. Bu inancımda da gerçekten Sırrı'nın rolü çok önemlidir. Sırrı'yla biraz sohbet edip, tabii o detay vermedi hiçbir zaman, gazeteciye haber sızdırmadı ama ben buna inandım. Ama sonra bir baktım ki gelen vuruyor, giden vuruyor. Herkes, ‘‘Buradan bir şey çıkmaz, kandırıyorlar, yine sen iyimserlik hastalığına tutuldun’’ falan diyor. Bir gün Sırrı'yı aradım, şimdi burada hangi dille konuştuğumuzu tam söylemeyeceğim, ben bunu size normalleştirerek söylüyorum, dedim ki; ‘‘Ya Sırrı, herkes bana sille tokat girişiyor’’ dedim, daha kibar olarak böyle çevireyim. ‘‘Bu iş olacak değil mi, çok zor durumda kaldım’’ dedim. Bana şöyle bir şey dedi, ‘‘Biraz sık dişini, çok kolay değil ama olacak. O zaman sen onlara aynısını yaparsın’’ dedi. Ben de, ‘‘Allah razı olsun’’ dedim, telefonu kapattım ve Sırrı haklı çıktı. Kendisinin vefatından iki gün sonra o kongre toplandı ve Öcalan'ın 27 Şubat açıklamasına uygun bir şekilde toplandı. Muhtemelen kongreye Öcalan da uzaktan bir şekilde dahil oldu ve o olay gerçekleşti. Bunda Sırrı'nın rolü çok büyük. Tabii ki Bahçeli, Öcalan, Kandil'dekiler vesaire ama Sırrı'nın ve Pervin Buldan'ın buradaki rollerini, Ahmet Türk'ün de aynı şekilde, hiçbir zaman unutmayacağız. Ve eğer buradan gerçekten bir barış ve demokrasi çıkarsa herhalde — onu dün Kemal'le yayında da söyledik — birçok yerde Sırrı'nın adını göreceğiz, birtakım kurumlarda göreceğiz. Benim için Sırrı, çok sonradan öğrendiğim, kendisinden öğrendiğim, çok eskiden bir yoldaşım. Ve geçen ölümünden sonra bayağı bir düşündüm, yani ‘‘Burada ben bunu nasıl ifade ederim?’’ diye. Şöyle ifade etmeye çalışacağım, bakalım becerebilecek miyim. Biz o tarihlerde, ben 14 yaşında, herhalde Sırrı da 15 yaşında, devrimci harekete dahil olduğumuzda bir arayışımız vardı, bir isyanımız vardı, bir adanmışlığımız vardı, bir kendimizi feda etmeye hazır oluşumuz vardı; ama aynı zamanda sorgulayışımız vardı ve halkı, Türkiye halklarını sevme arzumuz vardı. Sonra birçok arkadaşımızı çok erken kaybettik, şu ya da bu şekilde bu süreçte çok erken kaybettik. Benim çok arkadaşım var öyle hayatını kaybetmiş, eminim Sırrı'nın da vardır. Sonra herkes bir yerlerde bir şeyler oldu, aralarında tek tük de olsa hala eski çizgiyi, örgüt yapılarını sürdürenler de vardır belki, birkaç tane olduğunu biliyorum. Ama herkes bir yerlere gitti, birtakım işler, çoluk çocuk, hatta torun sahibi, ben olamadım ama Sırrı oldu mesela, torun sahibi oldular ve bir şekilde solun değişik yerlerinde kalanlar da oldu ya da solculuğu tamamen bırakanlar da oldu. Ama o zamandan bu zamana hepimiz çok değiştik, yani o zamanın devrimcilerinden geriye pek bir şey kalmadı, Sırrı istisna. Benim gözümde Sırrı, benim 17 yaşındayken hayatını kaybetmiş, o tarihte arkadaşlarımdan Kenan'ı görüyorum mesela, Kenan Aydemir'i ya da bizim o tarihte çok sevdiğimiz Sinan Kukul’u görüyorum. Yani Sırrı hep bunu taşıdı, bizim, benim mesela şahsen beceremediğim o hem adanmışlığı hem halkı sevmeyi, bütün bunları hep taşıdı. Yani o günkü insan olarak hayatını sürdürdü, biz beceremedik, ben beceremedim. Olabildiğince o çizgiye sadık kalmaya çalıştım ama bir yerden sonra hayat sizi sürüklüyor. Fakat Sırrı bu anlamda gerçekten istisnai bir isimdi. Yani hep devrimci kaldı, hep devrimci kaldı, onu en çok bu yönüyle sevdim ve gerçekten çok üzüldüm. Bir şeyler daha söylemek istiyordum, nedir, evet şu çok önemli: Biz o tarihte ‘‘Türkiye halkları’’ diyorduk, ben hala öyle diyorum. Biz o tarihte ‘‘Kürdara azadi’’ diye slogan atardık, hala Kürtlerin haklarının, taleplerinin gerçekleşmesi için elimden geleni yapıyorum. Ama Sırrı bu konuda hepimizin çok önünde, çok önemli işlere imza attı. Ve biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından hep kötü insanlar olarak görüldük, suçlu olarak görüldük, terörist olarak görüldük. Sırrı yıllarca hapis yattı, işkence gördü. Sonra çıktı, sinemacı oldu, siyasetçi oldu, Meclis Başkanvekili oldu; ama tekrar hapislere atıldı, tekrar mağdur edildi. Devlet, kendi bekası uğruna, bunu bahane ederek Sırrı'yı kendine düşman belledi. Ama sonra ne oldu? Aynı devlet kendi bekası için Sırrı'ya muhtaç oldu. Bu da çok çok önemli bir husustur, bu esas önemli olan. O cenazede dizilen devlet erkanı, onların hepsi olmasa da — hepsinin günahını almayalım — bir kısmı, Sırrı'nın daha önceki hani bir fotoğrafı vardır, cezaevine girerken o parkalı falan fotoğrafı; orada ‘‘İyi oldu, çürüsün’’ demiştir. Ama şimdi geldiler, orada saf tuttular ve cenaze namazını da bizim İhsan Eliaçık kıldırdı. Herhalde en son düşünecekleri şeydi, bu da Sırrı'nın onlara yaptığı çok güzel bir sürprizdi. Devlet, devletin bekası için kendisine düşman bellediği insanlara muhtaç kaldı ve şimdi eğer — kimileri inanmayacak ama — bu süreç olmasaydı, PKK'nın kendini feshetme vesaire kararı olmasaydı, silah bırakma kararı olmasaydı — tabii nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama çok önemli bir eşik aşıldı — Türkiye'de devletin bekası çok ciddi bir sorun olacaktı ve bir anlamda burada bu devlet, bizlere bu kadar kötülüğü yapan bu devlet, bir yerde bizim içimizden birileri sayesinde tekrar nefes almaya başlıyor. Ne diyeyim, çok da fazla bir şey söylemeyeyim. Hakkımızı helal ettik. Esas, onun bize hakkını helal etmesini isteriz herhalde. Ve sorarlar, ‘‘Nasıl bilirdiniz?’’ diye. Çok iyi bilirdim. Allah rahmet eylesin. Unutmayacağız, her zaman her vesileyle hatırlayacağız. Zaten benim bütün ailem Zincirlikuyu’da, her vesileyle, her gittiğimde Sırrı'yı orada ziyaret edeceğim. Ama illaki mezara gitmemiz gerekmiyor. Önemli olan, onun bıraktığı yerden Türkiye'yi barış içerisinde bir ülke kılmak; ama bunu yaparken de sırtını devlete değil, Türkiye halklarına dayamak. Sırrı bunu yaptı ve helal olsun. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
09.05.2025 Ne çok korkuyorlar!
09.05.2025 PKK kongresini topladı | Vahap Coşkun: “Türkiye için çok ciddi bir dönüşüm süreci başlıyor”
09.05.2025 DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan ile söyleşi: “Benzerliklerimiz, ayrılıklarımızdan çok daha fazla”
08.05.2025 İmamoğlu serbest kalmadan Türkiye normalleşebilir mi?
07.05.2025 Siyasette yeni çatışma ve saf değiştirmelere hazır olun
06.05.2025 CHP sokağı çok sevdi
06.05.2025 Bozkürt kimdir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Ahmet Dinç ile söyleşi
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı