2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül ilişkisini çok konuşacağa benzeriz. An itibariyle bu ilişkiyi değerlendirmek gerekirse önce bazı saptamalar yapmak isabetli olur:
1) 2002 Kasım ayında tek başına iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra “AKP’nin alternatifi ancak kendi içinden çıkar” anlayışı genel kabul görür oldu.
2) Abdüllatif Şener istisnası (ki o da başarısız oldu) dışında, geçen onca süre içinde AKP’de ciddi ayrılıklar, iç çatışmalar, kopmalar yaşanmadı; tam tersine son HAS Parti örneğinde görüldüğü gibi katılımlar oldu.
3) Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından sonra partinin mutlak hakimi olan Erdoğan’ın bir siyasi lider olarak her geçen gün güçlenmesinden rahatsız olan kesimler arasında Köşk’ü umut olarak görenlerin sayısı da her geçen gün artmaya başladı (Bunların büyük bir kısmının Gül’ün Çankaya’ya çıkmasına şiddetle karşı çıkmış olması da trajikomik bir durumdur)
4) Belli bir aşamadan sonra Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasında zaten var olan kişilik ve üslup farkları, Gül’ün partilerüstü konumu nedeniyle daha fazla dikkat çeker oldu.
5) AKP’nin cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili yaptığı yasal düzenleme, yani kendisine ikinci kez aday olma hakkı verilmemesi Gül’ü rahatsız etti; Anayasa Mahkemesi’nin bu hakkı kendisine tanımasına iktidar partisinin üst düzey yöneticilerinin üst perdeden itiraz etmesiyse bu rahatsızlığı kızgınlığa dönüştürdü.
6) Cumhurbaşkanı Sözcüsü Ahmet Sever’in bize verdiği söyleşiyle tüm kamuoyu Gül’ün rahatsızlığından haberdar oldu. Bu söyleşi Gül’ün kendi kaderini kendisinin belirleyeceğinin de ilanı oldu.
7) Gül’ün bu dolaylı çıkışıyla, AKP’ye verdikleri destekle bilinen bazı çevrelerin hükümet ve Erdoğan’a eleştiriler yöneltmeleriyle çakışınca işler karıştı. Gül’ün bu çevrelerle eşgüdüm içinde hareket ettiği gibi bir görünüm ortaya çıktı.
8) Erdoğan’ın Pazar günkü Kongre, Gül’ün Pazartesi günkü TBMM açılış konuşmaları bu ikili arasında bazı temel konularda önemli farklılıklar olduğunu bir kez daha gösterdi.
Acil mutabakat ihtiyacı
Saptamaları burda keselim ve şu soruyu tekrar soralım: Gül ile Erdoğan farklılığından bir çatışma çıkar mı?
Cevabım “kesinlikle hayır” olacaktır. Bu cevaba rağmen cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça ikili arasındaki farklılıkların özellikle Gül tarafından daha fazla ön plana çıkartılmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.
Gül başarılı bir cumhurbaşkanı olduğunu düşünüyor. Bu nedenle ikinci kez aday olmak istemesi son derece normaldir. Ancak Erdoğan Köşk’e çıkmada kararlı davranırsa adaylıkta ısrar etmeyecektir. Ne var ki Köşk’ten sonra ne yapacağına AKP (daha doğrusu Erdoğan’ın) değil kendisi karar verecektir.
Dolayısıyla Gül-Erdoğan ikilisinin kimin hangi görevi üstleneceği konusunda bir mutabakata varmaları gerekiyor. Eğer bu mutabakat gerçekleşirse, ki an itibariyle bunun olmadığı anlaşılıyor, birbirleriyle yarışıyor görüntüsü vermeleri de sona erecektir.
Gerçek ve hayal
AKP iktidarından ve özel olarak Erdoğan’dan hoşlanmayan pek çok iç ve dış çevre ile odağın Gül’e bir tür “muhalefet lideri” misyonu yüklemek istediği açık. Her iki siyasi şahsiyeti de yıllardır tanıyan bir gazeteci olarak, Erdoğan’ı dengeleyen bir Gül’ün mümkün, ama ona rakip bir Gül’ünse hayal olduğunu söyleyebilirim.
Bu noktada daha önce yazdığım satırları tekrarlamak istiyorum: Gül ile Erdoğan birbirlerini tamamlayan iki isimdir. Birbirilerinin eksilerini ve fazlalarını bilerek kardeşlik ruhu içinde yıllardır birlikte hareket ettiler. Kritik anlarda aralarındaki sorun ve çelişkileri geri plana itip ortak hareket etmeyi bildiler. Muhtemelen bundan sonra da böyle olacaktır. Üçüncü şahıslara sırtlarını verip birbirleriyle mücadele etmeleri sözkonusu olmaz. Eğer aralarından bir mücadele olursa bunun kazananı olmaz, ikisi de kaybeder.