Adını Koyalım (98): İktidârın ve muhâlefetin ittifak siyâseti

15.03.2023 medyascope.tv

15 Mart 2023’te medyascope.tv'de yaptığımız Adını Koyalım’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Edgar Şar: Merhabalar, “Adını Koyalım”dan herkese iyi akşamlar. Her zaman olduğu gibi Ruşen Çakır, Kemal Can ve Ayşe Çavdar ile birlikteyiz ve bugün sâdece muhâlefette değil iktidardaki ittifak kurma çabalarını da konuşacağız. Merhabalar, hoş geldiniz.
Çavdar-Can-Çakır: Hoş bulduk.

Edgar Şar: Ruşen Abi, bu sefer bir değişiklik yapıp önce seninle başlayalım. Sen bu konuda bir yayın https://medyascope.tv/2023/03/14/rusen-cakir-izleyicilerle-degerlendiriyor-secimlere-kim-kiminle-birlikte-giriyor/ da yaptın. Cumhur İttifâkı alelacele ittifâkı büyütme ya da büyük gösterme çabasına girişmiş gibi. Bizim sosyal bilimdeki târifle çok eklektik bir durum. Aynı ittifakta Büyük Birlik Partisi (BBP) var, Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) var. HÜDA PAR belki logosuyla girmeyecek, ama sonuçta orada olmaları ve kendilerine güvenli bir şekilde söylemlerini dile getirmeleri çok tartışılıyor. Bir yandan Yeniden Refah Partisi var. Onlar da A4 dolusu ön şartla girmeyi düşündüler. Kabul edildi, edilmedi tartışması devam ediyor. Yani alelacele bir durum var Cumhur İttifâkı’nda. Bu tam olarak ne anlama geliyor? Matematiksel bir şey mi, yoksa sadece siyâsî bir şey mi? Sen bunu nasıl okuyorsun yayında söylediklerine ek olarak?
Ruşen Çakır: Evet, ilginç bir durum. Cumhur İttifâkı’nda peş peşe büyük bir hızla ittifak arayışı var; çünkü süre de fazla yok. Erdoğan iki şeyi birden yapmak istiyor: Hem kendi seçimini garanti altına almak, hem de milletvekili seçimlerinde daha fazla milletvekili çıkartmak. Yapılan hamlelere baktığımızda, ilk olarak Demokratik Sol Parti (DSP) ve Anavatan Partisi’nin (ANAP) adı geçti. Aslında bunlar geçmişte iktidar olmuş, ama artık günümüzde hiçbir anlamı olmayan, sâdece isimleri olan partiler. Herhalde bunları sembolik olarak katmak isteyecek. Belki karşılığında birer tâne milletvekili verebilir. Ama en büyük hamle HÜDA PAR ve Yeniden Refah konusunda oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, HÜDA PAR’la daha önce de bizzat görüşmüştü biliyorsunuz; Zekeriya Yapıcıoğlu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne gitmişti. Erdoğan HÜDA PAR’ı kazanmak istiyor. Bunun birçok nedeni var: Birincisi, HÜDA PAR Güneydoğu’da HDP kadar olmasa da belli bir oy oranına sâhip; hattâ özellikle Diyarbakır, Batman, Mardin, Bingöl gibi birçok yerde, HDP ve AKP’den sonra üçüncü parti. Dolayısıyla, Cumhur İttifâkı buralarda girilecek olan seçimlerde HÜDA PAR’ın desteğiyle milletvekili sayısını artırabilir. Yani, HDP’nin milletvekili sayısını azaltabilir. Fakat bu artacak olan milletvekilleri de büyük bir ihtimalle HÜDA PAR kontenjanından HÜDA PAR’a gidecektir. HÜDA PAR, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a desteğini erken açıkladı. Şu hâliyle baktığımız zaman, milletvekili seçimleri için pazarlık sürüyor; ama cumhurbaşkanlığı seçiminde zâten Erdoğan’a destek verdi. Bu aslında çok da önemli değil. HÜDA PAR seçmeni, Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasında tercihini zaten Erdoğan’dan yana yapacaktır. Yani burada çok yeni bir şey yok. Ama belli ki HÜDA PAR, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verdikleri desteği milletvekili pazarlığında güçlü bir şekilde kullanmak istiyor.
Diğer taraftan kamuoyu araştırmalarında, son dönemde Yeniden Refah Partisi’nin oyu bayağı artmış, hattâ en büyük rakibi Saadet Partisi’nden fazla oy alıyor görünüyor. Fatih Erbakan’ın özellikle kadın hakları ve aşı meselesinde aldığı tutumları da biliyoruz. Yeniden Refah, sadece Millî Görüş’ün devâmı olma özelliği taşımıyor, aynı zamanda aşırı sağ popülist birtakım söylemlerin dillendirildiği bir yer oldu. Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifâkı’na katılıp katılmayacağı henüz belli değil. Hatırlarsanız, aylar önce Fatih Erbakan Erdoğan'a destek konusunda bir şeyler söylediklerinde tabandan çok sert tepki geldiğini söylemişti. Çünkü burada Millî Görüş Hareketi’nden olup Yeniden Refah’ta yer alanların önemli bir kısmı Erdoğan’dan rahatsız. Birçok kamuoyu araştırmacısı, Erdoğan’dan rahatsız olmasına rağmen CHP'nin olduğu bir ittifâka yönelmek istemeyen, dolayısıyla Saadet, Gelecek veya DEVA partilerine gitmeyen birtakım muhâfazakârların Yeniden Refah’a gittiğini söylüyor. Hepsi olmasa bile Yeniden Refah tabanının, Erdoğan’la ilgili bir rahatsızlığı var. Ama Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki bir tercihte, muhtemelen Erdoğan’a daha yakın olurlar ya da oy vermeye gitmezler.
Yalnız, Yeniden Refah Partisi’nin özellikle kadın meselesinde çok sert çıkışları ve dayatmaları var. Bu aynı zamanda HÜDA PAR’ın da gündeminde. Bir anlamda kadınların haklarını gasp etmeyi öneren iki parti bunlar ve şimdiden biliyoruz ki hem Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık hem de AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin çok açık bir şekilde bu pazarlıklarda olmamak gerektiğini söylediler. Tabiî onların söylemleri çok belirleyici olmayacak. Erdoğan bunu tercih edebilir, onlar da seslerini kısabilirler.
Bir de, AKP açısından HÜDA PAR ile ilgili çok daha büyük riskler var. Biliyoruz ki HÜDA PAR Hizbullah’ın yasal devâmı. İslâmî kesim Hizbullah demezdi biliyorsunuz. Hâlâ “Hizbül Vahşet” diye anılır. Hizbullah’ın mezar evlerinden domuz bağları ile işkence edilerek öldürülen insanların cesetleri çıkarıldığında, “Allah” kelimesini çıkartıp “Vahşet” eklediler. Çünkü Hizbullah sâdece PKK’ya yakın gördüklerini değil, aynı zamanda İslâmî kesimden kendileri gibi olmayan, engel gördükleri insanları da katletti. Konca Kuriş bunlardan birisidir; bir diğeri İzzettin Yıldırım’dır. Her ne kadar üzeri biraz örtülmüş olsa da İslâmî kesimde de Hizbullah’a karşı alerjik bir durum var.
Bir diğer husus da şu: Hizbullah’ın Kürt meselesinde Kürtçü olarak tanımlayabileceğimiz pozisyonları var ve bu pozisyonlar nedeniyle Cumhur İttifâkı’nın ortaklarından olan MHP’yi ve Büyük Birlik Partisi’ni, hattâ AKP’nin içerisinde Türk milliyetçiliğine yakın birtakım kesimleri de rahatsız etme potansiyeli var. Dolayısıyla, HÜDA PAR’ın dâhil olmasının, getirecekleri ve götürecekleri olabilir diye bakabiliriz. Meselâ bugün Meral Akşener grup konuşmasından görüyoruz ki, bu yeni ittifak ortakları bağlamında hem kadın meselesini hem de bu bölücülük meselesini, yani HÜDA PAR’ın programında Kürt meselesiyle ilgili var olan hususları muhâlefet ciddî bir şekilde kullanacak.
Bir diğer husus, Cumhur İttifâkı’nın ana bileşenleri olan AKP ve MHP’nin, çok önemli olmamakla birlikte BBP’nin de, bu seçimdeki en büyük iddialarından birisi, HDP’nin muhtemelen Kılıçdaroğlu'na destek verecek olması...

Edgar Şar: Burada bir ara soruyla sözünü keseceğim Ruşen Abi. Çünkü önemli bir şey söylüyorsun. Biraz önce, her getirinin bir götürüsü olabileceğini söyledin. Meselâ Yeniden Refah’ın o ittifâka girmesinin…  Daha önce Fatih Erbakan’ın, “ ‘İkinci turda Erdoğan ve Kılıçdaroğlu kalırsa, biz Erdoğan’ı destekleriz’ dedik. Tabanımız buna çok tepki gösterdi” diye bir açıklaması vardı. Saadet Partisi’nin Millet İttifakı’nda olmasının yarattığı, Yeniden Refah için otonom bir alan vardı. Yeniden Refah eğer Cumhur İttifâkı’na katılırsa, o otonom alanından vazgeçmiş olacak. Dolayısıyla nasıl bir tepki yaratır? Birincisi bu. 
HÜDA PAR için de şöyle bir şey var sanki: HDP seçmeni zâten muhâlefete destek verecek; ama bir de AK Parti’ye uzun yıllardır destek veren muhâfazakâr Kürtler, Kılıçdaroğlu’na dönüyor gibi. Hattâ bâzı sivil toplum kuruluşları vardı ve CHP bu süreçte onlarla doğrudan ilişki kurdu. Şimdi HÜDA PAR Cumhur İttifâkı’na girince, bu muhâfazakâr Kürtler’deki, AK Parti’nin MHP ile yaptığı ittifakla ilgili bütün soru işâretleri birden ortadan kalkacak mı? Bu nasıl etkileyecek?
Ruşen Çakır: HÜDA PAR’ın bölgedeki durumu aslında çok karışık; çok net bir durum yok. Yani muhâfazakâr Kürtler’in MHP’den rahatsızlığı HÜDA PAR geldiği için azalacak diye bir şey yok. Çünkü önemli bir kısmı HÜDA PAR’a da tepkili. HÜDA PAR oradaki ortalama muhâfazakâr Kürt seçmeni tam olarak temsil etmiyor. Daha radikal İslamcı bir kesimi temsil ediyor. Kendi hâlinde olan ortalama dindar Kürt seçmen için HÜDA PAR biraz fazla ve hattâ geçmişte yaşananlardan dolayı bu kesimin Hizbullah’a karşı ciddî mesâfeleri var — özellikle de birtakım başka dindarları işkenceyle öldürmüş olması nedeniyle. Dolayısıyla o iş biraz karışık. Ama MHP ittifakta var diye Erdoğan’a oy vermeyecek AKP’li Kürt olmaz. Onlar yine bir şekilde Erdoğan’a da AKP’ye de oy verirler. Ondan yana çok büyük kopuşlar olmasını beklemiyorum.
Ama işin bir diğer boyutu da şu: Siz bir taraftan Kılıçdaroğlu’nu HDP’den destek almakla, PKK ile işbirliği yapmakla ve bölücülerin ekmeğine yağ sürmekle suçlayacaksınız. Ama diğer yandan, Kürt meselesi konusunda, parti programında HDP’den belki daha radikal olan HÜDA PAR’la işbirliği yapacaksınız. Nitekim bugün Meral Akşener de bunu gündeme getirdi. Cumhur İttifâkı tabanındaki Türk milliyetçilerinin HÜDA PAR nedeniyle kafaları biraz karışacak. Bir yandan İYİ Parti, diğer yandan Ümit Özdağ yani Zafer Partisi ve onların adayı olan Sinan Oğan bu konuyu güçlü bir şekilde işlerse, orada birtakım ek kayıplar olabilir. Bunu çok kesin olarak söylemiyorum, ama en azından HÜDA PAR’ı katarak, “HDP ile Kılıçdaroğlu işbirliği yapıyor” argümanıyla kurdukları kampanya malzemesini de büyük ölçüde zayıflatmış durumdalar.
“Erdoğan bunu neden yapıyor?” sorusuna gelecek olursak: Oyunu artırmak istiyor tabiî; ama bu hamlelerin, Erdoğan’ın çok istediği gibi lehine olacağını düşünmüyorum. Tabiî ki birtakım katkıları olacaktır. Ama şu anda bakıldığında, artıları ve eksileri olabilecek hamleler olarak görüyorum bunu. Yeniden Refah’ın riskinin çok fazla olmadığını, ama HÜDA PAR’ın Erdoğan’a birtakım ek riskler getireceğini düşünüyorum. Onun ötesinde şunu da kabul edelim: Şu anda ülkeyi yöneten bir Cumhur İttifâkı var ve HÜDA PAR’ı bağrına bastı. HÜDA PAR Hizbullah demek. Bunun çok büyük anlamı var aslında ve bunu gözden kaçırmamak lâzım. Seçimde ne oluyor ne bitiyor, ne olacak, kaç oy alacak, kaç oy verecek? Bunlar tabiî ki önemli. Ama burada ilginç bir şey oluyor: Devlet Hizbullah’la kucaklaşıyor. Hizbullah, sâdece PKK yanlılarını katleden veya sâdece İzzettin Yıldırım gibi kendinden olmayan birtakım İslâmcılar’ı katleden bir yapı değil, aynı zamanda bir dönemin çok popüler ismi olan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve yanındaki korumaları da katleden, bunu üstlenmiş, hiçbir şekilde reddetmemiş bir yapı aynı zamanda. Dolayısıyla çok anlamlı bir adım bu. İktidar HÜDA PAR’ı ittifaka katarak seçimi kazanır ya da kazanmaz, o ayrı; ama şu anda ülkeyi yönetenlerin bu hamleyi yapması, HÜDA PAR Genel Başkanı’nın doğrudan Külliye’ye gitmesi, Erdoğan tarafından kabul edilmesi, kendileriyle bu pazarlıkların yapılmasının çok büyük anlamları var. Bu konuya daha geniş açıdan bakmak lâzım.
Bitirirken şunu da söyleyeyim: Altılı Masa ile çok dalga geçtiler; “yamalı bohça” dediler, şu dediler bu dediler; ama şimdi kendileri bulabildikleri kadar partiyi katmaya çalışıyorlar. Bu da ayrıca trajik bir durum.

Edgar Şar: Teşekkürler Ruşen Abi. Şimdi Kemal Abi’ye geçeceğim.  Senin söylediklerinden başka sorular da çıktı. Bir defâ iki taraf da bunu niye yapıyor? Tamam, Cumhur İttifâkı ya da Erdoğan bunu niye yapıyor belli: Sayısal olarak bunların getirisi belli olmamakla birlikte, siyâsî olarak burada İslâmî ve milliyetçi yönü güçlü, geniş bir cephenin oluştuğu görüntüsünü vermek. Bir böyle bir şey var. “Öbür taraf bunu niye kabul ediyor?” meselesine gelince: Herhalde orada da iktidâra son anda dâhil olduğunuz zaman aldığınız koltukları, iktidar kaybetse bile daha otonom bir şekilde kullanabilirsiniz. “Biz zaten son anda CHP’nin başını çektiği ittifâka karşı buraya girdik, ama burası kaybetti. Biz şimdi daha iyi bir mücâdele yapacağız” dersiniz ve o koltukları da kazanmış olursunuz. Aslında Yeniden Refah’ın ve HÜDA PAR’ın da beklentisi bu. Normal şartlarda hiçbir şey kazanamayacakken, şimdi iyi kötü bir koltuk almış olacaklar gibi düşünülebilir. Kemal Abi buna katılır mı bilmiyorum ama, “İki taraf bunu niye yapıyor?” deyince böyle bir şey ortaya çıkabilir.
Bir de, bu ittifâkın bu şekilde genişlemesi siyâseten ne anlama geliyor? Yani matematiksel olarak büyük bir genişleme sağlıyor mu sağlamıyor mu ayrı bir konu. Çok sağlamıyor gibi; ama siyâseten ne anlama geliyor? Sanki çok geniş partilerden oluşan bir ittifak kurmanın zorluğunu Erdoğan ilk defâ yaşayacak bu sefer. Şimdiye kadar hep CHP ve İYİ Parti yaşıyordu. Onları sıkıştıran da Cumhur İttifâkı’ydı. Şimdi öbür taraf bunu Millet İttifâkı’nın sıkıştırmasıyla yaşayacak sanki. Ama bu, Cumhur İttifâkı’nı Yeniden Refah ve HÜDA PAR’ın çizgisine çeker mi? Yoksa Erdoğan, “Bana kazandırma ittifâkıdır bu. Gerisinin de hiçbir önemi yoktur” deyip herkesi teskin edebilir mi? Böyle bir soru var. Ne dersin Kemal Abi?
Kemal Can: İlk sorundaki, “Kim neden yapıyor ve bundan ne kazanç umuyor?” meselesinin bir siyâsî, bir de matematiksel sonuçları var. Siyâsî sonucu açısından, küçük aktör HÜDA PAR’dan başlayayım: HÜDA PAR burada ne kazanıyor? Aslında Ruşen de son bölümünde değindi buna; mesele 1, 5, 8 milletvekili değil, kazandığı en önemli şey meşrûiyet. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne milletvekili sokmuş, meşrû ve iktidar ortağı iki partinin ve dolayısıyla şu andaki mevcut devlet aygıtının meşrû kabul ettiği bir muhâtap olma hakkı kazanıyor. Bir kere bu çok temel bir şey. Tamam, domuz bağları meselesinin üzerinden çok zaman geçti, köprünün altından çok sular aktı, bir sürü şey oldu; ama bugün de hâlâ Cumhur İttifâkı’nın kazancı ya da kaybetmesi ihtimâli üzerine konuşuluyorsa, aslında bunun bıraktığı çok kuvvetli bir iz var. Dolayısıyla hani milletvekilliği kazanmak kazandırmak üzerinden değil, bence HÜDA PAR’ın en temel meselesi, bu ittifâka girerek, resmî olarak ittifâkın ortağı hâline gelerek, muhâtap alınarak ve mümkünse birkaç milletvekiliyle Meclis’e girerek bir başka pozisyon elde etmek.
Diğer kısmına, yani “İktidar bunu niye yapıyor ve bunun matematiksel faydası ne olur?” meselesine gelirsek: Evet, toplamlar üzerinden bir fayda hesaplaması yapıldığında, artısı var eksisi var. Ama ben iktidârı bir süredir, o 4 işlemdeki toplama üzerinden değil, seçim matematiğini eksi üzerinden kurduğunu düşünüyorum. O da iki unsura bağlı. Birincisi, çok uzun bir süredir kendi dışındaki seçmen kalabalığı; kendisiyle temas etmiş, daha önce kendisine oy vermiş ya da kendisinin hâlâ yakın çeperinde duran seçmen dışındaki bir seçmenle ilgisini çok uzun bir süredir kesmiş durumda. Yani muhâlefetin tam zıddı. Muhâlefet senelerdir iktidar seçmeninden bir şey almak üzerine strateji kurmaya çalışıyor. İktidar ise bunu çok önceden bırakmış durumda. Üstelik azınlığa düştüğü 2015’ten îtibâren bırakmış durumda. Onun bütün motivasyonu, karşı taraftaki çoğunluğun çoğunluk olarak davranma kapasitesini zayıflatmak, kendi tarafında bulunanların da kendi arkasında durma motivasyonunu düşürmemek. Bunun için en acayip gelen, karşı tarafa en rahatsız edici gelen bu dinsel taassup ataklarını, meselâ işte İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmeyi filan yapabilmesini sağlayan şey bu. Orada da aynı şeyi söyleyebiliriz. Bunun artısı eksisi, bu konuda birtakım dindar muhâfazakâr çevrelerin bile rahatsız olabileceği, özellikle kadınların duyduğu rahatsızlığın artı eksi hesâbına katılması… Hattâ başlangıçta AKP içerisinden bu konuda da yüksek îtirazlar gelmişti; ama iktidârın temel akıl yürütmem biçimi bu değil. İktidârın akıl yürütme biçimi, diğer insanların oldukça rahatsız edici bulduğu argümanları da kullanarak, kendi tarafındaki çekirdeğin motivasyonunu yüksek tutmak. Bu bâzen negatif önermelerle, yani “Biz gidersek sizin hayâtınız kâbusa döner” diyerek, bâzen ayrıcalık olarak daha fazlasını sağlayabileceğini îmâ ederek ya da böyle sert dinsel, kültürel, mezhepsel hatlar kurarak bunu yapmaya çalışıyor. Şimdi meselâ HÜDA PAR ve Yeniden Refah hamlelerinin içerisinde, sayısal bir artıdan çok, hani Ruşen’in söylediği, “Zâten seçim Kılıçdaroğlu-Erdoğan ikiliğine sıkışsa, Erdoğan’dan yana olacak bir kesim var. Bu partiler bu tür ittifaklara alınmasalar da, bu partilerin seçmeni böyle bir ayrışmada zâten bu tarafta olur” cümlesi var ya? Bunun bir detayı var. Eksinin önemli olduğu detay bu. Bu insanların sandığa gitme motivasyonunun canlı tutulması gerekiyor. Zâten böyle bir kıyaslamada Erdoğan’dan yana olacak her bir oyun sandığa taşınması, karşısında yer alacak oyların da mümkün olan en azının sandığa gitmesi ya da başka seçeneklere yönelerek “konsolidasyonunun” kaybedilmesi. Yani eksiler üzerine kurulan bir matematik işletmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu tarafıyla çok da siyâsî bir şey değil. Toplamlar üzerinden değil, kayıpları düşürmek açısından gidiyor.
Ama tabiî HÜDA PAR biraz daha teknik bir şey içeriyor. HÜDA PAR’ın, Yeniden Refah Partisi’ne göre daha lokal oyları var. Yeniden Refah Partisi’nin %1-1,5 oyu çok genişçe bir kesim coğrafyaya, çeşitli illere yayılmış durumda; Konya’da da var, Sivas’ta da var, Erzurum’da da var Urfa’da da var. Bu, bir yerde çok somut bir aritmetik sonuç üretemeyebilir. Ama HÜDA PAR’ın iki tâne önemli etkisi var — ki ona Ruşen kısmen değindi: Batman’da, Mardin’de, Adıyaman’da, Diyarbakır’da, Bingöl’de bayağı bloklaşmış ve yekûn oluşturan oyları var. Oralarda ayrıca seçim güvenliği ve sandık kontrolü açısından HDP’ye dönük gerilim politikası tırmandırılacaksa, orada da elverişli bir enstrüman olma özelliği var. Bu, Kobani meselesinde de kullanılmış bir enstrüman. Dolayısıyla HÜDA PAR’ın orada yürüteceği kampanya ve seçim günü sandık başlarındaki seçim güvenliği meselesi açısından, seçim kampanyası sırasında birdenbire çok provokatif bir imkân haline gelebilir — bu da ayrı bir kategori.
DSP ve ANAP’ın katılması meselesine değinmeyi gerekli görmüyorum. “Sâdece bunları almıyorum, daha kalabalık bir ekip topluyorum” havası yaratmak ya da onları dengelemek için olduğunu düşünüyorum. Ne getirir ne götürür tartışmalı; ama gideni durdurma motivasyonu açısından hesap yapıldığını, muhâlefet üzerindeki stratejinin de böyle kurulduğunu düşünüyorum. Sinan Oğan hikâyesi, Muharrem İnce hikâyesi ve benzeri bir şeylerle, aslında açıkça çoğunluk olan tarafın bir kısmının ya sandığa gitme enerjisini düşürmek ya da bölmek, iktidar tarafında ise, iktidârın arkasında durmak için herkese kendince bir gerekçe îmal etmek. Meselâ diyelim HÜDA PAR’ın %0,5 oyu varsa ya da Yeniden Refah Partisi’nin %1,5 oyu varsa, bu ittifâka alındıkları için sandığa gitme ihtimallerini yükseltiyor — onların taraf değiştirmesinden çok, asıl olan bu. Zâten taraftarı o tarafta; ama sandığa gitme motivasyonları, hele kaybedileceği ihtimâli ortaya çıkan bir iktidar için Erdoğan’ın arkasında durma motivasyonları olmayabilir, ama kendi varlıkları açısından onlara bir yeni motivasyon sağlarsanız…  Bir zamanlar muhâlefette çok kullanılan “%0,5’lerin, %1’lerin bile önemli olduğu bir sistem” argümanı da artık kullanılmıyor. Şimdi onun aynısının, ama eksiler bağlamında, üstüne katmak değil gideni durdurmak bağlamında, iktidar cephesinde işlediğini düşünüyorum. Dolayısıyla ben bunun hâlâ siyâsî değil matematik bir hesap olduğunu düşünüyorum. Bunun bir ayrıcalığı var: Katılanların bir kısmı, meselâ HÜDA PAR örneğinde olduğu gibi daha siyâsî sonuçlar doğurabilecek şeyler.
Burada bir parantez olarak MHP’nin buna bir rezerv koyup koymayacağı meselesinde de, bu iktidârı bir beka dâvâsı olarak koyduktan sonra, IŞİD’le ilişki de Suriye politikası da MHP için acayip rahatsız edici olabilecek dinselleştirme politikaları da çok belirleyici olmaktan çıktı artık. Bahçeli, “Biz de gericiyiz” açıklamasını yaparak, bu beka dâvâsının arkasındaki hattı din temelli olarak kurmakta bir mahzur görmediğini ve kendisinin temasta olduğu devlet kesimleri açısından da bunun onay aldığını çok önceden söylemiş durumda. Dolayısıyla burada belki kıyâsen birtakım îtirazlar filan ortaya koyarlar; ama bunun böyle birdenbire Cumhur İttifâkı’nda büyük bir dalgalanma yaratacağı kanaatinde değilim. Yaratacak olsa yaratırdı zâten.

Edgar Şar: Çok teşekkürler Kemal Abi. Ayşe’ye bu konu hakkında konuşmak için bayağı bir malzeme oluştu. Zâten ilgi alanı diye düşünüyorum. Şöyle bir soruyla bağlayayım: DSP ve Anavatan ilk başta konuşuldu, ama şu anda asıl konuşulan mesele o değil. Çünkü fay hatlarında durmuyorlar görünüşe göre. Hem Kemal Abi’nin hem Ruşen Abi’nin söyledikleriyle ilgili senin katıldığın katılmadığın yanlar nedir aslında onu merak ediyorum. Özellikle işin matematik ve siyâsî yönünü. İkisinin de içini tam dolduramıyoruz aslında anlamı îtibâriyle...
Ayşe Çavdar: Evet, mânâsız bir durum gibi görünüyor. Yani hem dolduramıyoruz… Aslında hem aritmetik olarak hem siyâsî olarak doldurabileceğimiz bir perspektif var. O da, Erdoğan’ın kendi hikâyesiyle ilgili aslında. Çünkü siyâsete atıldığı günden bu yana kiminle yan yana durduysa, onları îtibarsızlaştırmış biri. Yani onları alıyor ittifâkına ya da etrâfına, bir şekilde onların gücünü kendi hayrına kullanıyor kullanıyor, sonra öyle bir şekilde kenara bırakıyor ki, artık onlardan kimseye, başta da kendilerine bir hayır gelmiyor.
Bu manzara sâdece HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi manzarası değil. Oraya bir de muhâfazakâr kadınlar açısından bakacağım müsâadenle. Aslında bugün benim gündemim biraz da o. Biraz o taraftan izledim mevzûyu. Ama şu kadarını söyleyeyim: ANAP’la DSP’yi de koyalım oraya; çünkü Erdoğan ittifak usûlü çalışmakta muhâlefet kadar acemi değil. Kariyerinin en başından beri çeşitli ittifaklar yapa yapa geldi. Ama o kadar çok aktörü, o kadar çok kesimi, grubu bizzat kendi eliyle îtibarsızlaştırdı ki, dönüp başvurabileceği, “Hadi gel benimle ol” diyebileceği pek de kimseyi bırakmadı. Kala kala, güçlerini îtibarlarından almayan birtakım kesimler kaldı. HÜDA PAR ve Yeniden Refah’ı zannediyorum ki oraya koyabiliriz. Özellikle Yeniden Refah’ı bütün dünyada var olan bu aşırı sağın temsilcilerinden biri olarak görebiliriz. Ümit Özdağ’ı da onunla yan yana koyacağım. Güçlerini, kendilerine konu edindikleri temel bir iki meseleden alıyorlar. Yeniden Refah söz konusu olduğu zaman, bunu kadın karşıtlığı, hattâ kadın düşmanlığı, kadın ve çocuk düşmanlığı diye de genişletebiliriz. Yeniden Refah’ta bir de aşı karşıtlığı vardı biliyorsunuz. Bunlar bildiğimiz, gayet küresel, adımızı daha çok nereden duyurabiliriz, ne yaparsak kendimizden bahsettirebiliriz sorularına cevap verilerek üretilmiş birtakım sloganlar. HÜDA PAR ise bambaşka bir şey.
Dolayısıyla benim teorim, bunun gerçekten çâresizlikten yapıldığı. Ama bu çâresizliği yaratan kendisi. Muhâlefet ittifâkının çok genişlemesiyle ya da içeriğiyle ilgili bir şey değil, AKP’nin ve Erdoğan’ın kendi siyâsî târihinin onu getirip bıraktığı bir çâresizlikten bahsediyorum. Bir yandan da Twitter’da Erdoğan’ın şu anda yapmakta olduğu konuşma akıyor. Bugün de selde hayatını kaybedenler için Allah’tan rahmet diliyor meselâ. Onun iktidârında her gün bir felâket oluyor artık. Bu felâketlerde insanlar ölüyor ve insanlar artık bu noktaya geldiğinde onunla ittifak ederek îtibarlarını harcamak istemiyorlar. Çünkü bir hiç için harcamış olacaklar. Dolayısıyla bulabildiği her kim varsa oraya gidiyor
HÜDA PAR konusunda Altan Sancar’ın o teorisini kısmen satın aldığımı söylemem lâzım. Belli ki sandık başıyla ilgili bir mevzû var önünde; yapılabileceğini düşündüğü bir şey var. En azından onun kafasında böyle bir şey yoksa bile, HÜDA PAR kendisine böyle bir misyon edinmiş görünüyor o bağlamda. Dolayısıyla orada akılda tutulması gereken ve tedbirli olunması gereken bir durum var. Bir de muhâfazakâr kadın meselesi var. Ben şöyle eski bir zamana denk getireceğim; çünkü Yeniden Refah ve HÜDA PAR denkleme bu şekilde dâhil edilmeye çalışılıyor. Yeniden Refah’ın dâhil olup olmayacağı daha belli değil. Anladığım kadarıyla, az önce söylediğim bu îtibar meselesi dolayısıyla ittifak yapmakla ilgili partinin içerisinde de birtakım rahatsızlıklar var. Dünden beri Yeniden Refah Partililer de, “Hayır, biz öyle bir ittifâka dâhil olmak istemiyoruz” diyorlar; ama bir taraftan elde 30 maddelik bir şey var, ondan memnûniyetle bahsedildiği söyleniyor. Özlem Zengin ve bakan Derya Yanık'ın açıklamaları ortada. Dolayısıyla o henüz belli değil.
Fakat önümüzde, AKP’nin tanımını giderek daralttığı, hattâ radikalleştirdiği, artık muhâfazakâr bile denemeyecek şekl ü şemâile büründüğü bir tür dindarlık durumu var. Muhâfazakâr dindarlık bile diyemiyoruz buna. Çünkü mevcuttaki bir hâli muhâfaza etmeye çalışmaktan çok, muhayyel bir hâli dayatmaya çalışıyor — özellikle kadınlara. Kimi durumlarda cemaatler eliyle yapıyor bunu — İsmailağa ile Menzil Cemaati gibi. Menzil Cemaati o kadar değil belki; Menzil’in durumu İsmailağa Cemaati’nden farklıdır çünkü. İsmailağa ile Diyânet üzerinden, Kur’an kursları üzerinden kurulan ilişkide olduğu gibi, gayet muhayyel, bu topraklarda pek de geçerli olmamış bir hâli, hem kadınlara hem çocuklara, gençlere, topluma, toplumun geleceğine dayatmak. Hiçbir zaman o kadar gerçek olmamış bir halden bahsediyoruz; dolayısıyla ona tam olarak muhâfazakâr bile diyemiyoruz.
Yeniden Refah söz konusu olduğunda da bunun başka bir formunu görüyoruz. Mevzû nedir? Kadınlar o kadar güçlendiler ki… Yeniden Refah bunu söylüyor. Benim çevremde de var bu birkaç ay önce Yeniden Refah’a dönenler. AKP’ye karşılar. Muhâfazakârlardan, dindarlardan bahsediyorum. “Çünkü AKP kadınlara çok fazla hak verdi. Bu da yerle yeksan ettiği âileyi bozdu. Dolayısıyla Yeniden Refah işleri toparlayacak gibi görünüyor” deyip oraya gidenler. Bunların bir kısmı depremle tekrar AKP’ye döndüler, onu da söylemem lâzım. Fakat mevzûmuz kadınlar, kadınların güç kazanmaları.
AKP ve özellikle Erdoğan açısından, muhâfazakâr kadının nasıl bir rolü olduğunu hatırlamamız lâzım bu durumda — ki Derya Yanık’ın ve Özlem Zengin’in açıklamalarını ve şu anda AKP içinde kadınlarla erkekler arasında sürmekte olan kavgayı anlayabilelim. Sâdece AKP de değil; meselâ cemaatler de kısmen bu yoldan ilerliyorlardı 90’lı yıllarda. O da şöyle bir şey: Siyâsî çalışma yapmak için dışarı çıkmak meşrû bir şey olduğu için özgürleşen kadınlardan bahsediyoruz, başka bir şey değil. AKP’de, ondan önce belediyede, Refah Partisi’nde siyâset yapmak üzere dışarı çıkmak, evden meşrû olarak bir müddet ayrılma gerekçesi olabildiği için, özgürleşen, bunu bir özgürlük aşaması olarak tatmış kadınlardan bahsediyoruz. Bir önceki kuşaktan, benden 10-15 yaş büyük kuşaktan bahsediyorum. Benim yaşıma geldiğinde, aynı zamanda üniversiteye gittiğinde, başka bir şehre gittiğinde, bir işe girmeye çalıştığında, arkasında bulabildiği güç: Parti ve Erdoğan. Bağlılığın büyük bir bölümü de oradan geliyor. O kadınlar AKP bağlamlarında geniş bir hareketlilik alanına sâhip oldular. Partide çalışıyorlar; kurumlarda, vakıflarda çalışıyorlar filan. Bu arada HÜDA PAR’ın geçmişindeki Konca Kuriş’i de hatırlatmak isterim. Konca Kuriş ile aynı görünümde, aynı eğitim seviyesinde pek çok kadın, bugün AKP’ye oy veriyor. Aşağı yukarı aynı şeyleri düşünen pek çok kadın da demeliyim. Var çünkü öyleleri de. En azından, kızları Konca Kuriş gibi düşünen pek çok kadın var.
Şimdi, AKP Yeniden Refah’ı ve HÜDA PAR’ı çağırarak diyor ki: “Ey kadınlar! Siz biraz ileri gittiniz. Bana yaptığınız hizmetlerin de sonuna geldik. Erkeklerinizi çok rahatsız ettik. Şimdi artık evlerinize dönmeniz gerekiyor”. Şunu da hatırlatmam lâzım: Erdoğan’ın kadınlar nezdindeki “karizma”sının önemli bir parçası, onunla ilgili çeşitli kişisel hikâyelerdir.
Şiddete uğrayan, kocası tarafından aldatılan kadınları partideki kadınların himâyesi altına alması, onları gözetmesi, korumasıdır. Bütün kadınlarla ayrıcalıklı bir ilişki kurmuş bir liderin, Yeniden Refah’ı ve HÜDA PAR’ı çağırarak söylediği şey, “Siz çok açıldınız artık. Bu da âileyi tehdit ediyor. ‘Eve dönün çocuk yapın’ dedik, yapmadınız. Erkeklerinizi dinlemiyorsunuz. Dolayısıyla bir sâkinleşin ve kendi alanınızı sınırlayın” diyor — bu bir.
İkincisi de, 6284 meselesinde, özellikle AKP içindeki kadınlar ve erkekler arasındaki tartışmalardan yola çıkarak söylüyorum: “Şiddete uğruyorsunuz, tamam; ama devletin size verdiği koruma sizin önünüzdeki seçenekleri fazla açıyor. Dolayısıyla ilk nizâda boşanmaya kalkışıyorsunuz. Yürüyün, evinize döneceksiniz” diyor. Her iki yolda da bunu söylüyor. Yeniden Refah Partisi o listeyi verdiğinden beri oralarda tartışılan mevzû bu. Yani özetle, AKP kadınlara diyor ki: “Kusura bakmayın, size verdiklerimi geri almak zorundayım. Çünkü size verdiklerim yüzünden güç kaybettim”. Peki bu doğru mu? Doğru olmadığını da biliyoruz. Özlem Zengin’in İsmailağa Hiranur Vakfı dolayısıyla yaptığı çıkışı hatırlayın. İlk anda hemen, “Kim olursa olsun, nereden olursa olsun cezâsını bulacak!” diye bir çıkış yapmıştı ve o zaman da aşağı yukarı aynı tepkiyi almıştı. Fakat mevzûnun kurumsal işletim sistemine baktığımız zaman, hâlâ bütün yargısıyla, partisiyle, şusuyla busuyla, bir şekilde âilenin ve cemaatin îtibârını koruyan bir düzenek işletildiğini görüyoruz. Dolayısıyla muhâfazakâr kadınlarla AKP ilişkisini ele aldığımızda, karşımızda şöyle bir manzara var: Getirip getirilip bir açıklığa bırakılıp, oradan da, “Hadi şimdi tıpış tıpış evinize ve eski cenderelerinize yürüyeceksiniz” denilen bir grup kadın var.

Edgar Şar: Bütün bu söylediklerin şuna mı geliyor Ayşe? Havuza ufak bir musluk açıyoruz, ama alttan da başka bir musluk…
Ayşe Çavdar: Tam onu söyleyeceğim. Şimdi öbür tarafta bu bir açmaz. Çünkü kadınlar olmadan AKP hiçbir şey değildi. Yani AKP’yi önceki benzerlerinden ayıran şey… Refah Partisi’nde de aynı şekilde. Bu, Refah Partisi’yle başladı ama, kadınların siyâset yapması, siyâset aracılığıyla ev dışındaki bir hayâta katılması AKP’de artık büyük ve kurumsal, çok geniş ve popüler bir etkinlik alanına dönüştü. Bu küçük bir şey değil — özellikle alt orta sınıflar için. Alt sınıflar için başka bir şey, ama alt orta sınıflar için bu bayağı bayağı büyük bir şey. Bütün o bakım hizmetlerinden, bedava ev içi işlerden çıkıp, kendine bağımsız bir otonom alan oluşturmak bayağı önemli ve büyük bir iş. Şimdi kadınlara, “Geri dönün” deniliyor. Kadınlar dönecek mi? Bence arada sıkışmış vaziyetteler. Çünkü AKP iktidârını kaybederse, bu kadınlar da iktidarlarının bir kısmını kaybetmiş olacaklar. Onları ne bekliyor? Başörtüsünden bahsetmiyorum. Az önce sözünü ettiğim sokağa çıkma sebeplerinden, gidip sosyalleşme, siyâsallaşma ortamları buldukları hallerden bahsediyorum. AKP iktidârı kaybederse, muhtemelen yaşamayacak bu parti. Bu kadınlar ne yapacaklar? Nerede kendilerini gerçekleştirecekler? Çünkü bu onların alanı.
Peki, bunun başka bir alternatifi olabilir mi? Başka bir yerde siyâsallaşabilirler mi? Başka alternatifler var mı kadınlar için? Dönüp muhâlefete baktığımda, bir tek DEVA Partisi’nde böyle bir potansiyel görüyorum. Çünkü Gelecek Partisi de bunun ötesinde fazla bir şey söylemiyor. Saadet Partisi’nin hâli belli; ne kadınlar ne de erkekler için çok çekici bir parti olmayı başaramadı. Bir tek DEVA’da böyle bir ihtimal var. Peki, DEVA’nın bunu anlatabilecek gücü var mı? Yok. Ben önemli meselelerden bir tânesinin bu olduğunu düşünüyorum. Yani bu ittifâkın âile için, kadınlar için, çocuklar için ne ifâde ettiğinin AKP’li kadınlara anlatılması zorunlu. Mesele şu ki, şu anda bunu anlatabilecek aktörlerden ne yazık ki mahrumuz. Yani bir tek DEVA Partisi var. Onun da potansiyeli, etkinlik kapasitesi ortada.
Ben bu mevzûnun çok önemli olduğunu düşünüyorum. AKP iktidârı kaybettikten sonra AKP’li erkeklerin ne olacağı beni peki ilgilendirmiyor açıkçası. Ama sözünü ettiğim bu alt orta sınıf, hem dönüşüme çok açık, yani bir taraftan bir mobilite problemi de var. Sınıfsal mobilite yoksa, böyle bir ihtimal yoksa, cidden başka bir şeyden bahsediyor olacağız. Dönüşümü en açık olan, orta sınıftan çok daha açık, çok daha kolay dönüşebilecek bir kesim. Ama şu anda ne yazık ki AKP dışında siyâsî karşılıkları yok. Muhâfazakâr Kürt kadınlar HDP dolayısıyla bulabilirler. Çünkü HDP bu konuda oldukça geniş bir söylem ve aktörlere sâhip. Ama Orta Anadolu, İstanbul ve büyükşehirlerde alt orta sınıf ailelerin, doğrudan AKP aracılığıyla değil AKP dolayımıyla bir şekilde sosyalleşmiş, siyâsallaşmış kadınlarına, oy davranışı böyle belirlenmiş kadınlarına bu mevzûyu anlatabilecek bir aktör, bir kurumsal yapı, ne yazık ki muhâlefette bulunmuyor. Ben bunun önemli bir sorun olduğunu ve belki de kadın hareketinin bu işi üstlenebileceğini düşünüyorum. Bu da Millet İttifâkı’nın toplumsal muhâlefeti kapsamakla ilgili sorununun aslında nasıl büyük açıklar yarattığını bir kez daha gösteriyor. Göreceğiz bakalım.
Bir şey daha eklemek istiyorum: HÜDA PAR özelinde özellikle bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum:
MHP’nin HÜDA PAR’a sâhip çıkmaması ve benim tâkip ettiğim ülkücülerin tepki göstermemesi. Ama ülkücülerin gösterdikleri tepkiler, konuşmamız gereken bir mevzû olduğunu daha gösteriyor. Daha önceki mevzûyla tamâmen alâkasız bir şey söylüyorum: AKP öyle bir şey yapmış ki, yine az önce söylediğim müttefiklerinin îtibârını ortadan kaldırmak bâbında, galiba MHP ile ülkücülerin, ülkücülüğün arası bir şekilde açılmış durumda. Çünkü bütün siyâsî partilerde kısım kısım ülkücüler görüyoruz, ama bu ülkücüleri ortaklaştıran şey MHP’ye olan eleştirileri. Şimdi o eleştiriye bir şey daha eklenmiş vaziyette. Zâten bir kısmı, eski Ülkü Ocakları başkanları, parti bağlantısı olmaksızın Kılıçdaroğlu için sahaya çıkacaklardı. Şimdi HÜDA PAR meselesi eklenince ve MHP’den böyle bir ses çıkmayınca –benim duyduğum, Twitter'da, sosyal medyada takip ettiğim ülkücülerden yola çıkarak söylüyorum– bu da o mesâfeyi artırdı. Dolayısıyla MHP ile ülkücüler arasında da bir yol ayrımı yaşıyoruz ve Erdoğan’ın siyâsî kariyeri boyunca izlediği ittifak siyâsetinin berâber olduğu kesimlere ne yaptığını bir kez daha gösterir vaziyette. Muhâfazakâr kadınlar da bundan bağımsız değiller. Çok teşekkür ederim.

Edgar Şar: Çok teşekkürler Ayşe. Millet İttifâkı ve toplumsal muhâlefet arasındaki mesâfenin, kadınlara, buradaki fırsat alanına değememe sorununu yaratmasıyla ilgili bir şey ekleyeyim. Kılıçdaroğlu bununla ilgili bir iki tweet attı dün. Ama sen de, Kılıçdaroğlu’nun attığı tweet’lerin bu konudaki boşluğu doldurmaktan çok uzak olduğunu söylüyorsun. Bu senin dediğin fay hattı, bence bu seçimlerden sonra, hele ki muhâlefet kazanırsa, devam eden bir mesele olacak. Bu zâten bu seçimle kapanacak bir mesele değil. “O kadınlar nereye gidecek, nasıl bir yol bulacaklar? Rüzgâr gelecek bir delik açabilecekler mi?” sorusu, AKP yok olsa da, devam etse de zâten önümüzde devam edecek gibi duruyor.
Şimdi muhâlefete geçelim. Muhâlefette de çok konu var, tek konudan ibâret değil. Hepsini kısaca bir özetleyip bu sefer Kemal Abi’yle başlayalım. Son bir buçuk haftadır, HDP ile İYİ Parti arasındaki gerilim çok belirleyici değil — öyle görünüyor. Meral Akşener, “Kemal Bey HDP ile konuşsun, sıkıntı değil; ama şu şu şu çerçevede yapabilir ancak” dedi. Selahattin Demirtaş bir cevap verdi, orada kaldı o mevzû. Ben öyle bekliyordum zâten; konuyu kapatmak üzere yapılan açıklamalardı bence. Dolayısıyla Millet İttifâkı orada bir hedefe doğru gidiyor gibi.
Milletvekili listeleri konusunda, ufukta bir anlaşma gözükmüyor henüz. Öyle bir durum var. Bir de üstüne üstlük, Temel Karamollaoğlu’nun Saadet, Gelecek ve DEVA partilerinin ortak bir liste yapması söylemi. Daha önce de söylemişti bunu. Saadet Partisi’nin CHP ile ortaklık üzerinden, özellikle Yeniden Refah Partisi’ne kaybetmekte olduğu söylenen oylar, böyle bir geri dönüş sağlar. Hele ki Yeniden Refah Cumhur İttifâkı’na katılıyorsa, buradaki bir üçlü liste oradan bir geri dönüş sağlar gibi bir beklenti var. Gelecek Partisi buna sanki daha bir sıcak yaklaşıyor gibi. Ama Babacan, yaptığı açıklamalarla buna çok sıcak bakmıyor gibi gözüküyor. Bir yandan aynı benzer gerilim HDP ile TİP arasında var. TİP ayrı liste ile girelim diyor. Memleket Partisi’nde Muharrem İnce’nin adaylığı söz konusu. Liste konusuna bakınca, muhâlefet, “Kazanıyoruz” heyecânıyla Parlamento seçimlerinin dinamiklerini tam anlamamış gibi gözüküyor. Ben siyâsetbilimci olarak baktığımda, “Orada ayrı bir liste çıkaralım. Biz de kazanırız” konusunda, çok fazla aktörün, maksatlarının ötesinde birtakım stratejiler gütmeye çalıştıklarını seziyorum. Bence mümkün olduğunca az liste daha konsolide bir yapı, şu anki muhâlefetin ve Millet İttifâkı’nın stratejisine daha uygun gibi. Ama sanki bu pek anlaşılamamış gibi gözüküyor. Kemal Abi, sen ne dersin?
Kemal Can: Evet, böyle bir sonuç, en azından şu andaki resim için söylediğin doğru. Ama buna neden olan birkaç tâne faktör var. Birincisi, Medyascope yayınlarında bir yılı aşkın süredir, belki “Adını Koyalım” yayınlarında daha uzun bir süredir, bu geç kalma meselesinden hep bahsediyorduk. Geç kalma meselesi şunu içeriyordu aslında: Kendi stratejinizi kurmak, iktidârın yapabileceği hamlelere cevaplarınızı hazırlamak ve bunların her birinin, seçenekli ve hızlı uygulanabilir B, C versiyonlarını da yedeklemek. “Bu zor ve karmaşık bir iş ve bunu böyle ayda bir toplanarak, genel mutâbakat metinleri ve bir ortalama üretmeye çalışarak aşamazsınız” demiştik. Şimdi bunun sorunlarını yaşıyoruz.

Edgar Şar: Adaylık meselesinde de bunu gördük.
Kemal Can: Evet.  Zâten bunu zaman zaman söyleyen ve bunu argüman olarak kullananların bile, adaylık meselesini daha başat hâle getiren bir tartışmayı yürütmeleri, buna daha hevesli olmaları, hattâ bu taraftaki problemin biraz adaylık meselesiyle kurgulanması ve o tartışmanın parçası hâline getirilmesi... Hattâ ben şunları bile hatırlıyorum: “Artık bu sistemde milletvekilliği meselesi o kadar da önemli değil. Sürükleyici olan aday olacak. Dolayısıyla aday meselesini çözelim”. “Kazanacak aday” tartışmasının özü, bu iddiaları, Meclis aritmetiğinin sorun olmasında adaylık tartışmasının bir argümanı olarak kullanıyordu. Onu bir bağımsız mesele olarak kullanmıyordu. Adaylık tartışmasına sıkışma, bu gecikmeyi daha da büyük hâle getirdi. Şimdi, muhâlefetin önemli meselelerinden biri bu; çünkü pek çok nedenle, şu anda milletvekili dağılımı ve muhâlefetin Parlamento çoğunluğunu kazanması önündeki engellerin kaldırılması çok hayâtî bir mesele. Çünkü başta sistem değişikliği iddiası olmak üzere, temel iddiaların hemen hepsi ve küçük bir olasılık olduğunu düşünmeme rağmen cumhurbaşkanlığı seçiminin de iki tura zorlanıp zorlanmayacağı, bu çözümlerle ilişkili olacak. Dolayısıyla bu konu çok kritik hâle gelmiş durumda. Ve bu hâlâ teknik bir mesele gibi kurgulanıyor yine.
Ama burada çok açık bir biçimde, yine adaylık tartışması sırasında da önümüze geldiği gibi, “partilerin çıkarları” ve “siyâsî çıkar” gerekleri gibi bir duvara tosluyor. Bu, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda da söz konusu, Millet İttifâkı’nda da söz konusu. Şimdi birtakım partilerin, bu “birlikte kazanma” enerjisinin parçası olmak, ama o birlikte kazanılacağın içindeki payına denk bir karşılık almakla ilgili bir motivasyonları var. Bu bâzen tuhaf eşitsizlikler ve tuhaf dayatmalar şeklinde de karşımıza geliyor. Meselâ, ilk turda da konuştuğumuz, iktidar stresiyle cevap vermek açısından, “AKP'den kopmuş ya da dışarıda duran ve kendiliğinden bu muhâlefet ittifâkının içerisinde yer alan, buna aday partilerin, kendiliğinden toparlayamadığı bir seçmeni, teknik birtakım düzenlemelerle kazanmak mümkün müdür?” gibi bir seçenek var. Bu ittifak içinde üçlü ittifak formülü böyle bir şey.
Açıkçası ben bu teknik hamlenin, ilk turda konuştuğumuz, AKP’nin son anda yaptığı tuhaf hamleler gibi matematik sonuçlar doğurma ihtimâlini görüyorum. Şu anda tam tersine, bu sorunları hızlı geçip, teknik hatâları da temizledikten sonra, böyle cin fikirler bulmak değil, toplam kazanma enerjisini büyütmek ve buradaki motivasyondan kayıpları engellemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Ben, hâlâ alınamamış bir potansiyeli kazanmak derdinden çok, mevcut potansiyelin sandığa gitme enerjisi ve oradan hiçbir kayıp olmaması üzerine çalışmaların yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Hâlâ alınamamış bir oyun formülü olarak, 2 ay kala bir şeyler üretilemez; bu çok gerçekçi bir şey değil. O partilerin bu potansiyelden oy alma kabiliyetleri vardıysa, almışlardır. Ya da genel kazanma enerjisi onlara bu kabiliyeti kazandıracaksa, zâten ittifâkın içinde de kazandıracaktır. Yani CHP ile Saadet Partisi’nin önünde Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak îlân eden partilerin, ittifâkın içinde küçük bir tâne daha ittifak kurup, o ittifâkın çok da memnûniyetsiz birtakım dindarları iknâ edeceğini düşünmek… Bu hakîkaten bence artık mühendislik filan da değil. Adını da bulamadım, neyse, bir şey işte.

Edgar Şar: Yani kazandırdığını kazandıracaktır. Hattâ varsa, kaybettirdiğini de değiştirmeyecektir.
Kemal Can: Matematik olarak, iktidârın, meselâ AKP ve MHP’nin birlikte aynı listeden seçime girme ihtimâli, belirli seçim bölgelerinde gösterilecek adaylar, orada öne çıkartılacak şey gibi daha teknik bir çalışmanın önemli olduğunu görüyorum. Bunu da lüzumlu buluyorum. Ama şimdi böyle bir siyâsî cinlik îcat etmenin çok işe yarayacağını düşünmüyorum açıkçası. Benzer bir şeyin, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda da olduğunu görüyoruz. Böyle bir matematiksel sunum olarak çok tartışıldı sosyal medyada Sera Kadıgil’in söyledikleri. Teorik olarak şöyle bir varsayım ileri sürüyor TİP. Bu aslında Millet İttifâkı’nda olan türden bir şey. “Bu ittifâka HDP’den dolayı ya da HDP’ye oy vermek istemeyecek başka bir taban var. O, bizim ismimizle buraya katılabilir. Onlar zâten buraya gelmeyebilirler”. Şimdi bu bir varsayım. Tıpkı, Millet İttifâkı’ndaki AKP’den kopmuş ya da muhâfazakâr tabana hitap ettiği iddiasındaki partilerin, bir varsayımı politik argümana dönüştürme gayretlerine benzer bir şey. Burada iki tâne problem var: Birincisi, HDP seçmeni ya da HDP'ye oy veren seçmen. İkisi belki bâzen farklılaşabilir. Seçmenin niteliğiyle ilgili sorunlu bir yaklaşım içeriyor. İkincisi bir varsayıma da dayanıyor. Ama öbür taraftaki argüman da şu: “Bir takım yerlerde HDP asla milletvekilliği çıkarmayacak. Oralarda bizim adımızla girelim. Dolayısıyla onların aldığı oy da bizim partimizin olsun”. Bu da şu demek: Zâten olan, varsayımsal değil zâten olan bir oyun, artık oy olarak bir partiye, kendi gücüyle ne kadar kazandığı belirsiz biçimde yazılması gibi bir siyâsî sonuç üretmek. Bu mantıklı gibi görünüyor, ama şöyle bir riski de taşıyor: O küçük, artık bir şeye yaramayacağı varsayılan oyu sandığa taşıma enerjisinin parçası mı olur, yoksa onu vazgeçiren bir sonuç mu doğurur? Tıpkı biraz önce tartıştığımız gibi artı eksi meselesi.
Benzer bir durum Millet İttifâkı’nda da var. “Bir yerde güçlü olabilen bir alt ittifak kuralım”. O muhâliflerin bir kısmı bundan hoşlanmazsa, o lokal seçmen bundan hoşlanmazsa ne olacak? Siz varsayımsal bir kalabalığı çağırmak uğruna, hazır bir kalabalığı riske sokuyorsanız, bu iyi bir matematik olmayabilir.
Dolayısıyla artık bu varsayımsal hesapların bence çok geçerli olmayıp, reel duruma göre pozisyon alınması gerekiyor. Tamam, şimdiye kadar yapmadınız, geciktiniz. Tabiî ki siyâsî partilerin birtakım hesapları olması son derece rasyonel bir durum. Ama artık seçime bir buçuk ay kala bu rasyonel, irrasyonel bir içerik kazanmıştır. Şu andaki çalışmanın tamâmen teknik bir çalışmaya dönüştürülmesi, böyle “Zihni Sinir projeleri”ne hebâ edilmemesi gerektiğini düşünüyorum açıkçası.

Edgar Şar: Bir de şöyle bir şey var: Birçok iddia, teknik olarak da çok sağlam değil. Hattâ beni asıl endîşelendiren kısım o: Bana 1991 seçimlerini hatırlatıyor. Tabiî o zaman %10 barajı vardı. Bülent Ecevit’in DSP’si %10’un biraz üstünde bir oy almıştı: 10,74. O dönem için 2,5 milyon oy demekmiş bu. Bakıyoruz, Refah Partisi aynı dönemde –hattâ o zaman ülkücülerle ittifak yapmışlardı– 4 milyondan biraz fazla oy almışlar. Yani DSP’den bir buçuk kat daha fazla. Ama Refah Partisi 62 milletvekili çıkarırken, DSP 7 milletvekili çıkarmıştı. Yani sizin barajı geçip geçememeniz bir derece, barajı geçtikten sonra, diyelim ki DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi bir liste yaptılar ve bu %7’yi geçti. %7’yi geçmesi, milletvekili sayısını çıkarmanızı sağlamadığı gibi, çok az çıkarmanızı sağlayabilir. En büyük örnek, işte bu DSP örneği. Hani sanki oraya acayip bir seçmen akacakmış gibi bir siyâsî varsayımla yapılıyor. Ama teknik olarak çok sağlam bir temele oturmuyor.
HDP ve TİP olayında da şöyle bir şey var: Ben hep Hatay örneğini veriyorum. Bunu gözden kaçırıyorlar. HDP ve öncülü partiler Hatay’da çok uzun yıllar hiç milletvekili çıkaramamıştı. Ama orada sâbit ve hiç de az olmayan bir oyu vardı. Fakat bir milletvekili çıkarmak için gereken oydan biraz azdı. Oraya Barış Atay gibi birini koyduğunuz zaman, yani şu veya bu sebeple önemli değil, kendi oyunu da oraya ekleyebilecek potansiyel birini koyduğunuz anda, HDP’nin oyuyla birleşip, o yıllarca boşa giden ya da “artık oy” diye söylenen o oyları bir milletvekiline çevirmiş oldu. Belki de TİP’in yapması gereken, Türkiye’nin değişik yerlerinde bunu incelemek ve grup kurmak ya da şu kadar milletvekili sokmak, bunu uygulayabileceği yerleri düşünmek iken, ayrı liste işleriyle uğraşmaları…
Ayşe Çavdar: Ayrı liste demiyor zâten Edgar. Bu programa hazırlanmak için Sera Kadıgil’in Gerçek Gündem’den Hilmi Hacaloğlu’na verdiği röportajı dinledim. Aynen senin söylediğini söylüyor. Mevzû ayrı liste değil. Artık oyların olduğu yerlere bakmak ve oralarda TİP olarak girmek.

Edgar Şar: Ayşe, şöyle bir sorun oluyor: Meselâ Hatay’da Barış Atay'ın başarılı bir şekilde seçildiği yerde HDP değil de TİP olarak girselerdi –tabiî koşullar değişti ama örnek veriyorum– belki HDP’nin o sâbit oyunu alamayacaklardı. Yani varsayımsal olarak söylüyorum; işin planını ortaya atarken teknik ve siyâsî altyapı iyi kurulmuşa benzemiyor ve seçime iki ay kaldı.
Kemal Can: Burada şöyle bir soruya cevap vermek lâzım: Diyelim ki TİP’in, HDP seçmeni olarak daha önce HDP oy vermiş seçmenden başka bir potansiyeli var. Bir de HDP’nin sâbit aldığı ama milletvekili çıkartamayan bir potansiyeli var. Şimdi bu ikisinden hangisinin adıyla girildiğinde diğer seçmen blokunun buna alerji duyacağı ile ilgili bir varsayım ortaya çıkartıp, diyor ki TİP: “HDP ile girilen listede, HDP listesinde Barış Atay görünse bile, Hatay’daki Barış Atay taraftarları ya da TİP taraftarları oy vermez”. Bu varsayımı ileri sürerek, “Burada böyle girelim” diyor. Tersi varsayımda, HDP seçmeninin hepsinin, HDP’nin değil de TİP ambleminin altına “Evet” basma oranındaki kayıp. Üçüncü bir unsur daha var: Orada alınan oy oranı da TİP’e yazılacak. Yani seçim bittiğinde, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın içerisinde HDP’nin aldığı oy, TİP’in aldığı oy diye yazdığımız şeyler, aslında gerçek oylarını temsil etmiyor olacak. Çünkü 41 ilde HDP’nin –tam katılırsa bile– yedekte olduğu bütün oy TİP’in altına yazılmış olacak. Bu da, politik gelecek tasavvurunun içerisinde çok haklı bir talep olarak görülemeyebilir. Üçüncü bir unsur var. Bu, sâdece alınacak sonuç îtibâriyle değil. Dolayısıyla bu varsayımın bir tânesi hakîkat. Orada bilmem kaç seçimde görülmüş artık oylar var. Diğeri bir varsayım; tıpkı DEVA ve Gelecek partilerinin getireceğini iddia ettiği şey gibi. Dolayısıyla ben bu hesaplamanın ve bu siyâsî varsayım pekişmesinin şu anda lüzumsuz olduğu kanaatindeyim ve tam da böyle teknik bir detaydan siyâsî bir sonuç üretme işi yapıldığını ve Edgar’ın söylediği gibi, hem bu işin matematik olarak sorunlu olduğunu hem de siyâsî olarak sorunlu olduğunu düşünüyorum.

Edgar Şar: Şimdi sözü Ayşe’ye vereceğim. Bu turda son sözü Ruşen Abi’ye verip öyle bitiririz yayını. Kısa bir şey ekleyip hemen sana bırakacağım sözü Ayşe. Aynı olayın Millet İttiâakı’nda da bir yansıması var, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda da. Millet İttifâkı’nda bütün küçük partiler, hepsi ayrı ayrı şekilde, “Biz sonuna kadar fedakârlık kısmını yaptık, biraz bize bir şey yapın” meâlinde konuşuyorlar.  Öte taraftan, İYİ Parti de o “küçük partiler”den olmamasına rağmen, o da, “Ben de en az sizin kadar fedakârlık yaptım, hattâ belki daha fazla” diyor. Dolayısıyla bu liste stratejisiyle o Masa’dan henüz bir şey çıkmamasının sebebi bu gibi gözüküyor. CHP de, “Peki ben ne yapayım? O zaman bütün listelerimi size vereyim, siz yazın” diyor. Herhalde bunu yapmayacağı için orada anlaşma olamıyor.
Öte yandan, Cumhur İttifâkı ne yapacak? Bence asıl belirleyici o. Onlar bir ortaklık çıkarırsa, bu tartışmalar sönüp gider. Zâten Kemal Abi’nin söylediği sebepten ötürü, bence sönüp gitmeliydi. Bu tıpkı şuna benziyor: 2019 seçimlerinden önce İYİ Parti ve CHP’nin müzâkere masası çok kolay geçmemişti. Özellikle Ankara’yı hatırlayın: “Mansur Yavaş olsun, ama bizden olsun” demişlerdi.
Ayşe Çavdar: Mansur Yavaş “Hayır” demişti. 

Edgar Şar: Mansur Yavaş istememişti. Mersin’de anlaşamadılar. Bütün onları çözen, asıl Cumhur İttifâkı’nın ortak aday çıkarma stratejisi olmuştu. Cumhur İttifâkı ortak aday çıkarınca buradaki tartışmalar yok oldu. “Tamam, mecbûren biz de ortak aday çıkaracağız” dediler. Bence burada da benzer bir şey yürüyebilir.
Öte taraftan, Emek ve Özgürlük İttifâkı’na bakıyoruz: HDP can havliyle kapatılıp kapatılmamayla uğraşıyor. Muhtemelen Yeşil Sol Parti’nin listesiyle girecek. Zâten bir bakıma HDP’nin de adı değil o, TİP de o listeye oradan girebilir sanki. Yani partiler arası fay hattı yaratan bu meselelerin doğru tartışılma zemini bu değil bence. Kemal Abi’ye bu açıdan katılıyorum. Bir bilanço çıkarmaya çalışırsak, kim daha çok fedakârlık yaptı, kimin hakkı, sosyal medyada kimin daha çok karşılığı var, herkes bir şey söyler. Böyle bir sıkıntı var. Evet, Ayşe seninle devam edelim.
Ayşe Çavdar: İçimi rahatlatan iki konu var. Ben bu konuda biraz umutlu tarafta durmak istiyorum. Birincisi, elimizde yeni bir seçim sistemi ve yeni bir hesaplama yöntemi var. Dolayısıyla muhâlefetteki partiler arkalarına aldıkları rüzgârı da hissederek bunun sağlamasını yapmaya çalışıyorlar ve birtakım projeksiyonlar üretiyorlar. Millet İttifâkı’ndan bahsetmiyorum. HDP ile TİP arasında olandan söz ediyorum. Bu projeksiyonlar arasında da farklılıklar var. Daha evvel yapılması gerekirdi, ama daha evvel uğraşılması gereken bir sürü sorun vardı. Dolayısıyla ben bunun aşılacağını düşünüyorum. Aşılmayacağı yolunda da birtakım şeyler var. Özellikle Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndaki tartışma bana 2015’te HDP’nin parti olarak girme adımını hatırlatıyor. Hatırlarsanız, “Ya giremezse o zaman ne olacak? Hiç değilse bağımsız olarak birtakım yerlerde girebilselerdi” diye bayağı bir endîşemiz vardı. Siyâsî bir adım olarak bir ilerisine hamle yapmaktan bahsediyorum.
Şimdi Millet İttifâkı bunu yapsaydı, “Ne iş bu?” derdim. Çünkü muhâlefetin ana taşıyıcı unsuru o. Dolayısıyla onların daha dikkatli olmak gibi bir sorumlulukları var. Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın da çok dikkatli, hattâ daha bile dikkatli olmak gibi bir sorumluluğu var; ama bu tartışmanın da yapılması lâzım. Çünkü Emek ve Özgürlük İttifâkı başından îtibâren, “Biz sâdece seçim ittifâkı değiliz” diyor. Şimdi seçim ittifâkı olmaya başlıyorlar. Daha şimdi konuşmaya başlıyorlar. Bu, iki tarafın da modere edemediği başka bir sürü iş yüzünden ertelenmiş bir tartışma. Şöyle bir mesele var: Barış Atay ve Erkan Baş’ın, HDP’nin listelerinden gelip, önceden konuşulmasına rağmen oradan ayrılıp TİP’e dönmüş olmalarının yarattığı bir tür kırgınlık var. O kırgınlık, HDP’nin içerisinde konuşulmuş, halledilmiş bir kırgınlık değil hâlâ. İttifak kurulurken o kırgınlığın nasıl dile geldiğini gördük. Hani “Geldiniz, gene listelerimizden gireceksiniz” diye. Şimdi TİP, “O listelerden girmek istemiyoruz” dediğinde, aşağı yukarı aynı insanlar, “Şimdi de havalara girdiniz; tek başınıza bir şey yapmış oluyorsunuz” diyor. Ben bütün bunların çok ciddî bir moderasyon problemi olduğunu düşünüyorum. Beni liste pazarlığından çok bu motivasyon problemi ilgilendiriyor açık söylemek gerekirse. Yani tabanların, birbirleriyle ilişkilerinin burasından kırılması ve partiler arasında müzâkere modere edilmediği için. Erkan Baş’ın, HDP’nin iki ay kadar önce yaptığı bir mitingde sahneye çıkıp konuşmaması sonrasında da, “HDP’den o kadar çok milletvekilliği istemişler ki. HDP de bunu yalanlamadı. Bu kriz o yüzden oldu” iddiaları çıktı. Dolayısıyla herhangi bir tarafı eleştiriyor değilim. Bütün tarafları, bu siyâsî tartışmayı modere edememekle, moderasyonu yapmamakla, üstlenmemekle eleştiriyorum. Bunun yapılması lazım.
Dediğim gibi, özellikle TİP hakkında söylenenler, bana içerik olarak değil ama hava olarak, HDP’nin 2015 seçimlerine parti olarak girmesi karşısındaki tedirginliği anlatıyor. Bir çözüm bulacaklardır. Çünkü iki tarafın da niyeti, birinin diğerine galebe çalması değil. Bence iki taraf da iknâ edilmeye açık. Oradaki mevzû, “Ne türlü bir listeyle yola çıkarsak hem Millet İttifâkı’ndan oy eksiltmeyiz hem AKP’ye en çok zararı verebiliriz?” Ama hesaplama yöntemleri faklı görünüyor. Bu da zannediyorum ki konuşulacaktır. Fakat asıl bakılması gereken, tabanlar arasındaki konuşmanın, tartışmanın halledilmesi, bir düzene, bir dile sokulması. Çünkü şu anda sanki aynı ittifâkın içinde değiller gibi. Bu da normal; çünkü sonuçta hem rekabet ediyorlar hem yan yana geliyorlar. Sanki aynı ittifâkın içerisinde değil de birbirlerine külliyen rakip iki parti arasında oluyormuş gibi duruyor. Bunun halledilmesi lâzım.
Millet İttifâkı’na gelince: Bizim siyâsî partilerin, özellikle CHP’nin en iyi bildiği işlerden bir tânesi liste pazarlığı yapmak. O yüzden yine aynı şeyi söyleyeceğim: Listelerde kimin nerede durmasının herkes için en iyi olduğuna dâir birtakım teoriler çarpışıyor. AKP’nin, her türlü, her açıklığı kendine yontabileceği bir seçim yasası hazırlaması sonrasında tek mesele de listeler değil. O listeler aynı zamanda sandık güvenliğine de, teşkilâtların çalışmasına da tekabül ediyor. Bütün bir seçim sürecinin nasıl işletileceğine, kiminle hangi sandığın başında nasıl duracağına ilişkin daha geniş bir mevzû tartışıyoruz. Bunun kolay olacağını beklemiyorum. Ama ben o kadar da umutsuz değilim. Çünkü bu aşama partilerin en iyi bildikleri aşama. Özellikle Millet İttifâkı, geniş anlamda siyâsî meseleleri tartışmakta ne kadar isteksiz, gönülsüz ve acemiyse, her biri, liste pazarlığı yapıp, o pazarlıklar çerçevesinde kendilerini ifâde edecek yollar bulmakta o kadar deneyimli. Dolayısıyla bunu aşacaklarını zannediyorum.
Benim burada tek derdim, bütün bu tartışmanın yine tıpkı bu son yaşadığımız krizde olduğu gibi yine kamuoyunun önünde yapılması. Bunu kendi aralarında yapmaları ve ortaya sonuçlarla çıkmaları gerekir. Bunu her iki muhâlefet ittifâkı için de söylüyorum. Seçmen bu işe karışmamalı. İnsanları sandıktan, partilerden soğutan, mesâfelendiren bir tona bürünmemeli. Her nasılsa her iki taraf da bunu başaramıyor. Müttefikler birbirleri arasında yapacakları tartışmaları gazetecilerle yaparak… Şeffaf olmaları gerekiyor elbet, şeffaflaşabilecekleri bir sürü konu var. Ama bu, biraz daha sonuca bağlanmak üzere olan mevzuların ahâliye açılacağı bir yöntem olmalı. Çünkü bu artık arka bahçe. Şu anda bütün siyâsetin bodrum katında dolaşıyoruz. Dolayısıyla evet, irkiltici, “Ne yapıyorsunuz?” dedirten bir tarafı var. Asıl ihtiyâcımız olmayan şey de bu tarafı, bu ruh hâlini seçmene geçirmek. O yüzden biraz daha dikkatli olurlarsa halledeceklerini düşünüyorum. Çünkü herkes sorumluluğunun farkında dinlediğim kadarıyla. HDP de sorumluluğun farkında. Sonuçta Yeşil Sol Partisi’ni bu şekilde devreye sokmaları, HDP’nin kapatılması%1 bir ihtimal bile olsa, gene de bu tedbiri almaları, aslında çok büyük bir hikâye, çok büyük bir karar. Ama bunu yapmaları sorumluluklarının ne kadar farkında olduklarını gösteriyor. TİP’in bu hesap konusunda önerdikleri de, bence ters düşse bile sorumlulukların farkında olduğunu gösteriyor. Bütün mesele, bu sorumlulukların nasıl üstlenileceğine ve nasıl yola konulacağına dâir yöntemlerde anlaşamamış olmaları. Bizim bu tartışmaya taraf olmamız bir tarafa, asıl mesele, seçmenin bu tartışmaya bu şekilde şâhit olması. Bu tartışmayı beceremedikleri, modere edemedikleri dediğim de o. Teşekkür ederim.

Edgar Şar: Çok teşekkürler Ayşe. İleri doğru siyâsî adım konusunda katılıyorum. Ama burada en önemli şey, bunu zamanlı yapmak. Bu arada bunu zamânında yapıp yapmadığın da böyle matematiksel olarak hesaplanacak bir şey değil. Genelde sonuca bakıp görüyoruz bunları. “Şimdi zamânı değil” diyenler de, “Şu an tam zamânı” diyenler de, aslında sâdece kendi argümanlarına dayanıyorlar. Ama 2015’te HDP’nin parti olarak girmesi adımında şunu görmüştük: Demirtaş 1 yıl öncesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %10 oy almıştı. Sonuçta onun doğru zaman olduğu da ortaya çıktı — sonuçları îtibâriyle söylüyorum.
Ayşe Çavdar: Burada da ittifak gücü, ittifak çarpanı var. Burada da ona benzer bir değişkenimiz gene var. “Doğru bir adımdır” demiyorum, çünkü aritmetiği o kadar iyi bilmiyorum. Benim söylediğim, o ortada tartışılmakta olan, ideolojik ya da bu iktidârın gitmesiyle ilgili mevzûlar olmadı. Aslında teknik bir ayrıntıyı siyâsal bir ayrıntıymış, anlaşmazlıkmış gibi tartışıyoruz. Onlar da teknik bir ayrıntıyı tartışıyorlar.

Edgar Şar: Bu tarz rejimlerde iktidar, “Siz ittifak mı yapıyorsunuz kardeşim? O zaman böyle esnek bir şey yapmayın” diyor. Yani yapılacaksa, en zorunu yapmak zorunda bırakan adımlar atıyor. Macaristan’da da Orban aynısını yapmıştı. Bu son seçim için de Erdoğan aynısını yaptı. Buna tepki, “Ayrı ayrı girmek mi birleşmek mi?” sorusu çıkıyor ortaya. Bence birleşmek gibi geliyor bana.
Ayşe Çavdar: Bana da öyle geliyor. Açık söylemek gerekirse kişisel fikrim, tek listeyle girmeleri gerektiği. Ama TİP’in sâhada Emek ve Özgürlük İttifâkı kurulmadan önce başlayan bir etkinliği var. Ben de TİP’in yerinde olsam, bir encâmımı görmek isterim yani. Bu arzuyu görüyorum, bu arzuyu tanıyorum. Bana kalırsa bence de tek listeden girsinler, ona bir şey söylemiyorum. Sâdece, konuşulan mevzû ne ideolojik ne siyâsî. Konuşulan mevzû gayet teknik bir mevzû. Bu mevzûnun bu şekilde tartışılması hatâlı, onu söylüyorum.

Edgar Şar: Orada yüzde yüz katılıyorum sana. Bir de, muhâlefette Millet İttifâkı ile Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın ayrı olmasının yarattığı bir zaaf zâten var. Zâten bu, büyükşehirlerde, İstanbul’da, Mersin’de, Adana’da, muhâlefet aleyhine milletvekili sayısında problem yaratacakken, bir de onları içten böyle küçük küçük parçalayıp, orada 10 ittifak, burada 5 ittifak filan işi iyice zorlaştırıyor. Teknik olarak söylüyorum. Neyse. Ruşen Abi terk edip gitmedi yayını, sıkılmıştır. Son söz senin Ruşen Abi.
Ruşen Çakır: Ben milletvekilliği seçimlerindeki ittifak meselelerinin, herkes için çok karışık ve sorunlu olacağını düşünüyorum. Şu anda en büyük sorunu Emek ve Özgürlük İttifâkı yaşıyor. Orada çok ciddî bir tartışma var, zâten ona değindiniz. Cumhur İttifâkı nispeten kolay olacaktır. Ama buraya Yeniden Refah ve HÜDA PAR da dâhil olursa biraz daha karışacaktır. Güneydoğu’da herhalde HÜDA PAR’a birtakım kontenjanlar sunulacak. Yeniden Refah da dâhil olursa, ona da grup kuracak kadar olmasa da önemli yerlerde milletvekili verilecektir herhalde. Bu, AKP’de çok ciddî bir rahatsızlık yaratmaz; çünkü orada Erdoğan ne derse o oluyor.
Ama bir de şunu düşünelim: Mesela, CHP’nin bâzı yerlerde Gelecek, DEVA, Demokrat Parti ve Saadet Partisi’nin adaylarına kontenjan vermesinin CHP’de çok ciddî sorun yaratacağı kanısındayım. Çünkü çok ciddî bir yarış var. Bir de iktidâra doğru yürüyen bir partinin milletvekili olma beklentisi var. Dolayısıyla, “Bunlar nereden çıktı?” îtirazları çok olacaktır. Ama ben esas olarak cumhurbaşkanlığı seçimi meselesine bakmak istiyorum. Bu yayın boyunca galibe hiç telaffuz etmedik sanıyorum, ama bu ittifak meselelerinin en büyük kaybedeni Ümit Özdağ oldu. Çünkü Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce ve Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu ile birlikte bir ittifak yapacağı söyleniyordu ve bayağı bir oy potansiyeli olur diye düşünülüyordu. Ama her ikisi de ayrıldı. Ümit Özdağ Ata İttifâkı diye bir ittifak kurdu. O ittifakta var olan partilerin adlarını ilk defa duyuyorum. Şu anda da hatırlamıyorum; çok da önemli değil. Ata İttifâkı, cumhurbaşkanı adayı olarak eski MHP milletvekili Sinan Oğan’ı aday gösterdi. Sinan Oğan’ın zâten aday olma niyeti olduğunu biliyoruz. Böyle bir ittifak yaptılar. Şimdi yüz bin imza toplayacaklar, sonra da seçime girecekler. Ne olacağını açıkçası kestiremiyorum. Ama burada şöyle bir soru var: Eğer seçim ikinci tura kalırsa, Ata İttifâkı ne yapacak? Sorulardan birisi bu.
İkinci mesele, Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın, parça parça Kılıçdaroğlu’na destek verdiğini görüyoruz. Kılıçdaroğlu HDP ile görüşecek; büyük bir ihtimalle onları iknâ edecek diye düşünüyorum. Genel hava o yönde; Türkiye İşçi Partisi zâten destek vereceğini söyledi. Bu arada Türkiye Komünist Partisi de Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini söyledi bugün. Kılıçdaroğlu’nun desteği şekilleniyor.
Ama orada da başka bir soru işâreti var: Muharrem İnce meselesi. Muharrem İnce meselesi, son günlerde çok gündeme geldi. Memleket Partisi çok demokratik bir şekilde parti üyelerine oylama yaptırdı ve çok demokratik bir şekilde tüm oylar Muharrem İnce’ye çıktı tabiî ki. Böyle acayip bir olay yaşadık. “Taban demokrasisi” deyip tek adamın kutsanması gibi bir şey çıktı. Muharrem İnce aday olacak mı? Aday olursa seçimi ikinci tura bırakır mı? Seçim ikinci tura kalırsa Muharrem İnce’nin taraftarları kime oy verir gibi sorular var. Şimdi orada karışık bir durum var. Aslında en az sorunlu olması gereken husus, şu anda en sorunlu gibi gözüküyor. Muharrem İnce’nin bir ara Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini bekliyorduk. Açıkçası şimdi de onu bekliyorum. Şu anda en popüler tartışma Muharrem İnce meselesi. 
Erdoğan’ın, HÜDA PAR ya da Yeniden Refah’ı ittifâka katamasa bile, onların oyunu alacağını biliyoruz. Bir diğer soru da şu: Millet İttifâkı’nda İYİ Parti ile yaşanan bu gerilimlerden sonra tekrar birlik olundu. Acaba İYİ Parti tabanından Kılıçdaroğlu’na oy vermeyen çıkar mı? Hattâ Kılıçdaroğlu’na oy vermeyip Erdoğan’a oy veren çıkar mı? Bir ara bu çok gündemdeydi biliyorsunuz. “Kılıçdaroğlu aday olursa oy vermem, Erdoğan’a oy veririm” diyenler bile çıkıyordu. Ben bu düşüncenin giderek azaldığı kanısındayım. Zâten bugün Meral Akşener grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nun adaylığını çok net bir şekilde tekrar destekledi ve bunu da, “Biz Sayın Kılıçdaroğlu’nu, aynı zamanda Ekrem İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı sevenlerin hepsini birleştiren bir formül bulduk” diye açıkladı. Anladığım kadarıyla, İYİ Parti’den de Kılıçdaroğlu aleyhine çok ciddî bir fire olmayacak. 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bloklar oluşuyor. Ama milletvekili seçimlerinde blok olarak gördüklerimizin içinde çok ciddî sorunlar var. Millet İttifâkı’nda, Gelecek, DEVA ve Saadet partilerinin ortak bir listeyle seçime girmesi meselesi, “İttifak içinde ittifak olabilir mi?” diye konuşuldu. DEVA Partisi buna çok sıcak bakmıyor. “Kontenjan adayları hangi partilerden olacak? Buna kendi partileri nasıl ses çıkaracak?” gibi bir husus var ve zaman da çok az. Burada özellikle Millet İttifâkı’nda çok ârıza çıkacağı karşısındayım. Seçime nasıl girilecek? Hangi illerde birlikte girilecek, hangi illerde ayrı girilecek? Kimler kontenjan adayı olacak, kaç kontenjan sunulacak? Bunların hepsi çok ciddî tartışma yaratacak.
Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndaki tek liste, bâzı yerlerde ayrı liste. Ayşe o konuda çok isâbetli bir şekilde söyledi. TİP, “Herkes kendi başına seçime girsin” demiyor. Tam tersine, “Belli yerlerde biz TİP olarak girelim” diyor. Meselâ Güneydoğu’da girme gibi bir iddiası yok. Ama bâzı yerlerde kendi gücünü görmek istiyor. Bu anlaşılır bir şey.
Ayşe Çavdar: Sera Kadıgil Bayburt’u örnek verdi. Yine kendi memleketimden. “Bayburt’tan HDP’ye oy çıkmayacak. Dolayısıyla biz girebiliriz orada” diyor. Yani bu tür birtakım ayrıntılar veriyor.
Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla HDP hiçbir şekilde ayrı girmeyi istemiyor. Bu meseleyi nasıl çözecekler açıkçası çok emin değilim. Ama tekrar söyleyeyim: Muharrem İnce meselesini daha birkaç gün konuşacağa benziyoruz. Açıkçası, Memleket Partisi ve Muharrem İnce’nin siyâsî olarak çok gelecek vaat etmediğini hep söylüyorum. Ama özellikle sosyal medya ve birtakım sokak röportajları üzerinden bir Muharrem İnce havası yaratılmaya çalışılıyor. CHP bir şekilde bunu çözecek diye tahmin ediyorum. Bir ihtimal, onlara da milletvekilliği sunabilirler. Çünkü Memleket Partisi’nin kendi başına seçime girip alacağı oyu görmesi ilginç bir durum olur. Belki girdiklerine de pişman olabilirler. Aslında bu TİP için de geçerli. Böyle bir rüzgâr yakaladıklarını düşünüyorlar, ama sandık kurulduğu zaman, seçmen, seçim günü büyük partiyi tercih etme eğilimine yönelebilir ve nispeten az oy alan partiler seçime girdiklerine pişman olabilirler.

Edgar Şar: Hele ki sosyal medyaya dayanarak birtakım çıkarımlar yapılınca, bu hatâ ve hayal kırıklığı çok daha büyük olabilir. Sonuç olarak şöyle bir durum karşımıza çıkıyor: Muhâlefet içi tartışmalarda, “Bu seçim çok kritik. Bu seçimi mutlaka kazanalım, sonrasına bakarız” yaklaşımıyla, “Seçimi zâten kazandık. Dolayısıyla sonraki dönemde hangimiz daha güçlü olacak? Aman gücümüzü kaybetmeyelim” yaklaşımı arasında bir gerilim var. Cumhurbaşkanlığı adaylığı krizini çözen, “Daha hiçbir şey garanti değil. Bu seçimi kazanmaya odaklanmalıyız” yaklaşımının üste çıkması oldu.
Şimdi milletvekilliği olayında da aynı gerilim var bence. Orada da bu krizin çözümü için, “Hiçbir şey garanti değil. Cumhurbaşkanı kazanılsa dahi, Meclis’te hiçbir şey garanti değil. Onun için ilk önce kazanmaya odaklanalım” yaklaşımının üste çıkması gerekecek yine. Ama henüz bu yaklaşım çıkamadı. Bence asıl bu ikisi arasındaki gerilimi görüyoruz. Ama “Kim haklı?” tartışmasında, herkes kendine göre haklı bence. Dolayısıyla bu, çok da önemli bir tartışma gibi gelmiyor bana. En azından çözüme yönelik bir tartışma değil.
Evet, “Adını Koyalım”ı burada bitiriyoruz. Kemal Can, Ayşe Çavdar, Ruşen Çakır, çok teşekkürler. Bizi izleyen herkese de çok teşekkür ederim. İyi akşamlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
09.05.2025 Ne çok korkuyorlar!
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
05.05.2025 Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Şimdi çözebilir mi? Hasan Cemal ile söyleşi
04.05.2025 Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?
04.05.2025 Necati Özkan ile söyleşi: “Millet ile devletin karşı karşıya geldiği her durumda kazanan millet olur”
04.05.2025 Erdoğan 19 Mart gibi vahim bir hatayı neden yaptı?
03.05.2025 "Heybede duran büyük turplar" ne zaman dökülecek?
01.05.2025 Altan Tan ile söyleşi: "DEM'in yarısı ve Kandil silah bırakma ve fesih konusunda ayak sürüyor”
01.05.2025 Prof. Evren Balta ile söyleşi: Dünyada ve Türkiye'de otoriter rejimlerin geleceği
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı