Selahattin Demirtaş’ı beklerken

08.10.2025 medyascope.tv

8 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Bugün Selahattin Demirtaş'la ilgili bir haber bekliyoruz. Uzun uzun anlatmaya gerek yok; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararına, iktidarın ya da Adalet Bakanlığı'nın itiraz edip etmediği tartışmaları var. Ve Selahattin Demirtaş pekâlâ bugün tahliye olabilir. Sadece o değil tabii, Kobani davasında Figen Yüksekdağ da başkaları da var, hepsinin, ama tabii ki öncelikle Selahattin Demirtaş'ın tahliyesi olabilir. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimisi tahliye bekliyor, kimisi beklemiyor ve olayı tartışıyor. Olayın hukuki olarak tartışılacak hiçbir şeyi yok. Ne zaman girmiş Selahattin Demirtaş? 4 Kasım 2016'da tutuklanmış arkadaşlarıyla beraber. Yurt dışından geliyor Türkiye'ye, tutuklanacağını bilerek geliyor ve tutuklanıyor. Hatta bir yakın arkadaşı o günleri bana anlatan, "Herhâlde 10 yıl yatarım," demiş. Şu anda daha 10 yıl olmadı, 9. yıldayız ve Selahattin Demirtaş'ın tahliyesini bekliyoruz.
Bekliyoruz. Ben şahsen umutluyum, istiyorum ama emin değilim; çünkü bu, Türkiye'de artık yargının hepsinde olduğu gibi siyasi bir karar ve bu siyasi kararı verecek olan bir heyet falan değil, bir kişi, o da Cumhurbaşkanı Erdoğan. Erdoğan, Selahattin Demirtaş'ın bugün çıkmasını istiyor mu, istemiyor mu, bunu bilmiyoruz, bugün göreceğiz. DEM Parti'den konuştuğum bazı isimler aynı şeyi söylediler: "Siyasi iktidarın kararını bilmiyoruz." Benim bildiğim kadarıyla Devlet Bahçeli ilk başta, bu süreci ilk başlattığında DEM Parti ve Öcalan'ı bir yana, Edirne dediği Selahattin Demirtaş ve Kandil'i bir diğer yana koymuştu. Yani Selahattin Demirtaş'ı istememişti, bir müttefik olarak görmemişti. Fakat sonra ne olduysa oldu, Demirtaş'ı telefonla aradı, başkalarını da arattı diye duyduk ve Selahattin Demirtaş'la Devlet Bahçeli arasındaki soğukluk büyük ölçüde kalktı ve anladığım kadarıyla Devlet Bahçeli Selahattin Demirtaş'ın dışarıda olmasını tercih ediyor. Ama Erdoğan'ın bu konuda hâlâ onun içeri girmeden önce Meclis grup toplantısında, grup toplantısı sadece oydu biliyorsunuz, "Seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız" dedi, toplantıyı kapattı. Erdoğan sonra ama başkan oldu ve bunun hesabını ya da intikamını sormaya devam ediyor.
Erdoğan'ın Demirtaş'a karşı öfkesi durdu mu, bilmiyoruz; çünkü Erdoğan zamanında düşman olduğu kişilerle pekâlâ sonra ittifak da kurabiliyor, Devlet Bahçeli bunlardan birisi; dostlarıyla da düşman olabiliyor. Onun temel motivasyonu iktidarını muhafaza etmek. Burada o zaman soru şu: Selahattin Demirtaş'ın özgürlüğü Erdoğan'a siyaseten yarar mı, yaramaz mı? İşte bu soru Selahattin Demirtaş'ın bugünkü durumunu belirleyecek. Fakat şunu özellikle vurgulamak lazım: Eğer terörsüz Türkiye ya da çözüm süreci, her ne derseniz deyin, bu sürecin başarılı olması isteniyorsa Selahattin Demirtaş'a kesinlikle ihtiyaç var. Bu ihtiyaç birçok açıdan var. Öncelikle Kürt hareketinin, yasal Kürt hareketinin bir liderlik ihtiyacı var. Şu anda DEM Parti ve etrafındaki diğer birtakım partiler ya da kurumlar bir şekilde yola devam ediyorlar ama düşük profilli bir yöneticiler grubu var. Öne çıkan kimse yok. Çıkmak isteyen var mı bilmiyorum ama çıkabilen yok. Selahattin Demirtaş'ın yeri bu anlamda dolmadı. Bu hareketin sürece daha uygun bir şekilde yol alabilmesi için Demirtaş gibi bir figüre ihtiyacı var. Ama bir diğer husus da şu: Türkiye'de Kürt hareketi içerisinden seslenip Kürt olmayan kamuoyunun dikkatini çekebilecek hemen hemen kimse yok. Yani bir televizyona çıktığı zaman insanların — herkes, oy vermeyen, nefret edenler de dahil — "Ne diyor?" diye kulak kabartacağı pek kimse yok. Ama Demirtaş geçmişte böyleydi. 2015 Haziran seçimleri, HDP'nin Türkiye partisi olma macerası büyük ölçüde bunu gösterdi ama sonra yaşananlar ve Kasım seçimleriyle beraber işin rengi değişti. Bu süreçte Demirtaş ne kadar başarılıydı, aradaki süreçte, bu ayrı bir tartışma konusu. Bütün bu yaşananlar, Kobani olayları vesaire. Ama şimdi 9 yıl geçti ve Türkiye çok büyük bir parantezi, neredeyse 50 yıllık bir parantezi kapatmak istiyor ve bu kapatılmak istenen parantezde PKK'nın feshi, silah bırakması ve kadrolarının topluma entegrasyonu söz konusu. Dolayısıyla doğrudan terörle hiçbir ilişkisi olmayan siyasetçilerin bu entegrasyona dahil edilmemesi çok absürt bir şey olur. Ama onun da ötesinde Demirtaş işte bu süreci hızlandırabilecek bir isim olur. Bunu özellikle vurgulamak lazım.
Tabii bu arada şöyle tartışmalar da var: Öcalan ister mi? Öcalan Demirtaş'ın kendisinden rol çalmasına izin verir mi? Bu ne zamandır konuşulan bir husus. Hatta şunu diyen de çok var: "Öcalan istemediği için içeride," ya da "hareket istemediği için içeride." Yani isteseler sanki bırakabilirlermiş gibi. Benim bildiğim kadarıyla Öcalan'la Selahattin Demirtaş arasında çok ciddi sorunlar yok. Selahattin Demirtaş, "Aktif siyasete son veriyorum," dedikten sonra yaptığı az sayıdaki açıklamada, özellikle süreçle birlikte çok saygılı bir dille Öcalan'dan bahsetti ve bir anlamda onun kararlarına tabi olacağını da ilan etti. Geçenlerde sızan bir görüşme notunda Öcalan'ın, "Seni başkan yaptırmayacağız" çıkışının hata olduğunu söylediğini biliyoruz. Ama bütün bunların ötesinde Öcalan çok realist bir isim. Dolayısıyla bu süreçte Selahattin Demirtaş'a ihtiyacı olduğunu düşünürse, ki ben düşündüğünü sanıyorum, onun bir şekilde özgür olup tekrar siyasette aktif bir şekilde yer almasını isteyecektir. Tabii ki kendi çizdiği sınırları çok fazla ihlal etmemesi kaydıyla. Her neyse.
Sonuçta Türkiye'nin Selahattin Demirtaş'a ihtiyacı var, herkesin ayrı ayrı ihtiyacı var ama bunun kararını Erdoğan verecek. Umarım Erdoğan, "Artık yeter," der ve Selahattin Demirtaş çıkar. Geçenlerde bir yayında söylediğim gibi aramıza katılır, televizyon programlarına çıkar. Burada görüyorsunuz, kendisiyle 2015 Kasım seçimleri öncesinde Sanayi Mahallesi'ndeki stüdyomuzda yaptığımız yayından bu. O tarihte kendisine medyada ambargo vardı. Biz çıkartmıştık ve bir buçuk saat yayın yapmıştık. Çok büyük ilgi görmüştü. Haziran seçimi öncesinde medya kapısını açmıştı, Haziran seçimi sonrasında kapatmıştı, hatırlıyorsunuz. Çok önemli bir yayın olmuştu. O yayındaki bazı bölümler hâlâ dolaşımda, onu da biliyoruz. Umarım Selahattin Demirtaş çıkar, tekrar biz de konuk ederiz, başka televizyon kanallarına da çıkar, mitinglerde konuşur, kolları sıvar ve Türkiye'nin kaçırmaması gereken şu sürecin, bu fırsatın başarıya ulaşmasında elinden geleni yapar.
Bugün yayını, bende emeği çok olan, aslında birçok arkadaşımda emeği çok olan birisine, Galatasaray Lisesi'nde başmuavinimiz olan Ülkü Ağabeye, Ülkü Özatay’a ithaf etmek istiyorum. Aslında bunu Fatih'le ilgili, Fatih Altaylı'yla ilgili yapacağım yayında yapacaktım ama o tarihte Ülkü Hoca'nın doğru dürüst fotoğraflarını bulamamıştım. Sonra arkadaşım Nedim, bizde bu işlere o bakar, bana çok güzel fotoğraflar buldu ve bir de bilgiler buldu. Ülkü Hoca lise mezunu, bizim liseden mezun. İki arkadaşıyla beraber 1954 yılında askerliklerini yaptıktan sonra bir şekilde lisede çalışmaya başlıyorlar ve bir yerden sonra da hocalık yapmaya başlıyorlar. Bizde yatılı olduğu için ‘‘etüt ağabeyliği’’ diye bir mekanizma da var. Daha sonra da öğretmenlik yapıyor. Matematik ve ticaret — öyle bir ders vardı zamanında — ona giriyor ve sonra da çok erken yaşta başmuavin oluyor. Ben onu bildim bileli bizim başmuavinimizdi. Çok samimiydi hepimizle ama bir yandan da otorite kurmak isterdi. Çok zor olurdu, yani onun samimiyetle otorite arasındaki dengeyi tutturmasında hem o zorlanırdı hem de biz zorlanırdık. Ne zaman ona daha yakın durabileceğimizi, ne zaman mesafeli durabileceğimizi bilmezdik. Şu fotoğrafta bir dönem benim de okuduğum, zaten bu 78 yılı galiba, ben de o sırada okuldaydım, müdürümüz Osman Güney'le beraber. Osman Bey çok sertti, ne denir, acımasız demeyeceğim ama sertti. Ülkü Hoca onu dengeleyen bir isimdi. Hakikaten hepimize çok emeği olmuştur. Bizimle beraber top oynamıştır, bizimle beraber yemiştir, içmiştir. Ve bu arada şunu öğrendim, benim için çok çarpıcı ve acı bir şey oldu: Bu Nedim'in bana sağladığı bilgilerden, hocanın, Ülkü Hoca'nın Galatasaray Lisesi'nden uzaklaşmasının nedeninin ben ve benim arkadaşlarım olduğunu öğrendim, ki o da şöyle: 12 Eylül öncesinde biz okulda birtakım eylemler yapıyorduk. Bir keresinde liseyi işgal etmiştik. Başka liselerden gelenler de vardı. Daha sonra polis geldi, işgalcilerin hepsini dışarı çıkarttı ve Ülkü Hoca orada lise öğrencisi olan bizleri ayırdı. Bizleri polise vermedi. Çok garip bir duyguydu o. Başka liselerden gelen arkadaşlarımız gittiler, fazla kalmadılar ama gözaltına alındılar. Onlar gitti, biz kaldık. Bir yandan da sevindik tabii ama acayip bir duyguydu. Şimdi öğrendim ki hoca o yüzden ihbar edilmiş. Hatta camia içerisinden birileri de ona tavır almış ve bizi ele vermediği için onu Kasımpaşa Lisesi'ne sürmüşler. Ben o sıralarda galiba cezaevindeydim, onu çok fazla bilemiyorum. Ve kısa bir süre sonra da 1986 yılında bir Temmuz ayında hayatını kaybetmiş. Yaşı, bakıyorum şimdi, 53 yaşında. İnanılır gibi değil. Yani ben şimdi oldum 63. Yani Ülkü Hoca her zaman için bana böyle bir ağabey ama yaşlı bir ağabey olarak gelirdi. 53 yaşında hayatını kaybetmiş olması ve belli ki çok üzülmüş, o hayatını verdiği camiadan koparılmak... Ve bunda da kimlerin rolü var? Benim de rolüm var ama bu ihbarı yapan, şikâyet edenlerin de rolü var. Allah rahmet eylesin. Yani ne diyeceğim, hakikaten kendisine minnettarım, minnettarız. Yani şöyle bir şey vardır; okullarda bazı hocalar vardır sevilir, bazıları sevilmez, bazıları nötrdür. Galatasaray Lisesi'nde okuyup da Ülkü Hoca'yı – ki yıllarca orada emek vermiş – sevmeyen, hakkında olumsuz düşünen herhâlde kimse yoktur. Kendisini saygıyla ve rahmetle anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
11.10.2025 Demirtaş Öcalan yüzünden mi tahliye olamıyor?
10.10.2025 TSK Şam’la birlikte YPG’yi vuracak mı? SDG Öcalan’a ”Hayır” mı dedi?
10.10.2025 Ünlü olma suçu
09.10.2025 Komisyondan bir heyet İmralı’ya gider mi? Giderse ne olur?
08.10.2025 Selahattin Demirtaş’ı beklerken
07.10.2025 Toplum CHP iktidarını niçin hayal edemiyor?
06.10.2025 Fatih Altaylı yayınlarına niçin ara verdi?
06.10.2025 DEM’li fotoğraflar
06.10.2025 Taşlar yerinden oynuyor mu? CHP ve AKP arasındaki tabloda son durum | Hatem Ete anlatıyor
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı