Hem Müslüman hem demokrat olunamaz mı?

19.07.2024 medyascope.tv

19 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. İslâm ve demokrasi bitmeyecek bir tartışma. Ben kendimi bildim bileli bu tartışmanın içindeyim. Aynı şeyleri söylemekten ve her seferinde insanlara benzer şeyleri açıklamaya çalışmaktan yoruldum diyeceğim; ama bir yerden sonra, aslında tekrar tekrar aynı şeyleri söylemek de olsa, bu gerekiyor sanki. 15 Temmuz ile ilgili, izleyicilerle birlikte, sizlerle birlikte geçen yaptığımız yayında bu konu tekrar gündeme geldi. Çok sayıda izleyiciden, Türkiye’nin sorununun aslında bir İslâm ülkesi olması tespiti geldi. Burada şöyle bir anlayış var, biliyorsunuz: “İslâm demokrasiyle bağdaşmaz. Nüfûsun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde demokrasi ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın hayâta geçirilemez”. Bu tespit var. Bu tespit yıllardır bir şekilde varlığını sürdürüyor. Özellikle son yıllarda İslâm dünyasında yaşananlar ve Türkiye’de yaşananlar bu tespit sâhiplerine haklı çıktıklarını düşündürtüyor. Kendileri çok daha özgüvenli bir şekilde, “Biz demiştik” diyorlar. Bu sâdece Türkiye’ye özgü bir olay değil, tüm dünyada görülen bir durum. Bu olayın iki tâne karşıt ucu var ve karşıt uçlar aslında aynı şeyde birleşiyorlar. Yani, İslâmcı olarak kendini tanımlayanlar, daha doğrusu kendilerine İslâmcı demeseler bile bizlerin İslâmcı olarak gördüğümüz, İslâm üzerinden bir politik ideoloji geliştirmeye çalışanlar, siyâsî hareket yaratmaya çalışanlar diyorlar ki: “İslâm demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi beşerî bir ideolojidir”. Ve bu yayının kapağına koyduğum fotoğrafta, dünyanın başka bir köşesinde, çok açık bir şekilde demokrasinin üzerine çarpı atmış bir İslâmcı grubun gösterisini görüyorsunuz. Türkiye’de de böyle şeyler oldu, daha da olacak. Onların karşısında da, İslâm’la araları iyi olmayan, yani İslâm karşıtı denebilecek kişiler var. Onlar da aynı şeyi söylüyorlar ve burada çok ilginç bir şekilde İslâm’ın aşırı bir şekilde İslâm’dan politik ideoloji yaratmaya çalışanlarla İslâm’a karşı olanların demokrasi konusunda anlaştığını görüyoruz. Diyorlar ki: “İslâm ülkelerinde demokrasi olmaz, Müslümandan demokrat olmaz”. Bu doğru değil. Müslümandan demokrat olur, pekâlâ oldu, daha da olacak. Hepimiz biliyoruz, dünyanın dört bir tarafında dinî inancından vazgeçmeyip demokrasiyi savunan, bunun için mücâdele veren çok insan var. Bunlar daha zorlanıyor olabilir, şu olabilir, bu olabilir. Ama Türkiye tek başına bunun çok çarpıcı bir örneğidir. Türkiye’nin iyi kötü bir demokrasi geleneği var. Çok sorunlu da olsa, hep askerî müdâhalelerle engellenmiş de olsa, iyi kötü bir demokrasi geleneği var. Demokrasi bir hedef olarak toplumun büyük bir kısmı tarafından benimsenmiş durumda ve bu kişilerin büyük bir kısmı da kendisine sorulduğu zaman, “Elhamdülillah Müslümanım” diye kendini târif eden kişiler. Ben kendi çevremden biliyorum. Bütün âilem ve sülâlem diyelim, kendini bir şekilde dindar olarak görür, Müslüman olarak görür. Her ne kadar birçok kişi onların dinle kurduğu ilişkiyi sorunlu görse de, onlar her zaman için –rahmetli annem, babam, amcalarım, teyzelerim, hepsi– İslâm'la barışık; ama aynı zamanda da çokpartili rejimle, demokrasiyle, demokratik değerlerle barışık insanlardı ve hâlâ öyle. Çok sayıda insan tanıyorum, siz de eminim tanıyorsunuzdur.
Bunlar istisnâ değil; bunlar aslında ana akım. Sorun şu: Özellikle İran’da İslâm Devrimi’nden îtibâren İslâmcılığın ve tabiî ki diğer ideolojik hareketlerin, özellikle de solun gerilemesiyle birlikte İslâmcılığın bir meydan okuyuşla ortaya çıkması ve bunun da Batı’dan kaynaklandığını söyledikleri rejimi reddedip, her türlü değeri reddedip, her şeyin cevâbının İslâm’da olduğunu söylemeleri.  Bu ilk başta çok câzip geldi — özellikle Türkiye’deki gençlere. İran Devrimi’nden etkilenen dünyanın dört bir tarafında gençler var ve bunlar da, “Bizim başka bir şeye ihtiyâcımız yok, İslâm bize yeter” dediler. Demokrasiyi bir tağut rejimi olarak, beşerî ideoloji olarak gördüler, onunla mücâdele ettiler. Daha sonra Müslüman Kardeşler çizgisinin, özellikle Arap dünyasında iyice güçlenmesiyle berâber bunun başka bir versiyonu çıktı ve buralarda da aynı şekilde İslâm’ın her şeye yettiği iddiası dile getirildi. Ama bu hareketler İslâmcı hareketler ve bu hareketler ülkede tabiî ki esas olarak başta câmi cemaati olarak adlandırılan dindar insanları, ama onun da ötesinde kendini Müslüman olarak gören insanları kendilerine hedef kitle olarak seçmişlerdi ve bunları bir şekilde kendi saflarına katmaya çalıştılar. Ama dikkat ederseniz, özellikle 80’li yıllarda ve 90’lı yıllarda bu hareketlerin, Türkiye dâhil bu hareketlerin başarılı olması ve yükselişe geçmelerindeki temel sâik, temel motivasyon aslında din değildi. Diğer hareketlerin, kimi Arap ülkelerinde ya da İslâm ülkelerindeki otoriter ve totaliter rejimlerin çökmesiydi; Türkiye’de de özellikle merkez siyâsetin bayağı bir çökmesiydi. Ve yine aynı şekilde İslâm dünyasında yaşanan büyük bir yoksulluk, işsizlik, özellikle genç işsizliği meselesiydi. İnsanların önlerini görememeleri, gelecek perspektifine sâhip olamamalarıydı; yani İslâmî hareketler aslında insanların sosyoekonomik dertleri üzerinde sörf yaptılar ve böylece kendilerine çekebildikleri insanları da kendi ideolojik İslâmlarına bir şekilde dâhil etmeye çalıştılar. Bu bir yükselişti ve bu yükseliş sırasında özellikle 80 ve 90’lı yıllarda, hattâ 2000’li yılların başlarında da, İslâmî hareketin demokrasiye meydan okuması gibi bir olay vardı. Ama burada büyük ölçüde bir başarısızlık yaşandı. Bu noktada Türkiye çok ilginç bir örnekti. AKP iktidârıyla berâber 2000’li yılların başlarından îtibâren, AKP dünyada bir İslâmî hareketin demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmayacağını bize gösterebilecek bir örnek olarak ortaya çıktı. Çünkü esas soru aslında, “İslâm demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusu değildi. Bu yanlış bir soruydu. Esas soru: “İslâmî hareketler demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusuydu ve AKP o anlamda ilginç, çarpıcı bir istisnâ olarak görüldü. İlk başta şüpheyle bakan Batılılar, daha sonra Avrupa Birliği sürecinde gösterdikleri çaba, reformlar vs. ile berâber, AKP’den demokratik bir İslâmî hareket çıkabileceğini ve bunun dünyaya örnek olabileceğini düşündüler, umdular, teşvik ettiler. AKP de buna “muhâfazakâr demokrasi” kavramıyla katkıda bulundu ve bu olayları iyice besledi. Erdoğan sürekli olarak Türkiye’de ileri demokrasi hedefini ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini gündeme getirdi ve sonra herkesi yarı yolda bıraktı. Şu anda Erdoğan’ın Türkiye’ye ve esas olarak oradan da öte İslâm dünyasına yaptığı en büyük kötülük; bu sorunun cevâbının “hayır” olarak veriliyor olmasıdır. AKP örneği dünyada İslâmî hareketlerin, nereden gelirlerse gelsinler, bir şekilde sistemle uyumlu bir şekilde demokratik değerleri içselleştirebileceği konusunda bir örnek olarak görüldü Batı’da ve sonra hızlı bir şekilde insanlar bundan vazgeçti. Ve AKP örneği, aslında bunun imkânsız olduğunu kanıtlayan bir örnek olarak görüldü. Onun da ötesinde olay, İslâmî hareketlerin demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı meselesinin ötesinde, İslâm dininin demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığına kadar geldi. Ve bugün dünyanın birçok yerinde dile getirilen İslâm’ın evrensel değerlerle bağdaşmayacağı önermelerinin ve tüm dünyada, özellikle Batı dünyasında yükselen İslâmofobinin bir şekilde oluşmasına çok ciddî katkıları bulundu. Tabiî bu arada, bütün bunlar yaşanırken El-Kaide, IŞİD gibi küresel terör şebekelerinin İslâm adına ortaya çıkmaları, dünyanın dört bir tarafında sivilleri gözlerini kırpmadan toplu bir şekilde katletmeleri; trenlere bomba koyarak, uçaklarla kulelere çarparak vs., daha sonra özellikle Suriye’de, Sünnî olmayan Müslümanları işkencelerle öldürerek buna iyice destek oldular.
Şu hâliyle bakıldığı zaman, İslâm dünyasının demokrasi karnesi çok çok kötü, belki de en kötü anlarından birisini yaşıyor. Yakın bir zamâna kadar bir Tunus örneği vardı; Arap Baharı’nın ilk başladığı ve en uzun sürdüğü yerdi. Ama Tunus’ta da tekrar otoriter bir rejim tesis edildi. İslâmcılar iyice büyük bir hayal kırıklığı yarattılar, Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da iyice etkisizleştiler. Orada da tekrar otoriter bir sistem, hattâ totaliterliğe iyice yaklaşan bir sistem inşâ edildi. Şu hâliyle bakıldığı zaman, İslâm dünyasının hemen hemen hiçbir yerinde demokrasi adına heyecan verici bir şey yok. Hâlâ bu ülkelerde ağır basan yön: krallıklar, emirlikler, otoriter, totaliter yönetimler, otoriter liderler ve diktatörler. Bu konuda en çok örnek olması beklenen ülkelerden olan Türkiye’de, iyice etkisini artıran bir otoriter yönetim var ve bu da tabiî İslâm'ı esas olarak meşrûiyet kaynağı olarak kullanan bir Erdoğan tarafından yapılıyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, İslâm ve demokrasi konusunda olumlu şeyler söylemek çok fazla mümkün değil. Ama işte tam da böyle zamanlarda bunları söyleyebilmek lâzım. Yani bu olayın dinden kaynaklanmadığını, demokratik değerlerin benimsenmesine her dinin birtakım engeller çıkarabileceğini, önemli olanın o dine inanan kişilerin bunları içselleştirip içselleştirmediği. O dini öne çıkartan yapıların demokratik değerlerle nasıl ilişki kurdukları. Şimdi insanlar demokrasiden uzak otoriterliği dayatıyorlarsa, meselâ Erdoğan otoriterliği dayatıyorsa, bu Erdoğan’ın dindar birisi olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa iktidârını kaybetmeme hırsından mı kaynaklanıyor? Şunu hatırlatayım — tekrar tekrar hep söylüyorum: Erdoğan ilk iktidâra geldiğinde İslâmcı lider olarak görülüyordu ve böyle tanımlanıyordu. O, dünyadaki diğer İslâmî hareketlerle ya da İslâm rejimi olduğu iddia edilen Suudî Arabistan, İran gibi ülkelerle kıyaslanıyordu. Ama bir süredir Erdoğan artık otoriter rejimlerle, meselâ Orban’la, Putin’le kıyaslanıyor; ya da bir zamânın Bolsonaro’su ile kıyaslandı. Dergilerin kapak fotoğraflarını görüyorsunuz. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Erdoğan dünyada Putin’le uzun ömürlü otoriter lider olma konusunda yarışan bir isim. Yoksa olayın İslâm boyutu birinci derecede öne çıkmıyor. Ama bizde o kadar büyük bir din yorgunluğu var ki –yazdığım son yazıda da bu var–, o kadar çok insanı dinle yordular ki, dindarların içerisinde dinden uzaklaşma artıyor. Dinden zâten uzak olanların dine karşı öfkeleri, kızgınlıkları ve eleştirileri artıyor. Özellikle de genç kuşaklarda dinden iyice uzaklaşma söz konusu. Ama burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Dinden uzaklaşan gençlerin hepsinin demokrasi savunucusu olduğunu filan düşünmeyin. Pekâlâ dinle alâkası olmadan da otoriter, totaliter düşünceleri savunabiliyorlar. Yeni tür bir seküler milliyetçilik gibi eğilimler öne çıkıyor Türkiye’de. Ve burada baktığımız zaman, İslâmcılığı sorgulamanın ötesinde İslâm dinini sorgulama veya İslâm öncesi Türk inanışlarına gönderme yapma gibi şeyler var. Ve bu kişilerin önemli bir kısmı demokrasiyle de araları iyi olan kişiler değil. Dolayısıyla demokrasiyi savunabilmek veya içselleştirmek için ya da demokrat olmak için sizin hangi dinden olduğunuz, hangi dinle nasıl bir ilişki ve mesâfe içerisinde olduğunuz çok da fazla önemli değil. Bu tür kültürcü yaklaşımların yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani dindarlardan asla demokrat çıkmayacağını söylediğiniz zaman, o zaman zâten başta bâzı ülkelerde havlu atmış oluyorsunuz. Dünyanın dört bir tarafında, değişik dinî hareketlerden ve dinlerin içerisinden değişik siyâsî akımlar çıktı. Örneğin Latin Amerika’da çok güçlü bir Katolik sol hareket geleneği var. Ama yine aynı bölgelerde gücünü Katoliklikten alan ya da başka Hıristiyan inanışlardan alan çok faşizan yaklaşımlar da var. Buradaki meselenin dinden kaynaklanmadığı ortada. Ama herkesin kendi görüşlerini meşrûlaştırmak için dine referans verdikleri de ortada.
Dolayısıyla burada herhangi bir dinin, özellikle Türkiye’de İslâm dininin çok sayıda farklı yorumu var. Sadece Alevîlik ve Sünnîlik anlamında söylemiyorum; Alevîliğin içerisinde de Sünnîliğin içerisinde de birbirinden farklı, hattâ birbirleriyle kıyasıya kavga eden yapılar var. Biz bunların din adına söylediklerine bakarak Türkiye’deki demokrasinin geleceğini belirlemeye kalkarsak, bu yanlış olur. Biliyorum, Türkiye’de yaşanan onca olaydan sonra tüm bu söylediklerim insanlara naif gelebilir. Türkiye’de meselâ yakın zamâna kadar iki büyük İslâmî yapılanma vardı: birisi siyâsal alanda AK Parti, diğeri sosyal alanda Fethullahçılık. Bunlar birbirleriyle çok ciddî bir savaş yürüttüler ve hâlâ bu savaş sürüyor. İkisinin de derdi demokrasi filan değildi; her ikisinin de derdi iktidârın tek başına sâhibi olmaktı. Ve bu süreçte birbirlerine çok zarar verdiler. Ama aynı zamanda İslâm dinine de büyük zararlar verdiler. Fakat ne oldu? 15 Temmuz’un 8. yılında, bütün bu savaştan Türkiye’de demokrasi maalesef güçlenerek çıkamadı. Bu aslında çok büyük bir fırsattı. 15 Temmuz olayı birçok yapının, din adına ya da başka adlarla hayâta geçenlerin –ki özellikle Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in– aslında bu ülkeye çok fazla bir şey veremeyeceklerini, tam tersine bu ülkenin aleyhine birtakım icraatların sâhipleri olduklarının ortaya çıktığı bir andı o; ama sonuçta buradan, üçüncü güçler diyelim, demokrasi lehine birtakım sonuçlar maalesef üretemediler. Her şeye rağmen tekrar şunu söylemek istiyorum: “İslâm demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusu anlamsız bir soru, ama soruluyor. “İslâmî hareketler demokrasiyle bağdaşır mı?” sorusu ise anlamlı bir soru ve şu âna kadar yaşananlardan bunun cevâbının “hayır” tarafı ağır basıyor. Acı ama böyle bir gerçek var. Ama “Müslümandan demokrat olur mu?” sorusu abes bir soru; tabiî ki olur. Yani diyelim ki soruldu, tabiî ki olur. Nasıl bir Müslüman olduğuyla alâkalı bir şey değil buradaki mesele; nasıl bir insan olduğuyla alâkalı. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
24.08.2024 Türkiye’de toplumun psikolojisi bozuluyor mu? Prof. Nebi Sümer ile söyleşi
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı