Altan Tan ile söyleşi: "DEM'in yarısı ve Kandil silah bırakma ve fesih konusunda ayak sürüyor”

01.05.2025 medyascope.tv

1 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Öncelikle 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutluyoruz. Stüdyomuzda Kürt siyasetçi Altan Tan var. Kendisiyle, adında henüz kimsenin mutabık olmadığı süreci konuşacağız. Altan, merhaba.
Altan Tan: Merhabalar, hayırlı yayınlar.

Ruşen Çakır: Seninle, bu süreç ilk başladığında, Bahçeli nin ilk çıkışından sonra, Ekim ayının sonlarında bir yayın https://medyascope.tv/2024/10/24/kim-cozum-istiyor-kim-istemiyor-video/ yaptık. Bir de Ocak ayının ortasında yaptığımız bir yayın https://medyascope.tv/2025/01/13/altan-tan-ile-cozum-sureci-uzerine-soylesi-kurtlerin-haysiyetini-korumak-turklerin-kaygilarini-gidermek-lazim/ var. O zamandan bu zamana birçok şey gelişti. Abdullah Öcalan, 27 Şubat’ta, doğrudan PKK’ya, kayıtsız şartsız bir şekilde hem silah bırakma hem kendini feshetme çağrısı yaptı. Kandil’den bu çağrıya prensip olarak ‘evet’ dedi, ama birtakım koşullar öne sürdüler. Biri güvenlik koşulu, diğeri de kongreyi Öcalan’ın yönetmesi, Öcalan’ın İmralı’daki koşullarının iyileştirilmesi gibi koşullar. Tarih verenler oldu. Kongre’nin toplanması için Nisan sonu dendi, ama Nisan ayını geride bıraktığımıza göre, o kongre henüz toplanmadı. Sen ne düşünüyorsun? Bu iş hakikaten Mayıs ayında, hatta görünen o ki Mayıs ortasında böyle bir kongre toplanıp, silah bırakma süreci ve kendini fesih süreci başlayacak mı?
Altan Tan: Biliyorsun bu süreç 1 Ekim’de başladı. 1 Ekim 2024’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli beklenmedik bir şekilde DEM Parti sıralarına yöneldi ve DEM Parti’li milletvekillerinin ellerini sıktı. Orada sıcak bir atmosfer oluştu. Ondan sonra da safha safha bu noktaya geldik. Bu geldiğimiz noktada çok şey tartıştık: ‘’Bu, Devlet Bahçeli’nin kendi inisiyatifi midir? AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak bu işin neresindedir? Var mıdır, yok mudur? Sıcak mıdır? Soğuk mudur?  İmralı’da neler konuşuldu, neler konuşulmadı? Bir pazarlık var mı, yok mu? Öcalan çıkacak mı? Ankara’da bir ev hazırlandı, dayandı, döşendi, bugün yarın çıkıyor’’ diyenler de oldu. Bunların önemli bir kısmını geçtik, geldik bugüne.
Şimdi bugün elde ne var? Birincisi, o spekülasyonların çoğu boş çıktı. Yani bu işin içinde Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan da var, AK Parti de var, Bahçeli de var, Devlet de var. Bunların içinde muhalif olanlar var mı? Mutlaka vardır. Yani hiçbir siyasi operasyonda yüzde yüz bir ittifak sağlanmaz. Bazen insanın kardeşi de oğlu da kızı da kendinden farklı düşünür. Yani genel bir ittifak var. İkincisi, yine altı çizilerek söylenen, burada bir pazarlık söz konusu değil. Yani bu iş al-ver değil. Önce silahların bırakılması, PKK nin kendisini feshetmesi, demokratik ortamın oluşması, oluşturulması, ondan sonra da kimin ne diyeceği varsa ne isteği varsa, bunları demokratik yollardan dile getirilmesi. Tarif edilen bu.
Peki, şimdiye kadar ne oldu ve neler oluyor? Bir durum tespiti yapmak gerekirse, benim görebildiğim kadarıyla işin rengini biraz değiştirmek istiyorlar. PKK, tıpkı 2013’te olduğu gibi işi zamana yayarak, hiçbir zaman Öcalan’a cepheden karşı ters bir tavır takınmadan ‘’’tamam’’ diyerek, ama bildiğini yaparak bir süreç izliyor. Şu an öyle bir tablo ortaya konuldu ki, sanki bu işler devlette, İmralı’da hiç konuşulmamış gibi, yeni bir süreç başlamış da müzakereler yapılıyor. Bu müzakerelerde de bazı şartlar var. Karşılıklı bu şartlar yerine getirilirse silah bırakılacak ve PKK kendini feshedecek. Halbuki takdim edilen, sunulan ve yüzlerce kez tekrarlanan, bu değil. Denilen şu: ‘’Arkadaş önce silahını bırakacaksın, kendini feshedeceksin. Ondan sonra o demokratik süreç içerisinde ne olacaksa, o zaman olacak.’’ O ‘’ne olacaksa, o olacak’’ başlığını açarsak, bunun içinde bir genel veya kısmi af var mı? Öcalan’ın dışarı çıkması veya İmralı’daki şartlarının iyileştirilmesi var mı? PKK’lilerin silah bırakıp PKK yi feshettikten sonra dağdaki kadroların nereye gidecekleriyle ilgili hazırlanmış bir proje var mı? Bunların hiçbirisini bilmiyoruz.

Ruşen Çakır: Olmaması mümkün
Tan: Olmaması mümkün değil. Ama halkın önüne, öncelik-sonralık, açıklanan-açıklanmayanlar sırasını dizerseniz, şu an benim görebildiğim kadarıyla, DEM Parti’nin bir kısmı için, özellikle Türk solunda, Ali’siz Alevi kesiminde ve Kandil’de bir ayak sürüme var. Yani her zaman olduğu gibi Erdoğan’a asla cepheden ‘’Hayır, bu senin projen yanlış, dediğini yapmıyoruz’’ denilmiyor, ama o sürecin çürütülmesi için bir süreç takip ediliyor. Yani eğer hakikaten birçok şey konuşulmuşsa perde arkasında ve bir sıraya dizme söz konusu ise ki ben öyle anlıyorum, -bir bilgi değil bu. ‘’Anlıyorum’’ diyorum zaten, ‘’biliyorum’’ demiyorum- o zaman yapılacak fazla bir şey yok, sen bunun gereğini yerine getireceksin. Liderin de sana ‘’silah bırak kendini feshet’’ dedi. ‘’Nerede toplanayım, nasıl toplanayım? Güvenliği ine olacak? Öcalan önce kendi katılsın, sonra teknik şartlarla katılsın. Devlet bazı adımlar atsın…’’ Bu, işi müzakereye doğru götürmedir. Taraflar birbirini anlar. Bizim bir lafı tercüme etmemize veya ‘’o böyle dedi. Bu böyle dedi. Şunun yaptığı buna tekabül ediyor’’ dememize gerek yok, birbirlerini anlıyorlar. Ama benim görebildiğim kadarıyla, PKK ve DEM Parti’nin en az yarısı, yani Kandil’le hareket eden kesim, şu an için ayak sürüyor.

Ruşen Çakır: Çok acele etmiyorlar diyorsun.
Tan: Acele etmiyorlar, hatta hani bazen ‘’ bu işi yapacağız ama durun acele etmeyin, yavaş yavaş ‘’ derler ya, öyle değil. Yapmak istemiyorlar, daha net konuşmuş olayım.

Ruşen Çakır: Gönülsüzler yani.
Tan: tabi tabi gönülsüzler.

Ruşen Çakır: Peki, oradaki seçenek nedir? Örgütün şu anki hâliyle kalması durumunda, Suriye de bir etkisi var. Türkiye’deki silahlı etkisi büyük ölçüde azaldı. Evet, siyasi etkisi tabii ki var ama İran’da faaliyet yürütmüyor; uzun zamandır var, ama yürütmüyor. Irak’ta zaten bir şey yapmıyor. Peki, bu haliyle ne yapacak? Nasıl kendini yeniden üretebilir ki?
Tan: Aslında kendini yeniden üretemez. Bu haller bir kaos, belirsizlik hâlidir. Yani bu belirsizlikten, ileride bir şey elde etme hesabıdır. Buna ‘’zamana yayma’’ deniyor filan. Burada hem bu süreci tıkayan hem de PKK’yi bu işe yönelten en önemli faktörlerden birisi de Suriye meselesidir. Suriye’deki, Rojava’daki Kürtlerin meselesidir. Suriye’deki Kürtler tek parça değildiler. PKK’nin dediği Rojava Devrimi, aslında Beşar Esad’ın PKK’ya, Rojava’yı, Kürt bölgesini, hatta Rojava’yı aşan bir şekilde, %90’ı Araplardan oluşan Rakka ve Deyrizor’u da teslim etmesiyle başlayan bir süreçti. Adına devrim deseler de orada bir devrim olmadı. Beşar Esad, ‘’Türkiye Suriye’ye müdahale ediyor, ÖSO’yu destekliyor, Suriye Milli Ordusunu destekliyor, onlara silah veriyor. Ben de ona karşı bir hamle yapıyorum. Şu an gücüm yok. Bu bölgeyi PKK’ye bırakıyorum dedi. PKK de orada kendi haricindeki bütün siyasal güçleri tasfiye etti. Bunların başında, sayıları bazılarına göre 5 bin, bazılarına göre 20 bini bulan Roj Peşmergeleri, yani Suriyeli Kürtlerden oluşmuş Barzani yanlısı silahlı güçler ve bir de büyük bir çoğunluğu Barzani’nin siyasi çizgisinde hareket eden 15’e yakın siyasi parti vardı. ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) deniliyor bunlara. Bunlar Kamışlıdan, yani Rojava’dan, PKK nin egemenliğinde olan bölgeden çıkarıldılar. Üç yüz bine yakın Rojavalı Kürt, Irak Kürdistan’ına, yani Güney Kürdistan’a gitmek zorunda kaldı. Bunlar şu an oradalar. Yani hayatın içindeler. Büyük mülteci kampları var.
Ben bu bir buçuk, iki ay içerisinde üç sefer gittim. Süleymaniye gittim, Erbil’e, Bağdat’a, Kerbela’ya, Necef’e üç sefer seyahatim oldu. Şimdi bu durumda orada farklı bir gelişim oldu. PYD, PKK orada sıkışınca hem Türkiye’nin hem Yeni Suriye rejiminin egemenliğini pekiştirmesiyle, Amerika’nın ve Fransa’nın da yönlendirmesiyle, kendi dışındaki diğer Kürt örgütleriyle de barıştı. Barıştı dediğim, oradaki ENKS tekrar Kamışlı’ya geldi. Son iki gündür basında, PKK’nin, Kamışlı’ya sokmadığı Barzani yanlısı beş bin silahlı Peşmergenin bölgeye geldiğiyle ilgili haberler var. Ama bu haberler teyit edilmedi. Bunların dönüşü var ve bunlar Kamışlı’da bir konferans düzenlediler ve birlikte hareket edeceklerini ilan ettiler. Tabii bunda Mesut Barzani’nin de büyük katkıları oldu.

Ruşen Çakır: Orada bir Federasyon lafı geçti.
Tan: Sonra da birlikte hareket edecekleri bu süreçte, Kürtçe anadiliyle eğitim, Kürtçenin Suriye’de ikinci resmi dil olması ve Kürtlere bir otonomi veya federasyon gibi bazı anayasal taleplerini sundular. Yani Adem-i merkeziyet dedikleri yerinden yönetim, bir bölgesel yönetim olması gerektiğini dile getirdiler. Tabii bu Türkiye’yi de Suriye hükümetini de rahatsız etti. Dolayısıyla PKK, Kandil’de, bütün bu süreç içerisinde Türkiye’de demokratik bazı adımların atılması, bir siyasi af veya infaz indirimi veya kısmi af gibi bazı düzenlemelerin olmasını öne sürmeye başladı: Öcalan’ı gerekçe gösterdi, bir şekilde Kandil’deki bu kongreye katılsın ve Suriye’deki bu gelişmeler tanınsın. Şimdi süreç bu tarafa doğru evrilince, iş bir nevi pazarlık ve müzakereye döndü. Yani adına bu denilmese de pazarlık ve müzakereye dönüldü.
Peki ne yapılması lazım? Hani bazen böyle benim gibi analistler çıkar, konuşur, konuşur, ben de dinlerim. ‘’Ya sen ne diyorsun kardeşim? O böyle yaptı. Bu böyle yaptı. Şu yanlış yaptı, bu doğru yaptı. Peki sen ne diyorsun?’’ Benim fikrim şu: Onu da buradan hem devlet yetkililerine hem de işte bizi dinleyen Kürt halkına sesleniyorum. Başka da kimse dinler dinlemez, onu da bilmiyorum. Dinlerse de aklına bir şey koyar mı koymaz mı, o da kendi bilecekleri iş. Benim görüşüm şu: Bir kere, Türkiye’deki bu silah bırakma sürecinin kesintisiz yerine getirilmesi lazım. Yani PKK toplanıp kendini feshedecek, silahlarını gömecek. Ondan sonra da yeniden bir siyasal yapılanma olacak. DEM Parti, yeni şartlara göre yeniden dizayn edilecek. Bunu Abdullah Öcalan da söylüyor. Diğer Kürt örgütleri, grupları, yani PKK ve DEM Parti dışında hareket edenler de belki burada birlikte bir hareket hattı belirleyecek. Yani tamam, silahlar sustu, PKK devre dışı kaldı, ama PKK nin siyasi aklı devam ediyor değişik fonksiyonlarda. Biz Türkiye de bu demokratik mücadeleyi nasıl yapalım? Onun için, önce silahlar susturulacak, gömülecek, bırakılacak. İkincisi, PKK kendini feshedecek. Ondan sonrası, bir, Türkiye’deki siyasetin dizayn edilmesi, ondan sonra da Suriye’deki taleplerin netleşmesi. Şimdi Suriye’de aslında Kürtler birçok şeyi söylüyorlar. En önemli maddelerden biri, Kürtçe’nin anadilde kullanılması. Zaten an dilde kullandıktan sonra radyo, televizyon, basın, toplantı bunlar onun içindedir. Eski tabirle ‘’mündemiç derler. Yani kapsar onu zaten, bir daha onu tek tek saymana gerek yok. İkincisi, Kürtçenin resmi dil olması, Yeni Suriye Anayasası’nda tanınması, Üçüncüsü, Kürtlere bir statü.
Şimdi gelelim Türkiye’ye, yani devlet tarafına. ‘’Otonomi olmaz, federasyon olmaz.’’ ‘’Peki, anadilinde eğitim hakkında ne diyorsun?’’ Sessizlik. ‘’Kürtçe’nin resmi dil olması hakkında ne diyorsun?’’ Sessizlik. Peki, senin Suriye Kürtlerine ve Yeni Suriye’ye önerdiğin Yeni Suriye Anayasası ve Kürtlerin oradaki pozisyonu -statü de demeyelim- ne olacak? Şu an Türkiye’nin tezi belli değil. Bir de mesele sadece Kürtler meselesi değil. Mesela laf açıldığı zaman, özellikle Türkiye’deki milliyetçi çevreler, Türkçü çevreler ‘’Halep Türk şehridir. Suriye’de beş milyon Türkmen var’’ derler. Aslında hepsi abartılı rakamlar, yok öyle bir şey de, farz et ki bir tane Türkmen var, bir tane Kürt var, bir tane Nusayri var, bir tane Hristiyan var, bir tane Dürzi var, bir tane Ezîdî var. Bu birer kişinin hakkı ne olacak? Biz şu anda sayıları yarıştırmıyoruz. Türkiye’nin, Suriye’deki Türkmenlerle, Kürtlerle, diğer halklar, dinler ve mezheplerle de ilgili bir Suriye projesi yok. Tamam, Kürtler özerklik talep etmesin. Yani adına bir sınır çizerek ‘’özerklik’’ demesin. İkincisi, federasyon zaten daha üst bir şey, o da olmasın. Peki ne olsun? Yani anayasal bir teminat altına alınacak mı Kürtçe Anadili eğitim veya Türkçe anadili eğitim. Çünkü şu an Kürtler olmasa Suriye’de, ‘’Türk okulları açılsın, Türkçe eğitim olsun, burada bu kadar Türk var’’ diye feryat edecekler.  Ama Kürtler yüzünden fukara Türkmenler de yanıyor. Onlara da ‘’Sen de sus sesini çıkarma. Bak sana verirsek öbürü de orada bekliyor’’ diyorlar. Onun için sapla zamanı birbirinden ayırmak lazım.
Toparlayayım iki cümleyle: Bir: Türkiye’nin içinde PKK’nin, Kandil’in, DEM Parti’nin bu işi artık uzatmasına, ayak sürmesine gerek yok. Eğer böyle giderse bu iş bundan sonra bozulur; Allah korusun tekrar farklı yönlere gider. Askeri, siyasi, güvenlik noktalarına gelir, bu yanlış olur. Kongresini bir an evvel toplasın. ‘’Yok efendim Şubat’ta toplanacak, Mart’ta toplanacak, Nisan ortasında toplanacak, Mayıs’ta toplanacak, Haziran’a sarkacak’’ demek, bu işe un sermek demek. Bunu bir an evvel yapıp o işi bitirmesi lazım. Ondan sonra Türkiye’nin içindeki siyasetini yeniden nasıl konuşlandıracak, o, kendi bilecekleri iş. Öcalan’ın şartları iyileştirilecek, kendi kitlesini yönetebilecek bir imkân sağlanacak. Ondan sonra da Suriye’de hem onlar daha realist taleplere gelecekler hem de Türkiye Cumhuriyeti ‘’o olmaz, bu olmaz, şu olmaz’’ tavrından çıkıp, oradaki Kürt’e, Türkmen’e, diğerlerine önereceğin sistem nedir, onu Türkiye’nin söylemesi lazım.
Bir şey daha söyleyeyim: Şimdi zaten Kürtler o eski maksimal hayâli şeylerinden epeyi geri çekilmiş durumdalar. Ben ilk gün daha Şam düşmeden, çıktım televizyonlarda haritalar üzerinde anlattım. Bir sürü de hayatında hiç Suriye’yi görmemiş. Şam’ı, Deyrizor’u görmemiş insanlar küfrettiler, bir sürü terbiyesizlik yaptılar. Şu an zaten Fıratın doğusu denilen yer… Burada tekrar bir ufak bir özet yapayım: Üç Suriye vilayetinden oluşuyor: Deyrizor, Haseki ve Rakka. Bu üç vilayetin toplam nüfusu, savaştan evvel yaklaşık 5 milyon. Şu an ne kadar bilmiyoruz, ama üçü de birbirine yakın. Deyrizor vilayetinin %90-95’i Arap. Zaten Şam düşer düşmez, Deyrizor şehrindeki halk Amerikan güçlerini de PYD güçlerini de çıkardı. Şu an zaten fiilen hükümete bağlı. Rakka vilayetinin %80-85’i Arap. Yani o beş milyonluk nüfus içerisinde aşağı yukarı 3 milyon, zaten bu iki vilayette Arap. Kalan Haseki vilayetinde de Kürt ve Arap dengesi yarı yarıya. Yani %50 Kürt, %50 Hristiyan ve Arap. Şimdi burada zaten birilerinin hayal ettiği gibi ‘’Fırat’ın doğusu, Suriye topraklarının %30’u petrol, su kaynakları, hepsi yeni bir Kürt yönetimi olacak. Bu fiilen mümkün değil. O beş milyonun içerisinde Kürtlerin nüfus sayısı maksimum %30.  Onun için kendi sınırlarında, yani Kürtlerin olduğu Kobani, Afrin ve Türkiye sınırında Serekaniye, arkasından Amuda Kamışlı, Andivar, Dêrika Hamko ve Hasike şehir merkezi yani Haseki. Araplar Haseki diyor, Kürtler Hasiçe. Biz Kürtçesini kullanalım. Hasiçe il merkezinin de yine üçte ikisi Arap, üçte biri Kürt. Onun için kendi bölgesinde Kürtlere artık bir eyalet sistemi verilir ya da adına otonomi veya federasyon denmeden bir statü mü tanınır? Fakat ‘’hiçbir şeyi kabul etmiyorum’’ dediğiniz vakit, bu da mümkün değil. Yani anayasaya bir Kürtçe anadili eğitim ve Kürtçenin resmi dil olmasını koysanız en azından…

Ruşen Çakır: Ama Suriye’ye böyle bir şey konduğu zaman Türkiye’ye de konma ihtimalinin yolu açılıyor.
Tan: Lafı ağzımdan aldın. Beni tanıyan herkes biliyor, ben Midyatlıyım. Bütün ailem sülalem, aşiretim, bir kısmı Suriye’de Kamışlı’da, bir kısmı da Türkiye tarafında. Midyat’la Kamışlı arası 45 kilometre. Bu tarafta Nusaybin, ötede Kamışlı. İki şehir arasından bir tel örgü geçiyor. Buradan seslensen, buradaki duyuyor. Şimdi sen Kamışlı’ya anadilinde eğitim verdiğin vakit, Nusaybin’deki doğal olarak ‘’hani bana hani bana?’’ diyecek. E desin. Bunun zararı ne? Türkiye’yi de demokratikleştir, orayı da demokratikleştir, sınır kapılarını aç. Nasıl Batum’a kumara. Gazinoya, eğlenceye nüfus cüzdanıyla gidiyorsan, bırak Kürt’ü de bari amcası, dayısı, teyzesi, oğlunu, kızını görmek için nüfus cüzdanıyla gitsin gelsin.

Ruşen Çakır: Türkiye ye tekrar dönecek olursak: Geçenlerde Özgür Özel, ‘’İlk aşamada, kayyum atanan belediyelerin tekrar geri geleceğini duyduk’’ dedi. Hatta doğrudan CHP’yi de ilgilendiren belediyeler de var. Mesela Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı. Bir de Şişli Belediye Başkanı gibi ‘’kent uzlaşısı’’ nedeniyle tutuklanan belediye başkanları var. Onların da tarih olacağını ve Şişli’de kayyumunun iptal olacağını söyledi. Böyle bir beklenti var. Bunlar ilk akla gelenler. Bunun yapılması için silahların bırakılmasını beklenmesi şart mı?
Tan: Tabii ki şart değil. Ama bu tip söylemlerin karşılığı ‘’ben oynamıyorum’’ demektir. Ben böyle anlıyorum. Yani kızarsa kızsın, kim darılırsa darılsın, umurumda değil. Arkadaş Sen İmralı’da bir yıla yakın bir süreç geçirmişsin, kayıtsız şartsız, müzakeresiz, hesapsız ‘’Ben örgütü feshediyorum, silahımı da bırakıyorum’’ diyorsun. Önce bunu bir yap. ‘’Vallahi kayyumu iade etmedi, ben bunu yapmıyorum.’’ ‘’Bu bir af çıkarmadı, bunu yapmıyorum.’’ ‘’Bu, Suriye’ye şöyle yaptı, ben bunu yapmıyorum’’ dediğin zaman başladığın noktadasın. Haklı haksız demiyorum. Bir buçuk sene evvel ki zaten bunun altı ay gitti. Ondan evvel, İmralı’daki diyalogların başlamasının bir senesi var. O zaman sen süreci tekrar alıp, başa getiriyorsun. Sen bilirsin. Bunun siyasal okuması bu.

Ruşen Çakır: Ama ‘’Bahçeli’ye ve Erdoğan’a nasıl güvenelim?’’ diyorlar.
Tan: E güvenmiyorsa yapmasın, ama yapmayacağını söylesin. Hani ‘’ipe un serme’’ diye bir tâbir var Türkçede. Çok güzel bir tâbirdir. Yani ipe un serme. ‘’Yapmıyorum arkadaş’’ de. Bu ne demek? Bu tekrar başa dönmek. Devletin bir buçuk sene önce Öcalan’la İmralı’da başlatılan, bütün bu süreci yırtıp çöpe atmak demek. Bence yanlış.

Ruşen Çakır: Şimdi, ilk aşamada kastedilen, barış. Yani silahların susması.
Tan: Evet. Ben ‘’barış’’ kelimesini de hiç sevmiyorum.

Ruşen Çakır: Ben seviyorum.
Tan: Sen siyaseten sevmek zorundasın. O kadar çürütüldü ki barış.

Ruşen Çakır: Ben çürütmedim ki.
Tan: En büyük savaşı, en büyük katliamları yapanların ağzından ‘’barış’’ eksilmiyor.

Ruşen Çakır: Ben kimseyi öldürmedim.
Tan: Ben senin için söylemiyorum. ‘’Barış kelimesini sevmiyorum’’ derken, biraz ironi yapıyorum. ‘’Barış, barış, barış’’ deniyor, ama herkes savaş için çalışıyor.

Ruşen Çakır: Diyelim ki ilk başta silahlar kısmını kapatıyoruz. Ama ‘’Bunun demokrasi ayağı nerede?’’ deniyor.
Tan: Tamam arasın. Ben de arayacağım onu.

Ruşen Çakır: Ama Türkiye de otoriter bir rejim var.
Tan: O zaman buradan nereye varırız? ‘’Arkadaş bu yolların hepsi hikâye, hepsi palavra.’’ Zaten ben milletvekiliyken, 2012 ya da 2013’tü galiba, Mustafa Karasu bana ‘’Bu Altan Tan Polyannacılık yapıyor, çıkmış hikâye anlatıyor’’ demişti. Ben de kendisine iki tane açık mektup yazdım. Birini PKK yayınlamadı, ikinciyi de yayınlamadı Türkiye’de kendi medyasında.  Ben onları başka yerde yayınlattım. Bir de sözlü beyanat verdim: ‘’Altan Tan’a Polyanna diyorsun ama bu kadar Frankenstein’in ın olduğu yerde, bırak da bir Polyanna olsun.’’

Ruşen Çakır: Bunu öğrendiğim iyi oldu. Bana da Polyanna diyorlar, Türkiye ile ilgili iyimserliğim için.
Tan: YouTube’a gir bak, Meclis bahçesinde beyanatım var. Bir gazeteci bana ‘’Mustafa Karasu sizin için ‘Altan Tan boş konuşuyor, Polyannacılık yapıyor’ demiş, ne diyorsunuz?’’ diye soruyor. Ben de dedim ki: ‘’Siz ona selam söyleyin. Bu kadar Frankenstein’in ın olduğu yerde, Altan Tan da Polyannacılık yapsın.

Ruşen Çakır: Bunu öğrendiğim iyi oldu.
Tan: Ben de hikayeler çok.

Ruşen Çakır: Manşeti buldum: Altan Tan’dan Polyanna benzetmesine Frankenstein’lı yanıt: ‘’Memlekette bunca Frankenstein varken, birkaç tane de Polyanna olsun, zararı olmaz. Halka moral verir.’’
Tan: Evet. Yıllar önce söyledim bunu.  Efendim ‘’yok, bunu yapmazlar. Şunu yaparlar. Bizi kandırıyorlar. Bu süreçten bir şey çıkar mı?’’ Altı sene yurt dışına çıkışım yasaktı. Serbest kalır kalmaz önce Küba’ya gittim, tam ters istikamete. İspanya’ya, üç sefer Süleymaniye’ye, Kerbil, Bağdat, Katar… Önüme çıkan herkes ‘’Bu süreç samimi mi? Kandırıyorlar mı? Buradan bir şey çıkar mı? Tayyip Erdoğan tekrar Cumhurbaşkanı olabilmek için Kürtlerin oyuna muhtaç. Onun için mi bu hamleye başladı? Selahattin Demirtaş ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ dedi, sekiz senedir haksız yere içerde. Bugün de diyor ki: ’Allah Devlet Bahçeli ye, Apo’ya ve Tayyip Erdoğan’a uzun ömürler versin.’  Ne oluyor? Selahattin Bey de Cumhur İttifakı’na mı geçti?’’ Böyle bir sürü soru. Diyorum ki: ‘’Arkadaş! Farz edin ki bu dediğiniz endişelerin hepsi doğru. Kandırma, oyalama, bir şey yapmama, bir daha seçim kazanma, şu bu. Peki, bunun karşısında sizin siyasetiniz ne? Yani bir daha dağa mı gideceksiniz? Bir daha silahlar mı konuşacak? Bunun alternatifi ne? Çok akıllıysan kandırmasın kimse seni. Çok biliyorsan yeni bir strateji koy.’’ ‘’Ama çok zor. Böyle demokratik mücadeleyle hiçbir yol vermezler, diktatörlük var. Ağzını açanı hemen tutukluyorlar, gözaltına alıyorlar.’’ Ya arkadaş, farz et ki bu da böyle, kabul.  Peki alternatifin ne? Yani bunun karşılığı ne? Bunun karşılığı tekrar silah mı, bomba mı? Bunun karşılığı tekrar terör mü? Onun için bu süreçte önce silahlar bırakılacak. PKK kendini feshedecek. Türkiye’deki Kürt siyaseti de, Türk siyaseti de, her neyse, Türkiye siyaseti yeniden kendini rektifiye edecek ve bu demokratik şartlara göre mücadeleye başlayacak. Suriye’de şu anki Kürtlerin dediği gibi belki de Rakka’lı, Deyrizor’lu bir bölge olmaz. Devletin dediği gibi de ‘’o olmaz, bu olmaz, şu olmaz’’ olmaz. Siyaset bir ara yol bulacak. Hem Suriye’deki Kürtleri ve rejimi rahatlatacak hem de Türkiye’yi rahatlatacak bir zor yola girilecek. Kürtçe bir atasözü var. Der ki: ‘’Uzun git, ama rahat dön.’’ Yani bilmediğin dolambaçlı yollara girme. Bu yol ne kadar uzun olursa olsun, bu yoldan daha kestirme bir yol yok.

Ruşen Çakır: Biraz önce insanların sorduğu sorulardan bahsettin. Bunların bazılarını sana sorayım: Erdoğan bu sayede tekrar kendini seçtirmek mi istiyor?
Tan: Mutlaka istiyor, niye istemesin? Beni tanıyanlar mizacımı bilir, bir soruya böyle pat diye cevap veririm. Arkadaş, adam kendini bir daha seçtirmek niye istemesin?

Ruşen Çakır: Peki seçtirebilir mi?
Tan: Bilmiyoruz.

Ruşen Çakır: Yani bu sayede seçtirebilir mi?
Tan: Kürt meselesinde bu söylediğimiz iyileşmeler olursa, yani Suriye’de kansız kavgasız bir orta yol bulunabilirse, bugün Kürtler de dönüp yeni sürece bakacak. Oy da verebilir, niye vermesin? Mesela Kılıçdaroğlu’na oy verildi, birçoğumuz verdik. Peki, ne oldu? Seçimin ertesi günü baktık ki Ümit Özdağ’a Kürtlerin en karşısındaki adama İçişleri Bakanlığını vermiş, Milli İstihbaratı vermiş, üstelik bunu da gizli yapmış. Yani demokrasi, sözde şeffaflık filan filan. İnsanlar bir daha seçilmek isteyebilir. Siyaset zaten böyle bir şey; kendine alan açma, al-ver, bir siyasi konjonktür hesabı. Eğer bu işler olumlu giderse Kürtler de dönüp bakacak. Diyelim ki CHP, Özgür Özel, İmamoğlu, Mansur Yavaş… Mansur Yavaş’ın konuşmalarını gördünüz. Belki 30 sene önce Beypazarı’ndaki konuşmaları da çıktı. Son pamuk şeker hikâyesi de çıktı. E hayır, ne olursa olsun siz ölümüne AK Parti’nin ve Tayyip Erdoğan’ın karşısına geçin.’’ Kardeşim ölümüne niye geçeyim ya?

Ruşen Çakır: Biraz önce Demirtaş’tan bahsettin. Mesela, Demirtaş 19 Mart’tan bu yana herhangi bir şey söylemedi.
Tan: Evet, bunu da soruyorlar. ‘’her gün beş tane tweet atan bugün niye atmıyor?’’ diye soruyorlar.

Ruşen Çakır: Sence niye?
Tan: O da kendince yeni durumu değerlendiriyor. Ben onun adına bir şey konuşmak durumunda değilim. Çünkü orada da çok spekülasyon yapıldı. O çözüm sürecinde ben ve Demirtaş ayrı saflara düştük. Yani ben bugün söylediklerimi yine söyledim. İşte var, sen şimdi hemen YouTube’da buldun benim söylediklerimi. Bütün konuşmalarım duruyor. Ben 15, 20, 30 senedir üç şey söyledim. Şimdi yeni kitabını ‘’Kırk yıllık arkadaşım Altan Tan’a’’ diye imzaladın. Birbirimizi aşağı yukarı 40 yıldır, gençlikten, delikanlılığımızdan beri tanıyoruz. Üç şey söyledim: Biri, silah, terör, şiddet, yol değil. İkincisi, sırtını İsrail’e, Amerika’ya, İran’a, Almanya’ya, Avrupa Birliği’ne vererek, Türkiye’ye karşı bir mücadele yapmak doğru bir şey değil. Doğru olmadığı gibi, netice alınabilecek bir iş değil. ‘’İsrail bana silah versin, İran bana silah versin, Türkiye ile çarpışayım. Amerika, Irak’a girdiği gibi gelsin Türkiye’ye de girsin. Biz beraber savaşalım ve oradan bana bir Kürdistan versin.’’ Beş milyon insan ölmeden, beş milyon insan göç etmeden, bölge harabeye dönmeden bir şey elde edebilmen mümkün değil. Bir: Silah bitti. İki: Sırtını dışarıya vererek içerideki mücadele yanlış. Üç: Sosyalizm, Marksizm... 
Felsefi anlamda Marksizm’e saygım var. Yani bazıları gibi ‘’ Bunlar komünist solcu’’ demem. Ben Das Kapital’i 18 yaşındayken okudum. Tabii o gün okuduğumda hiçbir şey anlamadım, onu da söyleyeyim. Sonradan bir daha, bir daha okudum. Yani ilk olarak, okumak için okudum, bakalım bu sakallı amca ne diyor diye. Felsefi olarak Marksizm’e karşı bir düşmanlığım veya bir eleştirim yok. Ama reel sosyalizmin dünyada bugün geçerliliği yok, otuz senedir bitmiş. Şimdi bu üç şey, yani silah bitti, Türkiye’ye karşı mücadele bitti, bizim reel sosyalizm, arkaik sosyalizm bitti. Artık yeni bir paradigma lazım. Ben bunları 20 sene önce söyledim.

Ruşen Çakır: Öcalan da bunu söylüyor.
Tan: Üçünü de Öcalan söylüyor. Selahattin Bey de diyor ki: ‘’Doğru söylüyor. Peki Öcalan da Selahattin Bey de bunu şimdi söylüyorsa, Altan Tan’ın günahı neydi?  Bende 30 senedir devlet işi yok. Ne HDP’li Belediyelerden ne AKP’li belediyelerden veya diğer hükümetlerden bir devlet işi, resmi işi yok. Benim kardeşlerim var, akrabalarım var, iş ortaklarım var. Hiçbirimizin yok. Dediler ki: ‘’Sur yıkıldı Altan Tan ihaleler aldı.’’ Böyle alçakça şeyler söylediler. Sur yıkıldıktan sonra, Diyarbakır’daki Balıkçılarbaşı’nın parke yolunu, Diyarbakır’da PKK’lığı ile meşhur bir arkadaş yaptı. Müteahhidin adı da belli. Ben yirmi senedir bunları söylerken niye bana karşı cephe aldınız? Şimdi Selahattin Bey bu noktadadır ya da o noktadadır, ama bence şu an iyi bir noktadadır. Ama tabii bu kadar senenin muhasebesi kimdedir? Araplar derler ki ‘’şikâyet Allah’a’’

Ruşen Çakır: O zaman şöyle bir toparlayalım: Diyorsun ki ‘’DEM Parti’nin bir kısmı, ama Kandil’in büyük bir kısmı ayak sürüyor. Bu işin olması için öncelikle silahların bırakılması, sonra önümüze bakmamız gerekiyor.’’
Tan: Evet. Türkiye de şunu söylüyorum: Kabul etsek de etmesek de bu işin düğüm noktası artık Suriye. ‘’Hayır bizi ilgilendirmiyor’’ diyemezsin, seni ilgilendiriyor işte. Efendim ‘’Onu kabul etmem. Federasyon olmaz, otonomi olmaz, Kürtçe anadilinde eğitim olmaz, fukara Türkmenlere de olmaz. Kürtçe resmi dil de olmaz. Suriye’de Arap Cumhuriyeti olsun.’’ Bakın, İslamcı bir adam devletin adına Suriye İslam Cumhuriyeti dese, doğru ya da yanlış, anlarsın. Mesela adı İran İslam Cumhuriyeti’dir. Ama Pers Cumhuriyeti değil. Şimdi Suriye’de İslamcı, ümmetçi adam devlet kuruyor Suriye İslam Cumhuriyeti demiyor, Suriye Arap Cumhuriyeti diyor. Sen bu İslamcılığı bilirsin; doğru mu yanlış mı? Bunların ümmet kitabında ne yazıyor?
Ben İslamcılara bir çağrıda bulundum. İsimlerini tek tek saydım. Hayrettin Karaman, Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren, Hamza Türkmen. Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Cevat Özkaya. Bunlar aklıma gelenler, bizim eski arkadaşlar. Onlara ‘’Suriye Arap Cumhuriyeti adını koymak doğru mu? Siz ne diyorsunuz bu konuda?’’ diye sordum. Ali Bulaç iki yazı yazdı, bunun yanlış bir ifade olduğunu söyledi. Ahmet Ağırakça beni aradı, mesaj attı, ‘’Aslında bizde şöyleydi de böyleydi de, bir sürü polemik. Ya arkadaş tartışmayı bırak, otuz senelik defterleri açtık. ‘’Kırk sene evvel sen öyle dedin. Ben böyle dedim,’’ iş döndü şahsi tartışmalara. Yahu sen bu kadar polemik yapacağına, lafı döndüreceğine, kamuoyuna çık bu isim doğru mu yanlış mı, onu söyle.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye’de bir durum belirlemesi lazım. Yeni Suriye Anayasası’nın nirengi noktaları ne olacak? Tamam, federasyona ‘’yok’’ diyorsun. Otonomiye ‘’yok’’ diyorsun. Peki neye ‘’evet’’ diyorsun? Daha buna cevap vermeden, ‘’E vallahi hepinize gıcık oldum. Bir de sağcısı, solcusu, dindarı, Kürdü, Kürdün her rengi, hepiniz yan yana gelmişsiniz. Ben bundan da rahatsız oldum’’ diyorsan, buradan çözüm çıkmaz.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Altan. Bir şey atladık mı?
Tan: Mutlaka atlamışızdır. Çünkü konuşulacak mevzu bitmez. Konu çok, saatlerce konuşabilirsin. Ama çok da uzun konuşursan millet izlemez. Ben şahsen 10-15 dakikadan uzun şeyleri izlemiyorum YouTube’da.

Ruşen Çakır: İyi o zaman, bunu izlemezsin. Evet. Altan Tan’la, yeni süreci konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
09.05.2025 Ne çok korkuyorlar!
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
05.05.2025 Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Şimdi çözebilir mi? Hasan Cemal ile söyleşi
04.05.2025 Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?
04.05.2025 Necati Özkan ile söyleşi: “Millet ile devletin karşı karşıya geldiği her durumda kazanan millet olur”
04.05.2025 Erdoğan 19 Mart gibi vahim bir hatayı neden yaptı?
03.05.2025 "Heybede duran büyük turplar" ne zaman dökülecek?
01.05.2025 Altan Tan ile söyleşi: "DEM'in yarısı ve Kandil silah bırakma ve fesih konusunda ayak sürüyor”
01.05.2025 Prof. Evren Balta ile söyleşi: Dünyada ve Türkiye'de otoriter rejimlerin geleceği
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı