Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

10.12.2024 medyascope.tv

10 Aralık 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Washington’dalar. Tabiî ki sâdece Suriye konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba. Artık geçmişi bırakalım. Suriye 12 günde neden, nasıl düştü diye konuşmayı bırakıp, daha çok bugün ve gelecek üzerinde duralım. Tabiî bunu konuşurken nasıl olduğuna da birtakım referanslar vermek gerekebilir. Gönül, ilk günlerden îtibâren Suriye’den gelen görüntülerde, Başbakan yeni Başbakan’a, Adâlet Bakanı da yeni Adalet Bakânı’na görevini devretti. Büyük tutuklamalar yok. Bir iki infaz gördüm sosyal medyada; ama onun dışında çok fazla bir şey yok. Dostâne bir devir-teslim oldu. Sanki seçim olmuş da iktidar değişmiş gibi bir hava var. İlk günlerin bu şekilde başlamış olması neyin işâreti? Bu, sürdürülebilir bir normallik mi, yoksa bir yerlerden ârızalar çıkar mı?
Gönül Tol: Sürdürülmek zorunda olan bir normallik. Çünkü daha önceki programlarda, HTŞ liderinin kendisine Taliban’ı örnek aldığından bahsetmiştik. Tabiî ki ideolojik olarak birbirlerinden çok farklılar, bunun altını çizmek lâzım. Eğer dünyayla ilişki kurmazsanız, izole olursunuz ve izole olursanız, ekonomiden altyapı hizmetlerine kadar pek çok konuda ülkeyi yönetme kapasiteniz azalır. Muhtemelen Golani’nin Taliban’a baktığında gördüğü şeylerden bir tânesi bu. HTŞ, Birleşmiş Milletler, Amerika ve hattâ Türkiye tarafından da bir terör örgütü olarak kabul ediliyor. Bu ne demek? Eğer HTŞ bir terör örgütü olarak kabul edilmeye devam ederse, o zaman başına Taliban’ın başına gelen şey gelecek. Yani hiç kimsenin tanımadığı bir yönetim olarak kalacak. Fakat Suriye’nin artık böyle bir lüksü yok. On üç yıllık iç savaşın ardından yerle bir olmuş bir ekonomisi var, kurumlar işlemiyor, çok ciddî bir uyuşturucu sorunu var. Yıllardır, Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke Suriye’nin içerisine silâh yığdı. Bu yüzden, birbiriyle ideolojisi ve ajandası çelişen pek çok silâhlı grup var. Yani HTŞ kendisini çok büyük bir problemle karşı karşıya buldu. Eğer ülkeyi yönetmeye tâlipse, bu problemleri çözebilmesi gerekiyor. Bunları çözebilmek de tek başına yapabileceği bir şey değil. Her şeyden önce yatırım çekmesi gerekiyor. Avrupa burada çok kilit bir rol oynayabilir. Körfez ülkelerinden de muhtemelen yatırım bekleyecek; ama özellikle Avrupa’dan gelecek yatırımlar ülkenin yeniden inşâsı için çok önemli.
Bütün bunların olabilmesi için HTŞ’nin Batı’daki terör örgütü listesinden kaldırılması gerekiyor. Bunu yapmak için de Batı’nın birkaç şeye inanması gerekiyor. Golani, farklı etnik ve mezhepsel kimlikleri içine alan kapsayıcı bir hükûmet kuracağını söyledi. Batı, Golani’nin bu sözü tuttuğunu görmek istiyor. Yönetebileceğini göstermek zorunda Golani. Meselâ Amerika’nın Suriye’ye ilk baktığında endîşe duyduğu şey, IŞİD’in yeniden yükselişi. IŞİD’le etkili bir mücâdele yürütebilecek mi? Gerçekten ülkeyi yönetebilecek mi? Rejimin bütün kurumlarını yerle bir etmeyeceğinin sözünü verdi. Dolayısıyla hem rejimin bâzı kurumlarını koruyabilmesi gerekiyor hem de normalleşmesi ve kapsayıcı bir hükûmet kuracağı mesajını vermesi gerekiyor ki ülkeyi yönetebilmek için ihtiyaç duyduğu yardımı alabilsin.
HTŞ bugüne kadar doğru şeyler söyledi. Fakat elimizde bundan şüphe duymak için yeterince sebebimiz var. Çünkü biliyorsunuz İdlib’i yıllarca yönetti, ancak yönetirken bir liberal demokrasi gibi yönetmedi. O nedenle bunların sâdece sözde kalacağına dâir endîşe duymak bence çok mâkul. Ama diğer taraftan da Golani’nin çok pragmatik bir kişilik olduğunu biliyoruz, pragmatik bir lider. Hem Suriye’yi ayağa kaldırmak hem ülkeyi yönetebilmek için şu anda verdiği sözleri tutmak zorunda.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin? “Ilımlı İslam” diye bir lâf var; ama doğrudan cihadcılıktan gelmiş bir hareket söz konusu. Tunus’ta Nahda hareketini ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’i tartışırken de konuşmuştuk bu meseleyi — ki onlara bile tahammül edemediler; Mısır’da askerî darbeyle, Tunus’ta da sivil darbeyle iktidardan uzaklaştırıldılar. Burada böyle bir hareketin, ayaklanma yoluyla silâhlı bir şekilde gelmiş olması işi bayağı bir değiştiriyor. Her ne kadar diğerlerinde halk ayaklanması varsa da burada silâhlı başka bir olay var. Gerçekten bunu başarabilir mi HTŞ? Meselâ görmüşsünüzdür: Almanya ve Fransa yeni yönetime şans vereceğini söylüyor, ama tam da Gönül’ün bahsettiği gibi herkesi kapsaması hâlinde. Herkesi kapsayan bir cihadcı yapılanma nasıl olacak? Laik seküler kesimler de olacak, Arap Alevîler de olacak, Hıristiyanlar da olacak. Herhalde çok imkânsız değil; ama bu sana nasıl geliyor, bir yerde bozulur mu?
Ömer Taşpınar: Şu anda tahmin etmek zor. Fakat sonuçta, bu yönetimin belirli hizmetleri vermek için gelire ihtiyâcı olacak. Bu gelir nereden gelecek? Suriye’nin elinde ciddî petrol kaynakları yok. Zâten petrol kaynaklarının bir kısmı, şu anda Kürtlerin hâkim olduğu bölgede. Dolayısıyla Körfez’den gelebilecek bir para önemli. Avrupa’dan para gelebilir; fakat Avrupa’dan para gelmesi belirli şartlara bağlı olacak. Körfez’de benim aklıma Katar geliyor. Katar’dan para gelmesi mümkün. Katar’ın Müslüman Kardeşler’e ve İslâmcı gruplara yaklaşımı, genelde Türkiye’nin yaklaşımına benzer. O nedenle, Katar’ın devrede olacağı bir ekonomi bekleyebiliriz. Öte yandan şöyle de bir gerçek var: Bu, HTŞ için askerî olduğu kadar, aynı zamanda diplomatik bir başarı. Rejimle iletişim kanallarını bir şekilde kurup, onlara belirli mesajların verilmesi ve eski başbakanın görevde kalması, Amerika’nın Irak'ta yaptığı hatâları yapmaması gerekir.
Dün bizim okulda Amerikan askerî öğrencilerimle konuştuğumda, “Bizden daha mantıklı davranıyorlar. Biz Saddam sonrası, BAAS Partisi’ni yok etmek için hepsini işten çıkardık, böyle bir politika izledik ve bu son derece yanlış bir politika oldu. Bir bakıma, ülkede ayaklanmaya daha da fazla zemin sağladı” diyorlar. Burada böyle bir cezâlandırma içine girmeyişi, şu anda verdiği mesajlarla, uyguladığı politikalarla da dâhil edici gözükmesi, beklentileri yükseltiyor. Fakat Washington da tedbirli davranıyor. Biden da bir önceki gün yaptığı konuşmada, “Şu anda doğru şeyleri söylüyorlar; ama bu faaliyetlere devam edecekler mi? Yaptıkları söylediklerinden çok daha önemli olacak bizim için” dedi. Amerika'nın ve Avrupa'nın elinde de HTŞ’nin terör örgütü olarak kabul edilmesi, bir manevra alanı sağlıyor. “Doğru şeyleri yaparsanız, sizi terör örgütü listesinden çıkarırız”ın farkında olan pragmatik bir yönetim var şu anda. Diplomatik açıdan gerçekten iyi düşünülmüş bir taarruzdu bu. Bu kadar kısa sürede bu kadar büyük başarı kazanmış bir taarruz da sâdece bir askerî başarıyla değil, aynı zamanda siyâsî mesajların da doğru verilmesiyle açıklanmalı.
Dolayısıyla şu anda Amerika ve Batı açısından birkaç kriter var. En önemlisi güvenlikle ilgili: IŞİD’in tekrar ortaya çıkmaması. Bir şeyi açıkça söyleyebiliriz: Bu, IŞİD’a benzer bir yapı değil, daha çok Müslüman Kardeşler’e benzer olacak gibi gözüküyor. Müslüman Kardeşler’i bile terör örgütü kabul eden Mısır, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, bu konuda biraz pragmatik davranmak zorunda kalacaklar gibi geliyor bana. Bu liderle, bu yapıyla diyalog kurmak için beklentilerini onlar düşürecek. IŞİD çok önemli, IŞİD’e karşı daha 48 saat önce Amerika 75 uçuş yaptı ve bunların belirli depolarını vurdu. Şu anda IŞİD’e âit belirli bölgeler ve cepler var, orada hâlâ IŞİD'in hâkim olduğu söyleniyor. Burada tekrar IŞİD’in ortaya çıkması, buna göz yumulması, Kürtlerin zayıflaması ve Kürtlerin bir şekilde devreden çıkmasıyla IŞİD güçlenirse, bütün bunlar Batı’da alarm yaratabilecek gelişmeler olur. İkincisi, tabiî ki kadınlara nasıl davranacakları önemli bir kriter. Taliban olmayacaksa bu, başörtüsü tabiî ki takılacak ama çarşaf getirmeyecek. Hattâ başörtüsü takmayana tolerans gösterecek mi? Bunlar önemli. Batı’nın gözünde kadın meselesi çok önemli.
Gönül Tol: Yanlış hatırlamıyorsam HTŞ “İsteyen istediğini giyebilir” diye bir mesaj yayınladı.

Ruşen Çakır: Adâlet Bakanı ilk demeçlerinin birisinde şerîata geçileceğini söylemiş. Ama bu nasıl bir şerîat? Şerîat çok geniş bir kavram ve biliyoruz ki Suriye’de Sünnî kesim içerisinde çok güçlü bir seküler damar var. “Arap Alevîler sekülerliği benimsiyor, Sünnîler İslamiyet’i” diye bir şey, özellikle büyükşehirlerde yok, böyle bir hava yanlış.
Ömer Taşpınar: Bir kere, dağılmış bir Suriye var, 11 milyon insan yerinden edilmiş durumda. Şu anda bu insanların derdi, hayat tarzından ya da ne giyeceklerinden çok, “Ekmek olacak mı? Para olacak mı? Bir şekilde dönülecek mi?” Ama Batı açısından baktığımızda, bu hayat tarzı ve kadın meselesi önemli. Orada doğru mesajları verebilirler. Ama tabiî ki kabineye kadın alınması gibi şeylerin beklenmemesi gerekiyor. Burada bahsettiğim şekliyle hem seküler kesime hem de Hıristiyanlara toleranslı davranılması… Halep’te, savaştan önce 300 binlik bir Hıristiyan nüfus vardı; bugün 30-40 bine düşmüş olduğundan bahsediliyor. Amerikan televizyonlarında dün konuşan ve şu andaki rejimi de iyi bilen, bizim okulda da hoca olan bir Suriyeli akademisyen, HTŞ için, “Çok doğru adımlar atıyor” dedi. “Hattâ Halep’te, Halep Katolik Başpiskoposu’na belediye başkanlığı teklif ettiler; Hıristiyan bir belediye başkanı olsun diye, ama adam kabul etmedi” diye anlattı. Neredeyse Türkiye’de bile görmediğimiz bir dâhil edicilik içinde bâzı şeylerden bahsediyor. Burada başarı çıtasını çok yukarı çekiyor. Tabiî uzun dönemde bir hayal kırıklığı yaşanabilir. Alevîlere, Hıristiyanlara, kadınlara nasıl davranacak? Kürtlerle nasıl bir gelişme olacak?

Ruşen Çakır: O konuya geçelim. Kürtler bâzı yerleri verdiler, Tel Rıfat’ı bıraktılar. En son Reuters’ın haberine göre, bir ihtimal, Münbiç’i de bırakacakları söyleniyor. Halbuki dün AA Münbiç’i Suriye Millî Ordusu’nun ele geçirdiğini söylemişti, doğru değilmiş. Ama orada çatışma olmadan çekilme söz konusu olabilir. Bu arada Haseke’de ve Deyrizor'da rejimin bıraktığı yerleri de aldılar. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “Suriye’nin bölünmesine izin vermeyiz” dedi; ama şimdi Suriye derken üç yerden bahsediyoruz, değil mi? Biri kuzeydoğuda Rojava denilen Kürtlerin bölgesi; iki, sâhilde Lazkiye ve Tartus, Arap Alevîlerin bölgesi; üçüncüsü de ortadaki büyük şehirlerde Sünnî Arapların olduğu bölge. Hattâ kuzeybatıda Türkiye’nin kontrol ettiği yerler var. Onlar da herhalde Sünnî Araplarla birleşecektir. Şimdi birlik olacak mı? Ya da gevşek bir birlik, özellikle Irak’taki Kürdistan Özerk Yönetimi’ni andıran bir yapı mı olacak, bunların hepsi çok önemli. Türkiye orada özellikle Kürtlerin güçlü bir yapısı olmasını istemiyor. Bugün Erdoğan yine bu konuda çok ciddî sözler etti. Ne dersin Gönül? Tek parça bir Suriye kalabilir mi? HTŞ yönetimi ulus bilincine sâhip yeni bir Suriye inşâ edebilir mi? Çünkü eski ulus bitti. BAAS rejiminin yarattığı Arap Suriye durumu büyük ölçüde ortadan kalktı.
Gönül Tol: Eğer şerîatla yöneteceklerse, bütün bu farklı kesimleri nasıl kapsayacaklar ki? Meselâ Alevîlerin bulunduğu Akdeniz kıyısı ve Kürtlerin elinde tuttuğu yer, bu iki bölge, Suriye’yi kim yönetiyorsa onun açısından çok önemli. Çünkü biri, ülkenin denize açılan tek tarafı. Her Suriye yönetimi orayı kontrol etmek ister. Diğer taraf da önemli enerji kaynaklarının olduğu Kürtlerin elindeki yer; orayı da Kürtlere bırakmak istemez. Merkezî bir yapı kurabilir mi? Esad rejimi sekülerliği ve Arap milliyetçiliğini kullanarak bir merkezî hükümet kurmuştu, öyle değil mi? Eğer siz “Şerîat kuracağız” diyorsanız, bu çok zor olacak. Halep’e saldırı başladıktan sonra, Kürtler rejimin çekildiği yerlerde bâzı yerleri ele geçirdiler; ama burası Arap çoğunluğun olduğu yerler. Burayı Kürtlerin elinde tutması çok zor. “Kürtlere ne olacak?” sorusu yeni hükûmet açısından aslında turnusol kâğıdı da olacak. Meselâ Alevîlere, “Alevîlere dokunmayacağız” dediler, Alevîler de, “Biz de bu yapının parçası olmak istiyoruz” açıklamasını yaptı. Kürtlerle ilgili yeni hükûmet nasıl bir tutum takınacak? Bu çok önemli. Ben Golani’nin yerinde olsam, şu anda Kürtlere karşı hiç negatif bir mesaj vermem ve hattâ bölgenin kuzeydoğusunda bir süre ne yapıyorlarsa yapsınlar diye bırakırım. Çünkü bir sürü bilinmeyen var. Bir taraftan ılımlı bir mesaj vermek istiyorsunuz, bir taraftan Batı’ya hoş görünmeye çalışıyorsunuz. Özellikle Amerika’nın çekilip çekilmeyeceği henüz net değil. Dolayısıyla, Kürtlere karşı şimdi bir müdâhale hem Batı’da tepki çeker hem de Amerika’nın Suriye’den çekilme durumunu Trump’ın yeniden gözden geçirmesine sebep olur. O nedenle bence Golani açısından en mantıklı adım, Kürtlere hiç dokunmamak. Fakat bu orta ve uzun vâdede çözülmesi gereken bir mesele. Kürtlerin, ayaklanma başladıktan sonra o elde ettikleri özerk yapılarını koruyabileceklerini zannetmiyorum. Yeni hükûmetin buna müsâade edeceğini düşünmüyorum. Tabiî burada Türkiye’nin de etkisi önemli olacak. Erdoğan buna müsâade etmeyeceğini söylüyor. O özerk yapı sonlandırılabilir. Ama nasıl sonlandırılacak? Hele de Amerika çekilirse, Kürtler yeni hükûmetle bir orta yol bulmak zorunda kalacak. Çünkü Amerika’nın çekildiği bir Suriye’yi Kürtler açısından düşünün. Meselâ Kürtler İran rejimiyle de belli noktalarda işbirliği yapıyordu, bunların hepsi gitti. Bütünüyle Amerika’ya bağımlılar. Amerika’nın da çekildiği bir Suriye’de Kürtlerin eli iyice zayıflamış olacak. O yüzden, rejimle, bugünkü statüsünün çok daha altında bir statüye belki de râzı olarak anlaşma yapması gerekecek.
Türkiye’nin burada Kürtlerin nelerden vazgeçmesini isteyeceği önemli. Kürtlerin, 2011 öncesi döneme dönmeyi kabul edeceklerini zannetmiyorum. Biliyorsunuz Kürtlerin hiçbir hakları yoktu, kimlik kartları yoktu. Eğer öyle bir noktaya zorlanırlarsa, Kürtler savaşmaya devam edecek. Kürtler 2011’den çok daha önce rejime başkaldırmıştı. Kürtler söz konusu olduğunda, onların râzı olacağı haklar Kürtlere tanınmazsa, Suriye Türkiye açısından problem üretmeye devam edecek, Suriye açısından da problem üretmeye devam edecek.

Ruşen Çakır: Ömer, Gönül ABD boyutunu söyledi. Erdoğan’ın beklentisi, Trump’ın Suriye’den askerleri çekmesi. Bir önceki Trump döneminde de benzer bir olay olmuştu, onu çok konuştuk. Bir diğer boyut da, İsrail ilginç bir şekilde, özellikle Dışişleri Bakanı her vesileyle, taarruz başladığından beri değişik seferlerde Kürtleri bir tür stratejik ortak olarak târif etti. Çok net bir şekilde onu söylüyor. “İsrail'in ne alâkası var, ne yapabilir?” diyenler olabilir; ama biliyoruz ki İsrail, daha taarruz başlar başlamaz Suriye’nin bütün hava ve deniz güçlerini yok etti. Hattâ Golan’da ilerleme katetti, birtakım sınırları aştı. İsrail şu anda Suriye’nin düştüğü zaaftan alabildiğine yararlanan, bunu tadını çıkaran bir durumda. Bu fırsattan istifâde, Suriye’nin altyapısını ciddî bir şekilde yok etmeye yöneldi. Üniversitelere de saldırdığını okudum, ne derece doğru bilmiyorum. Böyle bir durumda Şam’ın tabiî ki Türkiye’nin baskısıyla Kürtlere bir şey dayatması mümkün olabilir mi? Nasıl bir ara yol bulabilirler? Başta söylediğim gibi, Irak’taki gibi bir formül burada hayâta geçebilir mi?
Ömer Taşpınar: Federatif formüllerin gerçekleşmesi için, iyi kötü güçlü bir merkez gerekiyor, federasyon kolay işleyen bir yapı değil. Dünyaya baktığımızda, federasyonu güçlü olan, federasyonu ademimerkeziyetçi bir şekilde eyâlet sistemiyle yürütebilen ülkelerin, genelde iyi kurumlaşma yetenekleri var; ulus-devlet oluşturabiliyor, anayasal düzende hukuk sistemini kurabiliyorlar. Hukukun üstünlüğü üzerine dayalı bir sistemleri var. Ortadoğu’da böyle başarılı bir federatif yapı pek yok. Lübnan bir federatif yapı diyebiliriz; ama Lübnan, 13 veya 16 grubun bir şekilde bir arada tutulmak için kota sistemlerinin getirildiği zayıf bir devlet. Amerika Irak’ta Lübnan modelini uygulayıp, cumhurbaşkanı Kürt, parlamento başkanı Sünnî ve başbakan Şii modeline geçti. Burada da Irak’ın bugün çok güçlü bir devlet olduğu söylenemez. Yine de her şeye rağmen, Bağdat kuzeydeki Kürt yapılanmasını kontrol etmeye çalışıyor; fakat İran’a yakın milis güçlerini kontrol etmesi zor oluyor. Bir ulus-devlet kurulması için literatürün önemli şartı tabiî ki askerî egemenliğin kurulması. Topraklarınızda farklı farklı milisler, farklı eli silâhlı gruplar varsa, meşrû şiddet kullanma potansiyelini tekelinize alamıyorsunuz. Bu nedenle Kürtlerin elindeki askerî güç burada bir sorun olacak. Eğer Kürtler, “Askerî gücümüzü tutalım, bunu Suriye Ordusu’nun içine entegre etmeyelim” derlerse, şu anki yönetimle, daha güçlü gözüken HTŞ ile sorun yaşayacaklar. Türkiye’nin konumu da uzun dönemde sorun yaratabilir. Türkiye de sonuçta Millî Suriye Ordusu dediğimiz bir milis gücüne destek veriyor. Onun da entegre edilmesi gerekecek.
Aslında Türkiye’de birkaç aydır başlamış Öcalan’la barış süreci veya “Öcalan çıksın Meclis’te konuşsun, PKK bir şekilde silâh bıraksın” çıkışıyla, Türkiye belki de bugüne hazırlanıyordu. PYD’nin ve YPG’nin silâh bıraktığı bir ortamda Türkiye belki de masaya daha eli güçlü gelecekti. Şu anda Kürtlerin elinde bir askerî güç var, Amerika’nın ne yapacağı da tam olarak belli değil. Türkiye’nin ümidi, Trump’ı Suriye’den çıkmaya iknâ etmek. Ama IŞİD tehdîdi varken Trump’ın kolay kolay çıkmama ihtimâli, bunu bir takvime yayma ihtimâli de var. Buradan sorumlu CENTCOM generalleri, “Bu işi 2-3 yıl içinde kademeli yapalım, IŞİD’in ne olacağı belli olmaz” diyebilir. Erdoğan buna karşı olarak, “Ben kendi askerlerimi koyarım, Türkiye müdâhale edebilir” derse, bu zâten Suriye’nin egemenlik haklarını da sorunlu bir konuma getirir. Rusya’nın bir askerî üssü var; bakalım HTŞ Rusya’nın bu askerî üssüne ne diyecek? Şu anda Suriye’den başarılı bir federatif yapı, güçlü bir kurumlaşma beklemek için erken. Kaos olmasın, yeni bir iç savaş dönemine girmeyelim, yeni terör grupları oluşmasın ve bir şekilde hizmet verebilen, belirli bir temsil kabiliyeti olabilen bir parlamento oluşursa, zâten bu son derece başarılı bir platform olur. Federatif yapıya geçiş, ileride, ancak güç dengeleri biraz daha netleştiğinde, ülkedeki farklı bölgesel güçler, milis güçleri tek el altına alınabildiğinde konuşulabilecek bir durum. Suriye bana göre bundan henüz uzak.
Suriye şu anda çok yeni bir dönem içine girdi. 54 yıldan beri devam eden tekparti diktatörlüğü yıkıldı. Neyin hükûmet neyin devlet olduğu, neyin BAAS olduğu tam belli olmayan bir yapıydı. BAAS Partisi öyle bir partiydi ki, devletti ve tek partiydi. Burada BAAS’ı yok etmemek ve bir şekilde BAAS’ın kalanlarıyla, Alevîlerle, kurumlarla devam etmek doğru adım. Fakat burada bir güç paylaşımı olduğunda, Kürtler devreye girdiğinde, Alevîler bir şey istediğinde, Hıristiyanların hakları olduğunda, Rusya tam olarak çıkmak istemezse, İran biraz devreye girmeye çalışırsa… Türkiye’nin de tabiî ki bir zafer sarhoşluğu var şu anda, “Biz bu duruma getirdik” diyor. Bütün bunları konuşurken, farkındaysan daha İsrail’e gelmedik bile. Bir de İsrail meselesi var. Orada da İsrail açısından Golan Tepeleri her zaman için en önemli meseleydi. Zâten Türkiye 2007 yılında İsrail’le Suriye arasında arabuluculuk yaptığında, Golan Tepeleri’ne bir çözüm bulmak için ana meseleyi masaya yatırmıştı. Şu anda Golan Tepeleri’ndeki Esad güçleri çekilmiş durumda olduğu için İsrail oraya girdi. Golan’da şu anda, Suriye’nin bulunduğu mevzilerde, üslerde İsrail askerleri var. Buna geçici olarak bakmak mümkün; ama daha gerçekçi bakarsak, İsrail’in buradan çıkması çok zor geliyor bana.
Gönül Tol: Şunu ekleyeyim, 1973’ten bu yana ilk kez İsrail Suriye topraklarında bu kadar derinlere girdi.
Ömer Taşpınar: Evet, normalde buralara giremiyordu. Çünkü Hizbullah ve Suriye’nin verdiği destek vardı. Şimdi Hizbullah’ın devreden çıkmış olduğu, İran'ın son derece zayıfladığı, Suriye’de merkezî hükümetin yerinde olmadığı bir durumda, boşluk var. Bu boşluğu dolduracak ülkelerden bir tânesi de tabiî ki İsrail. Şu anda operasyon olarak baktığımızda, Kürtlerle ilişkisini bir köşeye koyalım, İsrail’in Golan’da daha hâkim bir konuma geldiği kesin. Bugün Suriye’de yeni bir rejim varsa, Hizbullah’ın ve İran’ın yediği darbe sâyesinde var. Bu nedenle Netanyahu durumun buralara gelmesinden de kendine kredi çıkardı. Aynı şekilde Biden da giderayak kendisine kredi çıkardı. Rusya’nın Ukrayna’da bu kadar bir bataklığa batmış olması da bu yeni Suriye’nin ortaya çıkmasında Amerika açısından bir başarı hikâyesidir. “Şu anda bir diktatörün gidişini en azından 24 saat için kutlayabiliriz” meâlinde bir şeyler söyledi. Tabiî burada uzun dönemde Kürtler, Dürzîler, Arap olmayan her türlü azınlık çok önemli. Bu yeni bir şey değil. İsrail’in bölgede hep çalıştığı azınlıklardı. Kürtlerle İsrail’in ilişkisini yeni keşfediyormuş gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz. Bunun 1970’lere kadar giden bir hikâyesi var.
Gönül Tol: Dış politika doktrininin bir parçası.
Ömer Taşpınar: Evet, bölgedeki Arap olmayan etnik unsurlarla. Türkiye İsrail’i en başında tanıyanların başında geliyordu ve 1997’de Türkiye ile İsrail arasında REFAHYOL döneminde bir stratejik askerî anlaşma da vardı. İsrail Hava Kuvvetleri 1997’den sonra Konya Hava Üssü’nde eğitim uçuşları yapıyorlardı. Türkiye’nin de böyle bir ilişkisi vardı. Şu anda İsrail, Gazze nedeniyle hak ettiği bir şekilde şeytanlaştırılıyor, ama hatırlayalım ki Türkiye-İsrail ilişkileri de bambaşka bir yerdeydi. İsrail’in Kürtlerle geleneksel olarak ilişkileri var; Irak’ta var, Suriye’de oldu, İran’da da MOSSAD’ın böyle ilişkileri muhtemelen vardır. Zâten daha düne kadar Türkiye’deki Öcalan açılımı da, “İsrail bölgede sınırları değiştiriyor” cümleleriyle anılıyordu. Meğerse bölgede sınırları değiştiren daha önemli bir güç varmış, o da Türkiye. Şu anda bütün dünya Türkiye’nin gücünü konuşuyor.

Ruşen Çakır: Tam ona gelecektim. Şu anda önümde, ortak dostumuz Vali Nasr’ın Foreign Policy’deki yazısı var. Yazıyı Türkçeye çevirip hızlı bir şekilde Medyascope’ta da yayınladık. https://medyascope.tv/2024/12/10/vali-nasr-yazdi-turkiyenin-ortadogudaki-yukselisi-tum-aktorleri-etkileyecek-bir-guc-kaymasi/ Nasr yazısında, “Esad sonrası dönem Ortadoğu’sunda, İran’ın kaybı Türkiye’nin kazancıdır” diyor ve Türkiye’nin oluşan boşluğu büyük ölçüde doldurduğunu söylüyor. Ama çok ilginç bir not düşeyim: Bugün Hamit Bozarslan ile bir yayın https://medyascope.tv/2024/12/10/rusen-cakirin-konugu-prof-hamit-bozarslan-yeni-bir-suriye-mumkun-mu/ yaptım. Kendisi Paris’te, biliyorsunuz, Ortadoğu’yu da çok iyi bilir. Hamit de kötü bir senaryo olarak Libya benzetmesi yaptı. Vali Nasr da yazısının sonunda Libya göndermesi yapmadan geçememiş. Bu Libya’yı bir not olarak söyledim. Gönül, ne diyorsun? İsrail zâten kazançlı, bunu biliyoruz. Türkiye çok kazançlı çıktı, öyle gözüküyor. Katılmıyorsan îtiraz et. İran ve Türkiye arasındaki târihsel rekabetin Türkiye’nin lehine yeni bir aşamaya geldiği tespitine katılıyor musun?
Gönül Tol: Birincisi, İsrail’in bundan kazançlı çıktığı görüşüne de ben çok katılmıyorum. Çünkü sâdece Beşar Esad ile değil, babası Hafız Esad’la da İsrail arasında iyi kötü bir anlayış vardı. İsrail tarafı hep, “Bu, bizim bildiğimiz şeytan” diyordu. Evet, İsrail Hizbullah’ın ve İran’ın Suriye topraklarını kullanmasından rahatsızdı; ama aslında bir rejim değişikliği de istemiyordu. Şimdi cihâdî kökleri olan bir grup geldi. Ben İsrail’in bu olanlardan memnun olduğuna çok emin değilim. İkincisi, ben de hem Foreign Affairs dergisi için hem Financial Times için iki yazı yazıyorum ve orada söylediğim şey şu: Türk dış politikası için, Suriye’de olanlar bir sürü fırsat penceresi açıyor. Çünkü zâten İsrail’in saldırılarıyla birlikte, 7 Ekim İsrail-Hamas Savaşı’ndan îtibâren, İran’ın liderliğini ettiği “Direniş Ekseni” çok zayıflamıştı. Şimdi Suriye’yi kaybetmek İran için çok önemli ve büyük bir kayıp. Çünkü Suriye, İran’ın onlarca yıldır müttefikleri ve milis güçler üzerinden kurduğu ağı beslemesi açısından önemli bir köprü görevi görüyordu. Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a silâh ve lojistik destek yolluyordu. Irak’taki milisleri için, Suriye’de İran’ın varlığı önemliydi. Hamas’la ilişkisi açısından önemliydi. Suriye İran açısından, İran’ın bölgesel siyâseti açısından son derece stratejik öneme sâhip bir yerdi. Esad’ı bu kadar desteklemiş, yanında olmuş bir İran’ın, Esad düştükten sonra Esad’dan sonraki Suriye’de önemli bir rol oynamasını beklemiyoruz. Dolayısıyla Suriye’yi kaybetti. İran’ın Suriye’yi kaybetmiş olmasının, Irak’tan Lübnan’a bütün bölge siyâsetinde bir zincirleme etkisi olacak. Bundan da Türkiye, özellikle Irak ve Suriye sâhasında çok fayda sağlayacak. Çünkü İran Suriye’de YPG ile de çalışıyordu. Irak bence çok daha kilit; çünkü Irak’ta, İran ve Türkiye arasında çok önemli bir güç mücâdelesi var. Özellikle Irak’ın kuzeyinde İran’ın attığı adımlar ve İran’ın desteklediği milis güçlerinin attığı adımlar, Türkiye’nin PKK operasyonunu sekteye uğratıyordu. Zayıflamış bir İran, Irak’ta manevra alanı zayıflamış bir İran, Türkiye açısından çok pozitif bir gelişme. Sâdece Suriye ve Irak’la da sınırlı değil; meselâ Güney Kafkasya’da da Türkiye ve İran arasında bir güç mücâdelesi var. Dolayısıyla zayıflamış bir İran, gerçekten komşu bölgelerde hemen Türkiye’nin önünü açar.
İkincisi, zayıflamış bir Rusya. Beşar Esad’ın düşmesi, kısmen zâten zayıflamış bir Rusya’nın sonucuydu. Beşar Esad’ın düşmesi, Putin’in daha da zayıflamasına sebep olacak. Suriye’nin Rusya için neden önemli olduğuna dâir birkaç sebep var. Birincisi, Putin Suriye’yi kullanarak hem Ortadoğu’daki hem “Global Güney” denen Afrika gibi yerlerdeki imajını perçinlemişti. “Bakın işte, Batı’nın düşüşe geçtiği, ittifakları bıraktığı, müttefiklerinin arkasında durmadığı bir dünyada, benim müttefikim Beşar Esad zor durumdaydı, ben askerî olarak müdâhale edip rejimi kurtardım” dedi. Bu imaj sâyesinde özellikle Afrika’da, Sahel’de, otokratlarla yakın bir savunma ilişkisi geliştirdi. Suriye’yi kaybetmesi bu imajına çok büyük bir darbe anlamına geliyor. Bunun Doğu Akdeniz’de, Kızıldeniz’de ve Afrika’da sonuçları olacak; buralarda Rusya’nın güç projeksiyonu yapmasını güçleştirecek. Bundan yine Türkiye fayda sağlayacak. Çünkü Afrika gibi yerlerde, Rusya ile Türkiye arasında bir güç mücâdelesi var. Meselâ Rusya’nın askerî ittifaklar kurduğu Sahel bölgesinde, Türkiye de resme girmeye çalışıyor, bunu Rusya kadar başaramıyordu. Bir de şu var: Suriye’de askerî üslerinin olmasının Rusya açısından hem Doğu Akdeniz’de hem de Afrika’daki operasyonları açısından lojistik önemi vardı. Şimdi yeni Suriye’de Rusya’ya o kadar alan açılacak mı bilmiyoruz. Açılırsa şaşırmam; ama açılmayacağını varsayarsak, bu da Rusya’nın elini zayıflatacak ve zayıflamış bir Rusya Türkiye’nin işine yarayacak.
Fakat Türkiye açısından en önemli pozitif gelişme şu oldu: Suriye’de Rusya’nın kartları elinde tutması Erdoğan’ın Putin’le ilişkisinde elini zayıflatıyordu hep; Türkiye Rusya ile ilişkilerde atmak istediği kadar cesur adım atamıyordu çünkü Suriye’de eli mahkûmdu; Suriye içerisinde yapılan bütün askerî operasyonlar Rusya’nın onayıyla mümkün olabilmişti; dolayısıyla Suriye’de hareket edebilmek için Putin’e bağımlıydı; artık Rusya’sız bir Suriye var sayarsak, Türkiye-Rusya ikili ilişkilerinde de Türkiye’nin elini güçlendirecek bir durum. Amerika’yla ilişkilerde de benzer bir durum var. Amerika-YPG ilişkisi hep ilişkileri zehirleyen bir gelişmeydi. Hele Trump çekilirse ilişkilerde yeni bir sayfa açılma potansiyeli var. Hele Türkiye, “Siz gönül rahatlığıyla çekilin, IŞİD’le mücâdeleyi biz yürütürüz” derse, Ankara yeni Trump dönemiyle çok güzel bir başlangıç yapmış olacak. Bütün bunlar Suriye’de olanların Türk dış politikasına sağladığı avantajlar.
Ama şunu unutmamak gerekiyor: Suriye’de olanların Türkiye’ye yönelttiği çok da büyük bir risk var. O riskten hem Vali Nasır bahsetti hem de bu benim de düşündüğüm bir şey: Târihe baktığımızda, diktatörlerden sonraki geçişler hiçbir zaman kolay olmuyor. Libya bunun en yakın örneği. Ondan önce Irak vardı. Bir diktatörü devirebilirsiniz, ama diktatörü devirdikten sonra oluşacak kaosu engellemek çok güç. Hem Libya’da hem Saddam sonrası Irak’ta iç savaş yaşandı, kurumlar kurulamadı, bir demokrasi inşâ edilemedi. Meselâ Suriye’nin Libya kadar doğal kaynağı yok; Libya o kadar petrol zenginliğine rağmen, hâlâ ekonomik olarak kendisi toparlamış değil, hâlâ çatışmanın içinde işleyen fonksiyonel bir hükûmet kurulamıyor. Dolayısıyla, Türkiye birden kendisini kaotik bir Suriye’ye komşu olarak bulacak ve Esad rejimi altında olduğundan daha büyük bir kaos içerebilir bu. Düşünün, yeni Şam hükûmetinin bin tâne sorunu var. YPG’nin zayıfladığı bir yerde, IŞİD’lilerin tutulduğu hapishâneler var. YPG’nin IŞİD’e karşı mücâdele etmediği, Amerika’nın çekildiği bir yerde IŞİD yeniden hortlar ise, bu en az Suriye kadar Türkiye için de tehlike arz edecek. Çünkü Türkiye’de aktif IŞİD hücreleri var. Türkiye daha bu yıl binlerce IŞİD üyesini tutukladı. Türkiye’ye bir sürü IŞİD saldırısı oldu. İkincisi, HTŞ eğer dünya tarafından meşrû bir aktör olarak kabul edilmezse, ekonomik olarak da toparlanamayan kaotik bir ülke olacak. Bunun sonuçlarına Türkiye katlanmak zorunda kalacak. Herkes “300 bin Suriyeliyi gönderdik” diyor. Verilen rakamlara hiç inanmıyorum. Bir kere insanlar önünü göremiyor. “Şerîat kuracağız” diyen bir yönetim var. Suriyeliler Türkiye’den niye akın akın dönsünler? Bu da bir problem olacak. Dolayısıyla Suriye Türkiye açısından getirilerinin yanında çok da büyük risk içeriyor.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne diyorsun? İsrail’i biraz konuştuk, ona istersen tekrar girebilirsin, ama Türkiye-İran meselesi de herhalde önümüzdeki günlerde daha fazla konuşacağımız bir mesele. Gönül de bahsetti: Irak bu gelişmelerden bir şekilde etkilenecek, o da anlaşılıyor. Bu arada, direniş cephesinden geriye bir şey kalmadı herhalde.
Ömer Taşpınar: Bugün İran’ın zayıfladığı bir bölgesel güç dengesine geldik. Hamas ortada yok, Hizbullah dağılmış durumda ve Suriye’de rejim değişti. Geriye direniş cephesinden iki tâne unsur kalıyor: bir tânesi, Haşdi Şabi dediğimiz Irak’taki İran’a yakın Şiî güçler; bir de Yemen’deki Husiler. Husiler üzerinde operasyonel olarak kontrolünden çok, stratejik bir ilişki var. Şu anda İran’ın elinde iki koz var. Bir tânesi Irak’taki Şiî güçler. Irak’a daha fazla asılması gerekecek, çünkü Irak dışında bunların “ileri cephede savunma” (forward defense) dedikleri stratejilerinde bir şey kalmadı. İran açısından Suriye’nin düşmüş olması, Hizbullah’ın dağılmış olması, Hamas’ın Filistin cephesinden en azından askerî olarak silinmesi ciddî bir hezîmet. Dolayısıyla Türkiye ve İran, bölgede düşman değil de rakip güçlerse –ki bunun stratejik, târihî ve mezhepsel olmak üzere birçok boyutları var–, Türkiye’de de İslâmcı kimliği olan bir hükûmet olduğu ortada, burada Türkiye’nin elinin güçlendiğini yadsımak imkânsız. Ama İran’ın da kullanacağı Irak kozu var, bu önemli. Orada zayıflıyor olabilir, Amerika çıkarsa daha güçleneceğini muhtemelen düşünüyordur. O yüzden Amerika’nın çıkmasını kesinlikle istiyor. Fakat Sudânî hükûmeti de dengeli bir politika izlemek zorunda. Bütün gözler Trump üzerinde olacak ve CENTCOM generallerinin Trump’ı nasıl yönlendirmeye çalışacaklarını izlemek gerekecek. 2019’da Trump çıkmak istediğinde, CENTCOM tarafından bu istek yavaşlatılmıştı. Benim gördüğüm kadarıyla, Trump her ne kadar “Hemen çıkalım” dese de, Pentagon içinde gene şu anda belirsizlik ve IŞİD’in ortaya çıkması nedeniyle ne Irak’ı ne Suriye’yi hemen bırakma yönünde bir acele yok.
İran'ın ikinci kozu nükleer güç. Nükleere çok yakın eşikte bir güç şu anda ve Tahran açısından nükleere gidip gitmeme artık bir teknik değil, siyâsî bir mesele ve karar. Trump yönetimi tabiî ki maksimum baskı politikasıyla İran’ın üzerine gelecek. Muhtemelen ilk 6 ay, 1 yıl, Çin’e olan petrol satışını azaltmaya çalışacak. Trump Çin’le masaya oturacak, bu gümrük vergilerini masaya getirecek ve belki de Çin’den tâviz olarak isteyeceği şeylerden biri, İran’dan daha az petrol alması olabilir. Trump eğer İran ile tekrar masaya gelecekse –ki Trump gelmek istiyor, İran’la uzun dönemde bir diplomasi koridoru açılacak–, İran’ın çok zayıflamış olmasını istiyor. İran masaya nasıl güçlü gelebilir? Eğer bir şekilde başarabilirse, nükleer silâha ulaşmış olarak güçlü gelebilir. Bu bir Kuzey Kore modeli olur. Elinde böyle de bir kozu var.
Gönül’ün bahsettiği konulara tekrar çok girmek istemiyorum, güzel toparladı. Suriye’de eğer işler iyi giderse, Suriye bahsettiğimiz şekilde devletleşebilirse, kurumlar işlerse, ekonomi düzelirse, Kürtlerle bir denge bulunabilirse, Türkiye açısından büyük bir başarı hikâyesi hâline gelir. Şu anda Türkiye’nin hoşuna gitmeyen tek durum, başarmak istediği ama başaramadığı şey, Kürt barış sürecinde YPG’nin silâhsızlandırılmasıydı. Türkiye onu başaramadı. Gördük ki bu Bahçeli açılımı da biraz onu amaçlıyormuş. Orada başarısız oldu. Bu süreç nereye savrulur bilemiyorum, ama Kürtlerin elinde bir silâh var ve Amerika da henüz oradan çıkmış değil. Bu, Türkiye’yi rahatsız eden bir şey. Bunun dışında, şu andaki tabloda iyimser olmak için Türkiye’nin elinde nedenler var. Ama Libya senaryosundan bahsettiğimizde, eğer kötümser bir senaryoya doğru gidersek, İran’ın, Hizbullah’ın ve Rusya’nın Alevîleri silâhlandırdığı ve Doğu Suriye ile Güney Suriye arasında, Kürtlerin de tekrar bu savaşın içine girdiği bir yerde ve IŞİD’in tekrar hortladığı bir kâbus senaryosunda, tabiî ki Türkiye için işler çok sarpa sarabilir. Şu andaki analizler daha çok iyimser yönde. Ama temkinli bir iyimserlik içinde olmakta yarar var.

Ruşen Çakır: Bu “temkinli iyimserlik” meselesini, Bahçeli’nin İmralı açılımında konuştuğum Güneydoğu’daki Kürt konuklar söylüyorlardı. En son bir tânesi, artık çok da fazla iyimser olmadığını söylemişti. Suriye’yi daha çok konuşacağız belli ki. Ben bugün X platformunda bir anket yaptım ve insanlara “İyi mi, kötü mü oldu?” diye sordum. “İyi oldu” diyenler, “Kötü oldu” diyenler, “İkisi farklı değil” diyenler ve “Bekleyip görelim” diyenler çıktı. Bugünkü “Transatlantik”ten “Bekleyip görelim” sonucu çıktı. İlk anda işâretler sanki pozitif gibi, ama öyle bir coğrafya ve öyle bir ülke ve öyle bir karışık ilişkiler ki her şey olabilir, her an ârıza çıkabilir. Sırat Köprüsü’nden geçer gibi bir olay herhalde, ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Evet ve Ömer’in dediği gibi, Erdoğan başarıyı da sâhiplenecek –ki şimdiden sâhipleniyor–, ama başarısızlığı da sâhiplenecek. Çünkü herkes Türkiye’nin başat rol oynadığını söylüyor. Dün bir İsrail gazetesinde okudum: “Artık kabul edelim, Türkiye Suriye’de en önemli aktör. Türkiye ile çalışmak zorundayız” diyor. Dolayısıyla herkes Suriye’de ne olacak diye Türkiye’ye bakacak. Eğer Golani söz verdiği gibi kapsayıcı, işleyen, hizmet veren, yönetebilen bir hükûmet kuramazsa, en azından bölge açısından Erdoğan’ın başarısızlığı olarak görülecek. İç siyâsette her zaman her şeyi çevirebilir Erdoğan. Başarı, başarısızlık gibi şeyleri bütünüyle kendi istediği gibi tanımlayabilir ve halkın büyük kısmı da buna inanabilir. Ama bölge açısından istikrarsız, yeniden çalkantı içine savrulan bir Suriye, Erdoğan'ın başarısızlığı olarak da görülecek.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin, nasıl bitirelim?
Ömer Taşpınar: Erdoğan başarısızlığı üstlenmeme konusunda üstâd. Tabiî ki kötüye gidiş olduğu bir durumda, “Bu bizim suçumuz değil. Biz altın tepsi içinde onlara Suriye’yi verdik, fakat onlar yönetemedi” der ya da başka şeyleri suçlar. Şu aşamada hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu Suriye mâcerâsı yaklaşık üç ay önce Türkiye’nin yenilmiş, Esad’ın kazanmış olduğu bir yerden, bugün Türkiye’nin büyük bir zafer sarhoşluğu içinde olduğu, “Bizim sâyemizde oldu” diyeceği bir yere geldi. Bu, Erdoğan açısından, Arap Baharı’ndaki başarısızlık, Davutoğlu’na getirilen eleştiriler, Türkiye’deki 4 milyon Suriyeli meselesi, hep başarısızlık hânesine yazılırken, Türkiye şu anda belki de kendisinin bile beklemediği kadar büyük bir başarıyla karşı karşıya. Eminim Davutoğlu da, “Keşke şimdi ben iktidarda olsaydım, bunun böyle olacağını zâten ben söylemiştim” diyordur. Şu anda Türkiye bunun sermâyesini yemekle meşgul olacak. Ben şöyle bitireyim: Türkiye şu anda ekonomik açıdan iyi durumda değil, para aktaracak durumda değil; Türk inşaat şirketleri Suriye’de nasıl para kazanabileceklerine bakacaklar. Suriye’ye en kısa zamanda para getirebilecek ülke Katar. O yüzden de Türkiye-Katar ilişkilerine tekrar bakmak gerekecek. Burada Katar’ın finans musluklarını nasıl açacağı, nasıl ilişkiler içinde olacağı çok önemli. Uzun dönemde de Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni de yakından izlemek gerekiyor. Avrupa’dan, Dünya Bankası’ndan ve Batı’dan para gelmesinden önce, Türkiye bu bölgedeki finans kaynaklarına bakacak. Şu anda bir de oradan bir başarı kaynağı getirirse, kapasite olarak Suriye’yi ayağa kaldırabilirse; su, elektrik, iş gibi hizmetler olursa, zâten kurumlaşma yönünde de ciddî adımlar olacaktır. Suriye’de eğer ekonomik bir kriz devam ederse, para bulunamazsa, maaşlar ödenemezse, askerî yapı oluşturulamazsa, bahsettiğimiz negatif senaryoya doğru gidiş olur. Bunların ikisi birbirine çok bağlı. Kurumlaşma ve başarı için para gerekecek. Bence Türkiye şu anda bunu bulmakla meşgul olmalı. Bu para da en kısa zamanda bana göre Katar’dan gelebilir. Ben, paranın geleceği, Katar dışında fazla bir yer göremiyorum.
Gönül Tol: Tabiî Hatay’ı inşâ etmek muhtemelen yine başka bir bahara kalacak. Herhalde Erdoğan Hatay’dan önce Suriye’yi inşâ etmek isteyecek.

Ruşen Çakır: Bitirirken, isim vermeden birisinin yaptığı iki paylaşımı aktarmak istiyorum. “Coğrafyayı değiştiren 10 gün. İran ve İsrail yayılmacılığı bitti. Türkiye, Suriye ve Lübnan birleşti” diyor. Aynı kişi iki saat sonra, “İsrail adım adım Suriye’yi işgal ediyor. Şam’a 15 kilometre kaldı. Şu an en âcil kriz bu” diyor. Allah da kimseye böyle bir dert vermesin.
Ömer Taşpınar: Bunları tâkip etmemek lazım, fazla takılıyorsun bunlara.

Ruşen Çakır: Ama çok eğlenceli değil mi?
Ömer Taşpınar: Magazin olarak bak.

Ruşen Çakır: Bir dahaki sefere sizden ricâm, elinize sopa alın, harita başına geçin, izleyicileri öyle bilgilendirin.
Ömer Taşpınar: Gönül zâten bana elinde sopayla haritanın karşısında öyle anlatıyor.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun, çok güzel yayın oldu. Evet, Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a teşekkürler. “Transatlantik”i burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı