Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: 31 Mart’tan bu yana neler değişti, neler aynı kaldı?

05.07.2024 medyascope.tv

5 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba. İyi günler. Burak Bilgehan Özpek’le yerel seçimden bu yana siyâsette nelerin değişip nelerin değişmediğini konuşacağız. Burak, merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Bu arada yeni fark ettim. Profesör olmuşsun. Tebrik ederim. 
Özpek: Teşekkür ederim. Biraz zaman geçti, ama unvanı kullanmıyordum, artık kullanayım dedim.

Ruşen Çakır: Seninle baş başa çok yayın yaptık, ama bu yayının başka bir özelliği var, bunu izleyicilerimize baştan söyleyelim. Sen, MetroPOLL Araştırma bünyesinde, bir grup araştırmacı akademisyenin yeni hazırlamaya başladığı “In-Depth”, yani derinlemesine analiz raporlarını hazırlayan ekiptesin. İlk raporunuzu yayınladınız, değil mi?
Özpek: Aslında bu üçüncü.

Ruşen Çakır: Basına ilk yansıttığınız oluyor o zaman.
Özpek: Evet, ilk oluyor.

Ruşen Çakır: Onu konuşacağız. Burada raporu anlatacaksın tabiî, ama raporu anlatırken sen de katkıda bulunduğun için kendi görüşlerini de anlatacaksın. Bu rapor MetroPOLL Araştırma’nın düzenli olarak yaptığı “Türkiye’nin Nabzı” araştırmalarındaki verilere dayanıyor bildiğim kadarıyla. Artı olarak, siz orada yayınlanmayan birtakım soruları da soruyorsunuz. Yanılıyor muyum? 
Özpek: Evet, doğru. Aylık olarak “Türkiye’nin Nabzı” verisi zâten sâbit bir şekilde bize ulaşıyor. Ama “Türkiye’nin Nabzı” raporuna koymadığımız, sâdece bizim kendi analizlerimiz için kullandığımız başka sorular da soruyoruz. Onları da “In-Depth”de kullanıyoruz. Ne tip sorular bunlar? Türkiye’de bâzı hatlar var. Mâlûm, başkanlık sisteminden sonra aslında biz sâdece parti oylarını öğrenerek yetinemeyiz. Aynı zamanda başkan adayları var, yani kurumsal partilerin dışındaki isimlerin beğeni oranları var. Bununla birlikte, Türkiye’nin ideolojik hatları var. Türkiye’de ciddî bir kutuplaşma atmosferi var. “Kutuplaşma oyu” dediğimiz bir oy var. Bunların hepsini ölçmemiz gerekiyor. Bunları ölçebilmek için de dolaylı sorular sormamız gerekiyor. Mesela bâzı indikatörler var: “Osman Kavala serbest kalmalı mı?” gibi. Buna verilen cevap, seçmenin kendisini hangi kampa daha yakın hissettiğini gösteren bir cevap bizim için. Parti konusunda biraz kendisini gizleyebilir. Aday konusunda da kendisini gizleyebilir. Fakat hangi mahalleye âit olduğunu anlayabilmek için bâzı sorular sormamız gerekiyor. Ya da olası mobilizasyon süreçlerinde, meselâ millî güvenlik meselelerinde halk nasıl tepki verecek? Hükûmetin ajandasına, resmî söyleme uyacak mı? Onun peşinden gidecek mi? Bunu çok merak ediyoruz. Millî gurur projeleri, İHA’lar, SİHA’lar… Bunlarla ilgili sorular soruyoruz bunu anlayabilmek için. Bunu da her ay yapıyoruz. Bununla birlikte, standart sorularımız var. Partilerin oy oranlarındaki değişimlere bakıyoruz. Bu kutuplaşma atmosferi içerisinde, bir adayı desteklediğiniz kadar, bir adayı desteklemememiz de önem arz ediyor. Yani kimi istemediğiniz aslında daha önemli. Bunu da anlamak için bâzı sorular soruyoruz. Onları rapora koymuyoruz, ama “In-Depth”de analizlerimiz için kullanıyoruz. Grafikler de var, yani sâdece düz bir analiz değil. Çok kapsamlı bir analiz bu ve bunu her ay yapıyoruz.

Ruşen Çakır: Haziran ayının analizine baktığımda çok çarpıcı şeyler görüyorum. Bence en çarpıcı olandan zâten girişte bahsetmişsiniz: AK Parti ile CHP’nin oylarının eşitlendiği tespiti var. Ben başka araştırmalarda bunu görmemiştim. Sizin araştırmada bu çıkıyor. Bence en önemli husus bu. Bununla ilgili de, “Normalleşmenin, büyük ölçüde AK Parti’ye yarayıp, CHP’ye pek yaramadığı” şeklinde özetlenebilecek bir yorumunuz var. Yanılıyor muyum?
Özpek: Normalleşme bunun faktörlerinden bir tânesi. Tek başına değil tabiî ki. Ama normalleşme sürecini biz ciddîye alıyoruz. Çünkü Nisan ayında, seçimden hemen sonra yaptığımız ilk araştırmada, CHP’nin çok ciddî anlamda önde olduğu bir tablo gördük. “Açık ara” diye tâbir edebileceğimiz, yaklaşık 6 puanlık bir fark vardı. Bu fark, Haziran ayına geldiğimizde kapanmış gözüküyor. Bunun sebepleri var tabiî ki. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyunda bir artış gördük. Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyunda da bir düşüş gördük. Normalleşme süreci her şeyden önce erken seçim söyleminin çok ciddî anlamda toplumsallaşamamasını berâberinde getirdi.
Şimdi, “Talep toplumdan mı gelecek, siyâsetçiden mi gelecek?” tartışması var. Burada siyâsetçilerin talep ettiği, dillendirdiği, yerel seçim başarısını makro politikayı etkileyecek şekilde kullanan bir tutum görmedik. Halbuki siz daha iyi bilirsiniz, 1994’te Refah Partisi’nin belediye seçimindeki zaferlerinden sonra, Türkiye hızlı bir şekilde seçim atmosferine girmişti. Erbakan her fırsatta bu başarıyı vurguluyordu. Bir yanına Tayyip Erdoğan’ı almıştı, bir yanına Melih Gökçek’i almıştı. Hemen seçimden sonraki basın toplantısını hatırlıyoruz. Hattâ ben açıp videosunu izledim. Çok ciddî anlamda bunun bir sinyal olduğunu, artık bir değişim sürecinin başladığını söylüyordu.
Şimdi buna benzer tutkulu bir çıkışı biz seçimden sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden görmedik. Yerel seçim başarısı, makro siyâseti etkileyecek, daha doğrusu merkezî yönetimi etkileyecek bir şekilde tahvil edilemedi. Bu da tabiî Erdoğan için konforlu bir alan. Çünkü siyâsî hayatta kalma meselesi tehdit altında olmadıkça, Erdoğan, bu uyguladığı ekonomi politikasını da rahatlıkla uygulayabiliyor açıkçası. Çünkü zor bir ekonomi programı var burada şu anda uygulanan. Yalnız orada bir şey daha var: Biz raporda Cumhuriyet Halk Partisi ile Özgür Özel’i birbirinden ayırıyoruz.

Ruşen Çakır: Ona ayrıca geleceğim. Özgür Özel bahsini sonlara doğru yapalım. Ama onun ötesinde, özellikle az önce bahsettiğin ekonomiden hareketle; ekonomide rasyonel politikaların uygulanmaya başlamasıyla berâber, bundan başarı elde edilirse AK Parti’nin kendini toparlama ihtimâlinden bahsediyorsunuz. Diğer yandan da kararsız seçmenin büyük bir kısmının en büyük meselesinin ekonomi olduğunu söylüyorsunuz.
Özpek: Evet. Asıl mesele ekonomi. Dolaylı sorularla halkın sosyolojisinin ve Türkiye’deki ideolojik hatların ne durumda olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Baktığımız zaman, çok dramatik bir değişim yok. Seçimlerden hemen sonra, büyük bir heyecan içerisinde yapılan yorumlara tanık olduk: Türkiye’de solun yükseldiği, Türkiye’de sosyolojik bir patlama yaşandığı, Türkiye’de büyük bir kırılmanın olduğu, geç kalmış bir doğumun yaşandığı gibi argümanlar okuduk. Bizim araştırmalarımızda, çok temel hatlarda dramatik bir kırılma göremiyoruz açıkçası. Meselâ “Osman Kavala serbest kalmalı mı?” sorusuna aldığımız cevap beni çok mutlu etmiyor. Millî gurur projeleri, askerî endüstriyel kompleksle ilgili Erdoğan’ın öne çıkardığı başarı projeleri halk tarafından büyük teveccüh görüyor ve bunların mâliyeti, rasyonalitesi pek sorgulanmıyor. Baktığınız zaman, toplum aslında olduğu yerde duruyor. O yüzden o toplumun ürettiği siyâsî sonuçlar büyük oranda ekonominin gidişâtıyla alâkalı. Çünkü Şimşek Programı bu ekonomik sorunların yükünü dar ve orta gelirli insanların sırtına yükledi.
Türkiye’de 16 milyona yakın emekli var. Bunların büyük çoğunluğunun son seçimde Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verdiğini görüyoruz. Ya da mevcut durumdan memnun olmayan AKP seçmeninin sandığa gitmediğini görüyoruz. Şimdi bunların bize söylediği hikâye, Tayyip Erdoğan’ın ekonomi konusunda bir düzelmeye ihtiyâcının olduğu. Yani daha fazla iktisâdî popülizm yaparak ilerleyemiyor, çünkü kaynağı yok elinde. Daha fazla hamâset yaparak dış politika yapamıyor, çünkü yurtdışından gelecek sermâyeye ihtiyâcı var. O yüzden şu anda bir ara dönem yaşanıyor Erdoğan’ın hikâyesinde. Yeniden kaynakları stabilize edene kadar, yeniden insanlara bâzı ekonomik çıkarlar dağıtabilene kadar, Erdoğan’ın o büyük devâsâ hikâyesi bir süre askıda kalacak. Ve orada ana önceliğinin, biraz vakit geçirmek, zaman kazanmak olduğunu düşünüyoruz açıkçası. Yani Şimşek Programı meyvelerini verene kadar, enflasyon düşene kadar veyâhut emeklilere, asgarî ücretlere zam yapabilecek hâle gelene kadar, çok ciddî anlamda bir siyâsî tehdit algılamaması gerekiyor.
Normalleşme süreci biraz da bunu berâberinde getirdi. Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasındaki farkın korunamamasının sebebi bizce biraz bu. Çünkü ekonomi programı çok yüksek sesle eleştirilip, bir siyâsî söyleme tahvil edilmiyor. Normalleşme süreci aktörleri, aktörlerin dillerini ve tarzlarını kısıtlıyor. O yüzden bizim görebildiğimiz kadarıyla, seçim sonrası ortaya çıkan fark yavaş yavaş azalıyor. Tabiî bu sâdece normalleşme süreciyle alâkalı değil; çünkü siyâsî sistemde başka aktörler de var. Meselâ bir şeyi tespit ettik: Milliyetçi Hareket Partisi’nin oy oranı, Sinan Ateş Dâvâsı ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin daha kriminal hâdiselerle birlikte anılmasıyla berâber, Mayıs ayından Haziran ayına kadar ciddî bir düşüş gösterdi. 

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Bu ilginç. Siz bunu yaptığınızda dâvâ henüz başlamamıştı. Dâvâda özellikle Ateş’in eşi, annesi, kızkardeşi konuşmamıştı. Önemli üst düzey 4 isim doğrudan azmettirici olarak işâretlenmemişti. Ama orada şöyle bir husus var: MHP tabanı ya da iktidar partisi tabanı bu gelişmelerden nasıl haberdar oluyor? Oluyor mu? Çünkü iktidar medyasının bunu görmediğini biliyoruz. 
Özpek: Ayşe Ateş’in Tayyip Erdoğan’la görüşmesi çok önemli. Bu sistemde meşrûluğun kaynağı Recep Tayyip Erdoğan. Dokunduğunu altına çeviren bir büyücü hikâyesi vardır ya; özellikle iktidar destekçisi seçmen gözünde, vatandaş gözünde, Erdoğan’la görüşen kişi bir dokunulmazlık, bir meşrûluk kazanıyor. Ayşe Ateş-Erdoğan görüşmesi önemli. Bunun yanında bir de şunu görüyoruz: Mayıs ayından önce biz birçok hâdiseden haberdar değildik. Şu anda birçok şeyden haberdar oluyorsak, bu, aslında büyük gazetecilik başarılarından ziyâde, hükûmet sistemi içerisindeki bâzı aktörlerin bunu bilmemiz gerektiğini düşündükleri için haberdar oluyoruz. Sinan Ateş Dâvâsı’ndaki MHP’lilerin rolü ve bununla ilgili haberler, büyük oranda, toplumun bunu bilmesi için dışarıya sızdırılıyor bence. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir kriminalleşme durumu ortaya çıkıyor.
Milliyetçi Hareket Partisi tabanı dediğimiz taban nedir? Bunun üzerine biraz konuşmamız gerekiyor. Çünkü aslında İYİ Parti’nin ayrılmasıyla berâber, Milliyetçi Hareket Partisi’nin çok zor durumda kalacağı düşünülüyordu. Fakat yine %10 oy aldı. Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında bir geçişkenlik olduğunu görüyoruz. AKP’den kopanlar, muhâlefete gelmeyip, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veriyorlar. Hattâ Anadolu’ya gittiğiniz zaman, MHP’ye oy vermenin muhâlif bir tavır olduğunu da düşünüyor birçok insan. Böyle düşünen birçok seçmenle konuştum ben. Genel îtibâriyle Türkiye’de muhâlifler, bu iki partiyi bir bütün olarak kabul etse de, aslında bunlar iki ayrı yapı ve ikisi arasında bir geçişkenlik var. Bu geçişkenlik şu âna kadar Tayyip Erdoğan için büyük bir problem olmadı. Çünkü Tayyip Erdoğan, başkan adaylığını onaylayan ve kabineden hiçbir pay istemeyen, kendisinin yanında durmayı da bir millî güvenlik vazîfesi olarak gören bir Devlet Bahçeli ile muhâtap oluyor. Bu çok konforlu bir alan. AKP’nin milletvekili sayısı azalabilir, azalsın. AKP’nin oyu azalabilir, azalsın. Netîcede MHP’ye gidiyor ve MHP, elde ettiği o %10’luk oy oranını ya da 50-60 milletvekilini şimdiye kadar Tayyip Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmak için kullanmadı, zor durumda bırakmak için kullanmadı, hükûmetten bakanlık istemedi. Yani 4 küçük partinin %1’lik oylarıyla Kılıçdaroğlu’ndan 8 bakanlık istediğini ve aldığını düşünürsek, Milliyetçi Hareket Partisi’nin tavrı büyük bir fedakârlık olarak görülüyor. Çok konforlu, çok rahat ilerleyen bir ilişki bu. Fakat şu anda farklı bir şey oluyor: Milliyetçi Hareket Partisi üzerindeki kriminal bulutlar yoğunlaştıkça, onların suç örgütleriyle ilişkisi fâş oldukça, insanlar yavaş yavaş daha güvenli limanlara kayma eğilimi gösteriyorlar.

Ruşen Çakır: Son yerel seçim sonuçlarına baktığımızda, Cumhur İttifâkı. AKP+ MHP tek başına iktidâra gelmekte zorlanıyor. Hattâ son seçimlere baktığımızda, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi de 31 Mart îtibâriyle pek mümkün değil. Siz de zâten burada “yeni arayışlar” demişsiniz. Raporda öyle bir şey var. “Erdoğan’ın yeni müttefik arayışları” demişsiniz. Açıkçası ben raporda Yeniden Refah Partisi’ne daha fazla bir vurgu beklerdim. Çünkü son dönemin en önemli olayı bence o.
Özpek: Bence de.

Ruşen Çakır: Yani parti vardı, ama bu kadar etkili değildi. Adım adım, giderek de istikrarlı bir şekilde artacağa benzeyen bir parti var. Ama Yeniden Refah, sanki son seçimden önce Erdoğan ile ayrıştı gibi. Tekrar bir buluşma mümkün mü? Onların buluşması Erdoğan’ın iktidârını korumaya yeter mi? 
Özpek: Bence de Yeniden Refah Partisi bizim bu yaşadığımız normalleşme sürecinin ve bir sonraki dönemde tanık olacağımız siyâsî gelişmelerin en kilit aktörü. Bu, Yeniden Refah Partisi logosundan ya da Yeniden Refah Partisi programından veya liderinden kaynaklanan bir durum değil. Ortada bir huzursuzluk var. Yani muhâfazakâr seçmende, ciddî anlamda bir huzursuzluk ve sorgulama var. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum, ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin artık siyâsî bir parti olarak işlevini yerine getiremediğini düşünen bir toplum kesimi var. Siyâset yapmak zorunda olmayan, kazanmak için yaratıcı politikalar geliştirmek zorunda olmayan, halkla temas etmek zorunda olmayan, sâdece Erdoğan’ın kişisel karizmasına ve “devletin bekası” söylemine dayanan bir yapı var ortada. Saray bürokrasisiyle parti arasındaki gerilimin sebebi de bu. Parti halka gidiyor ve halkla temas ediyor. Saray bürokrasisinde geliştirilen o “Millî Güvenlik” söylemlerinin parti milletvekillerini zora soktuğunu görüyor Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri. Meselâ Mehmet Uçum’a sorarsanız, Van Belediyesi’ne kayyum atanmalı; ama Van AKP milletvekiline sorarsanız, böyle bir şey yapıldığı takdirde ciddî anlamda tepki olacak. Parti siyâsetine gerek kalmayınca, her şeyi devlet adına, devlet diliyle, devletin selâmeti ve devletin hayrı için yapınca, açıkçası Adalet ve Kalkınma Partisi’nin işlevi sorgulanıyor insanların gözünde.
Yirmi iki sene boyunca Adalet ve Kalkınma Partisi’nde siyâset yapan ve yeni dönemde kendisine yer bulamayan insanların da bir yekûn oluşturduğunu görüyoruz. Bu insanlar siyâset yapmak istiyorlar. Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi ve onun temsil ettiği şey her neyse, aslında bir mıknatıs görevi görüyor bu insanlar için. Baktığınız zaman, eski AK Partililerin bulundukları yerel birimde, etki sâhibi olan, nüfuz sâhibi olan eski AK Partililerin belediyeleri kazandıklarını görüyoruz. O da aslında bir potansiyel. Niçin bir potansiyel? AKP’nin MHP ile kurduğu ittifaktan dolayı mutsuz olan, kendisini oyunun dışında gören ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyâsetinden tatmin olmayan insanlar için bir adres niteliği taşıyor. Yeniden Refah Partisi, Tayyip Erdoğan’a destek verdiği için, aslında çok konforlu bir alanda yer alıyor. Bu sistemin bug’ı biraz da bu. Erdoğan’a destek verdiğiniz sürece, kendi partiniz müstakil olarak oy alabilir. Yeniden Refah Partisi’nin Erdoğan’a verdiği desteğin seçmene verdiği mesaj şu: “Ben yapısal olarak çok köklü bir değişim istemiyorum. Erdoğan’la bir problemim yok; ama AKP ile eğer bir problemin varsa ben buradayım. Merak etme. Hayâtın dramatik olarak değişmeyecek. Ama eğer bir uyarı fişeği göndermek istiyorsan, bir “Uyan” çağrısı yapmak istiyorsan, ben buradayım, bana oy verebilirsin.” Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi’nin bu anlamda bir potansiyeli var.
Ancak son yerel seçimler bize şunu gösterdi ki Yeniden Refah Partisi bir MHP değil. Bir hayır kurumuymuş gibi Tayyip Erdoğan’dan kâğıt üzerinde hiçbir şey istemeyen bir parti değil. Yeterli oy oranına ulaştığı takdirde, bir sonraki seçimlerde Erdoğan’ı destekleme karşılığında çok fazla talepkâr olabilir. Aslında son seçimde çok iyi pazarlık yaptıklarını da gördük. O yüzden Erdoğan soldan gelen tehditten ziyâde, kendi sağından gelen tehditten daha fazla tedirgin oluyor ve tedirgin olmalı. Yeniden Refah Partisi, AKP-MHP İttifâkı’ndan beslenen, AKP-MHP İttifâkı devam ettikçe daha güçlenecek, olası bir seçim durumunda Erdoğan’dan daha fazla şey talep edecek, Erdoğan ile pazarlığa oturacak, bu pazarlığı da Erdoğan yapmazsa, Erdoğan’a seçimi kaybettirebilecek bir aktör konumuna yükseliyor. O açıdan, Yeniden Refah Partisi aslında raporda var. Fakat Yeniden Refah Partisi’nin geleceği AKP ve MHP arasındaki ilişkilere bağlı. Bu ilişkilerin nasıl seyredeceği bence Yeniden Refah Partisi’nin ve onun temsil ettiği huzursuzluk –doğrudan partinin de ötesinde bir şey var burada– onun geleceğini belirleyecek.

Ruşen Çakır: Peki, İYİ Parti’ye baktığımda –İYİ Parti’ye sanki “kıyak geçmişsiniz”–, benim gördüğüm İYİ Parti’yle sizin aktardığınız pek uyuşmuyor. Bence İYİ Parti çok kötü bir şekilde geriliyor.
Özpek: Biz de öyle yansıttık. 

Ruşen Çakır: Müsavat Dervişoğlu liderliğindeki İYİ Parti’nin toparlanma ihtimâli var mı? En son Koray Aydın da gitti. Tek tük başka gidenler de oldu. Bence gitmeyi düşünen çok kişi var. Hattâ sen de duymuşsundur, CHP’ye geçmek isteyen, ama CHP’den veto alıp İYİ Parti’de kalmak zorunda kalanlar var — biliyorsun isimleri. İYİ Parti’nin en son aldığı oylar hep %10 civârıydı. Toparlanabilmesi bana çok mümkün gelmiyor açıkçası.
Özpek: Tabiî biz veriler üzerinden yazıyoruz bu raporu. Kendi kişisel gözlemlerimiz ya da hissiyâtımız üzerinden değil.

Ruşen Çakır: “Kıyak geçmişsiniz” derken şaka yollu söyledim tabiî, çünkü bana şaşırtıcı geldi. Açıkçası, ben İYİ Parti’de artık pek bir şey görmüyorum.
Özpek: Nisan ayında yaptığımız araştırma, 14 Mayıs seçimlerinde İYİ Parti’ye oy verenlerin sâdece %25’inin yeniden İYİ Parti’ye oy vereceğini gösterdi. Partinin oyunda %75’lik bir düşüş gördük. Bu çok düşük bir rakamdı. Nisan ayı, Akşener’in de istifâ ettiği, genel kurul karmaşası ve belirsizlikle geçen bir aydı. Yine bir şey fark ettik Nisan ayında: 14 Mayıs’ta İYİ Parti’ye oy verenlerin yaklaşık %40’ı, kendisini “kararsız” olarak tanımlıyor. Onları “kararsız” kümesinin içerisinde değerlendirdik. 14 Mayıs’ta İYİ Parti’ye oy verenlerin %25’i, yarın seçim olsa Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vereceğini söylüyor. Bu %25’lik rakam, artık kendisini biraz tahkim etmiş durumda. İYİ Parti’nin %2,5’luk oyu, istikrarlı bir şekilde Nisan ayında da Haziran ayında da aşağı yukarı Cumhuriyet Halk Partisi’nden yana tercihini gösteriyor; orada bir çözülme yok.
Ancak, Mayıs ve Haziran araştırmalarında bir şey dikkatimizi çekti: Müsavat Dervişoğlu’nun seçilmesiyle ve o yaşanan bir buçuk aylık istikrar dönemiyle birlikte, İYİ Parti’de kendisini “kararsız” olarak nitelendiren kesim, Haziran ayında partisinden yana kanaat belirtmiş. Biz Haziran araştırmamızda –ki o zaman Koray Aydın istifâ etmemişti ve Akşener meselesi çok konuşulmuyordu; Rıdvan Uzun’un disipline sevk edilme hâdisesi yoktu– Haziran başında yaptığımız araştırmada şunu gördük: İstikrarlı bir İYİ Parti, partisine oy vermiş, kendisini “kararsız” olarak tanımlayan insanların bir kısmının oyunu kendisine çekebiliyor ve %5’in üzerine çıkabiliyor.
Fakat bu ayki raporda şunu da söylüyoruz: Müsavat Dervişoğlu’nun bunu sürdürebilmesi için, bağımsız bir siyâsî aktör olabilmesi için, kendisini Akşener’den ayrıştırması gerekecek. Kendisini Akşener’den ayrıştıramadıkça, radikal Akşener karşıtları partiden istifâ ediyor — Koray Aydın bunlardan bir tânesi. Müsavat Bey kendisini iki grup arasında bir yerde konumlandırmaya çalışıyor; fakat görebildiğimiz kadarıyla hem kendisinin tanınırlık oranı çok düşük, hem de insanlar hâlâ Meral Akşener’i İYİ Parti ile özdeşleştirdikleri için, Dervişoğlu’nun bayramda Akşener’i ziyâret etmesi, Akşener’i eleştiren milletvekillerini disipline sevk etmesi, onun Akşener’in emânetçisi gibi ya da Akşener’in hâlâ desteklediği gölgesi gibi görülmesini berâberinde getiriyor. Meselâ Nisan ayında Meral Akşener’in beğeni oranı %10’un altına düşmüştü. Toplumda herhalde en az beğenilen siyâsî liderdi. Dolayısıyla, Müsavat Dervişoğlu’nun Akşener’le yakın devam etmesi ona kaybettiren bir unsur.
Bu ayki raporda biz de onu yazdık. Biz, İYİ Parti’nin istikrârını koruyabilmesini çok zor görüyoruz. Çünkü ortada Akşener’e de Akşener karşıtlarına da karşı net tutum alan bir siyâsî liderlik henüz yok İYİ Parti’de. Dolayısıyla bu onu, halkın gözünde Akşener yanlısı bir noktaya oturtuyor. Bu şekilde devam ederse, İYİ Parti Haziran ayında gördüğümüz toparlanma ivmesini kaybedecek. Bizim yazdığımız durum bu. Fakat bu durum o %25 dediğim, İYİ Parti seçmeninin CHP’ye giden kesimini artırır mı? Yani bu oranı artırır mı bilmiyorum. Bana sorarsanız bunlar sağ seçmen ve sağda ortaya çıkabilecek yeni alternatiflere yönelebilirler. Demokrat Parti hikâyesi konuşuluyor Ankara’da. Yavuz Ağıralioğlu’nun bir parti kurma ihtimâli var. O yüzden, şu anda kesin konuşmamakla birlikte, Müsavat Dervişoğlu eğer Akşener’le kendisini ayrıştırmazsa ve çok net bir pozisyon almazsa, maalesef İYİ Parti’nin bu yakaladığı istikrar da bozulacak. Haziran ayında gördüğü o oran da aşağı gidebilir. Böyle bir ihtimal var. Rapora yazdığımız şey buydu.

Ruşen Çakır: Siz araştırma yaptığınızda, Kayseri olayı henüz yaşanmamıştı. Ama Kayseri’de yaşananlar, bu sığınmacılık meselesini ve özellikle bunun üzerinden siyâset yapan Zafer Partisi’ni tekrar gündeme getiriyor. Zafer Partisi yerel seçimde çok bir şey yapamadı. Bir yerel seçim partisi gibi, bir belediye partisi gibi değil. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Kayseri’deki olayların tekrarlanma ihtimâli var mı? Devlet çok sert tedbir aldı biliyorsun. 400’ü aşkın kişi gözaltına alınıp 10 kişi de tutuklanmış. Normalde bu tür olaylarda pek yapılan bir şey değildir. Erdoğan çok sert mesajlar veriyor. Bu mesele önümüzdeki süreci ve bu konuda pozisyon alan partileri güçlendirebilir mi, yoksa kriminalize mi eder? 
Özpek: Sığınmacı sorularını bu ayki “Türkiye’nin Nabzı”nda soracağız. Dosyamız biraz da bu konu merkezli olacak. Biz Zafer Partisi’nin oyunda muhteşem bir artış görmüyoruz; %2 bandında devam ediyor. Tabiî Ümit Özdağ ayrı bir tarz getirdi politikaya; tamâmıyla “One Man Show” şeklinde devam ediyor. “Single Issue Party” dediğimiz, sâdece göçmenleri konuşan ve göçmenleri daha ilgi çeken bir lider üzerinden konuşan, Türkiye’nin diğer sorunları üzerine pek kelam etmeyen ve kadrosunu da çok göz önüne çıkartmayan bir yapı var ortada. %2’lik bir oy potansiyeli üzerinden ilerliyor. Benim görebildiğim kadarıyla Ümit Özdağ biraz daha yumuşayacak önümüzdeki dönemde. Çünkü ortaya çıkardığı söylemin ya da beslediği kültürün, böyle bir hâdiseye yol açabileceğini ve bu hâdiselerin ihâlesinin de kendisine kalacağını muhtemelen hesap edemedi. Dün en son dinlediğimde, “Bu meseleyi uluslararası hukuk çerçevesinde çözeceğiz” diyordu. Zafer Partisi, geçtiğimiz iki sene boyunca, bunu söyleyen herkesi linç etmişti. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Ali Babacan’ı linç ettiler, Meral Akşener’i linç ettiler, Cumhuriyet Halk Partisi’ni linç ettiler. Zafer Partisi, sığınmacı konusunda insanları travmatize eden ve öfkeyi sıradan göçmenlere yönlendiren söylem dışında herhangi bir mâkul, aklı başında, sağduyulu söylemi hızlı bir şekilde lânetledi ve linç ettirdi kendi taraftarlarına. Böyle bir dönem yaşadık.
Ama bence bu hâdiselerin kontrolü Ümit Özdağ’da değil. Ümit Özdağ’ın örgütlediği, organize ettiği, bir şekilde kumanda ettiği bir hareket yok. O sâdece, o kültürü besleyen söylemlerde bulundu. Son hâdiselerden sonra da biraz tedirgin olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden biraz vites düşürdü. Bunun nasıl yansıyacağına bakacağız. Ümit Özdağ’ın şu süreçte daha ılımlı bir politika izlemesi, uluslararası hukuka vurgu yapması, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne gitmesi, aslında biraz ılımlaştığını gösteriyor. Bu ılımlı tutum seçmende nasıl karşılık bulacak ona bakacağız bu ay.

Ruşen Çakır: Son olarak Özgür Özel’e gelelim. Mâlûm, iktidar çevresi, özellikle AK Parti çevresi, sistemli bir şekilde Özgür Özel’i saygın bir yere oturtup, Ekrem İmamoğlu ve belki de Mansur Yavaş’ı bir anlamda gölgede bırakmaya çalışıyor. Erdoğan da bunu yapıyor, iktidar yanlısı gazeteler de bunu yapıyor. Ama bir tarafta da gerçekten Özgür Özel realitesi var. Sizin araştırmanızda nasıl bir şey çıkıyor? Gerçekten Özgür Özel’in popülaritesi artıyor, değil mi?
Özpek: Evet. Seçimden sonra Özgür Bey’in beğeni oranının arttığını söylemeliyiz. Burada ilginç olan, Özgür Özel’in beğeni oranının artması olduğu kadar, alt kırılımlara baktığımızda, AKP ve MHP seçmeninin de Özgür Özel’i onayladığını görüyoruz. Mayıs ayında, bu normalleşme sürecinin tepe noktasına ulaştığı dönemde, yaklaşık olarak her üç AKP ve MHP seçmeninden biri, Özgür Özel’i beğendiğini beyan ediyor. Bu çok yüksek bir rakam. Birdenbire Özgür Özel’in beğeni oranı %50’ye yaklaşıyor. “Muhâlefetin doğal lideri” dediğimiz, “doğal adaylar” dediğimiz Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun yanında, yeni bir aktörün de ortaya çıktığını, en azından beğeni oranlarına bakarak gözlemliyoruz.
Ancak şu şerhi de düşmek gerekiyor: Bu beğeni oranının artışında, ciddî anlamda normalleşme sürecinin etkisi var. İki parti normalleştikçe, Özgür Özel’in hükûmet medyasında, hükûmet kamuoyunda yeniden tanımlandığı bir süreç yaşıyoruz. Daha mâkul, daha konuşulabilir, daha pragmatik bir aktör olarak tanımlanıyor. En azından, onun hakkında yaftalayıcı, aşağılayıcı bir dil kullanılmıyor. Bu çok önemli bir şey. Meselâ geride kaldığımız 20 sene boyunca Erdoğan, konu ne olursa olsun muhâtaplarını meşrû kişiler olarak kabul etmedi. Sürekli onları aşağılayıcı, tahfif edici, küçümseyici bir dille andı ve yaftalamaktan geri durmadı. Erdoğan’ın muhâtabı olduğunuz zaman, o sizin rakibiniz değil, daha çok üst perdeden konuşulan bir aktör hâline geliyorsunuz. “Beyaz Türk” söylemi, “kan emici vampir” söylemi, “terörist” söylemi... Bunların hepsi, aslında Erdoğan’ın karşısındaki kişiyi kendi tabanına karikatürize etme sürecinin bir parçası ve bu, kutuplaşmayı da çok derinleştiren bir şey. Muhâlefetteki herhangi bir aktörün iktidar destekçisi herhangi bir kişiye konuşabilmesini de imkânsız hâle getiriyor. Normalleşmeyle berâber bu süreç ortadan kalktı. Özgür Özel daha aklı başında, daha konuşulabilir bir aktör olarak Cumhur İttifâkı seçmenine sunuldu. Burada ciddî bir artış görüyoruz.
Haziran ayında bu “suç ortaklığı” söylemi ve Tayyip Erdoğan’ın doğrudan Özgür Özel’i eleştirmesiyle birlikte de bir düşüş gördük. Orada da, her dört Cumhur İttifâkı seçmeninden biri, hâlâ Özgür Özel’i beğendiğini ifâde ediyor. Bu çok ilginç bir rakam. Çünkü normalleşme süreci Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyunu biraz düşürüyor, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyunu biraz artırıyor; Cumhuriyet Halk Partisi-AK Parti dengeye geliyor. Ancak, bu normalleşme sürecinin yan etkilerinden bir tânesi, Özgür Özel’in kendi özerk alanını kurması oldu. Özgür Özel’in, İmamoğlu ve Yavaş’ın gölgesinden çıkıp siyâsî bir aktör olarak, iddialı bir aktör olarak sahneye çıkışını görüyoruz. Bu da bize şunu söylüyor: Normalleşme süreci aslında Erdoğan’ın ve Özel’in karşılıklı olarak kazandığı bir süreç olarak ilerleyebilir ya da kazandıkça bu sürecin devam edeceğini söyleyebiliriz. Çünkü Erdoğan bir erken seçim baskısından kurtuluyor. Dikkat ederseniz, Özgür Özel de sürekli olarak bu erken seçim bahsinin etrâfından dolaşıyor. “Normalleşme süreci devam etmezse, hemen erken seçim çağrısı yaparım” gibi bir hamlesi var. Öte taraftan, Erdoğan erken seçim baskısından kurtuluyor. Daha sert bir muhâlefetten kurtuluyor. Özgür Özel de bir siyâsî lider olarak öne çıkma imkânı buldu.
Bizim tahminimiz şu: Eğer yeni anayasa yapım süreci olacaksa, böyle bir ihtimal varsa –siyâsî aktör rasyonalitesi üzerinden söylüyorum– taraflar bu anayasa paketinin içeriğini görmek istiyor. Parlamenter sistemin, Parlamento’nun ağırlığının arttığı bir sistem olabilir. Parlamento’nun ağırlığının artması, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’nın ağırlığının da dramatik olarak artmasını berâberinde getirir. Baktığınız zaman, elinizin tersiyle itebileceğiniz bir ihtimal değil. Dolayısıyla bu süreç Özgür Özel’i muhâlefette üçüncü bir aktör olarak öne çıkartmış gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Siz bu raporu aylık mı yoksa iki aylık mı yapacaksınız?
Özpek: Aylık çıkartıyoruz. “Türkiye’nin Nabzı2 araştırması çıktıkça, o veriler üzerinden yorumluyoruz.

Ruşen Çakır: Prensip olarak anlaşalım. Siz raporu yayınladıkça her ay konuşalım.
Özpek: Olur tabiî, konuşalım. Yeni aktörleri de soracağız bundan sonra. Bizim tahminimizden daha dinamik bir siyâsî süreç başladı yerel seçimlerden sonra.

Ruşen Çakır: Evet, Yavuz Ağıralioğlu giriyor devreye. Başka parti arayışları olduğunu da duydum. Meselâ Koray Aydın bağımsız kalmaz diye düşünüyorum; illâki bir şeyler yapar, yapmak isteyecektir. Birtakım geçişler olacak. Meral Akşener’in siyâsete devam edip etmeyeceği, edecekse nerede, nasıl edeceği meselesi olacak. Hakîkaten bayağı bir hareket olacağa benziyor. Herhalde daha çok Eylül-Ekim gibi. 
Özpek: Orada iki gelişme var: Bu yeni anayasa yapım süreci, ittifak yapılarını biraz değiştirebilir. Bahsettiğiniz Yeniden Refah Partisi ve onun etrâfında kümelenen muhâfazakâr huzursuzluk şu anda beklemede. Rapora da onu yazdık. Yani AKP ve MHP arasındaki ilişkinin seyrini bekliyor. Dolayısıyla yeni anayasa yapım sürecinde alıştığımız kamplaşma dışında hizâlanmalar görebiliriz. Bu birinci faktör.
İkincisi de, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki tüzük kurultayı meselesi. Tüzük kurultayı niçin önemli? Çünkü muhâlefetteki bâzı aktörlerin geleceğini artık tâyin etmiş olacak. Meselâ Mansur Bey Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde bir kariyere sâhip olacak mı? Yani bu tüzük kurultayı eğer cumhurbaşkanı adayını belirleme usûlleri üzerine bir şey söyleyecekse, bâzı isimlerin, “Artık Cumhuriyet Halk Partisi’nde benim için daha fazla bir kariyer yok” kanısına ulaşmasını berâberinde getirebilir. Bu da başka arayışlara itebilir doğal olarak.
Son olarak bir şey söylemek istiyorum: Biliyorsunuz biz geçtiğimiz seçim döneminin öne çıkan aktörlerinden olduk. Başkan adaylığı meselesi elitler arası bir tartışmaya sıkıştığı için, elitlerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, entelektüellerin söylemleri de çok göz önünde oldu ve çok tartışıldı. Ben o zaman da söylemiştim: Aktörler aslında siyâsî beklentilerle hareket ediyorlar, bu da şaşırtıcı olmamalı. Bundan sonrası için almamız gereken bir ders var: Meselâ Özgür Özel’in oy oranının artmasından bahsettiğim zaman, seyircilerimiz tedirgin olmasınlar. Geçmiş dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasına ya da adaylık iddiası olmasına karşı çıkmadık. Kendi adıma ben karşı çıkmadım. Eleştirdiğim nokta, bu iddiasını kapalı kapılar ardından, daha dolambaçlı yollardan yürütmesiydi. Bu 4 küçük partiyle olan ilişkisi, onlara milletvekilliği vermesi, medyayı bir anlamda kullanması, diğer partileri abluka altına alması… Benim gördüğüm kadarıyla, muhâlefette aday sayısının çoğalması iyi bir şey. İddialı adaylarımızın olması iyi bir şey muhâlefette. Siyâset açısından, demokrasi açısından da iyi bir şey. Önemli olan, bu oyunun, kurallarına göre oynanması ve şeffaf oynanması. Amerika’da da partilerin adayları var. Aday olmak için birbirleriyle çekişiyorlar. Ama bu büyük bir skandala, büyük bir bunalıma sebep olmuyor. İnsanlar birbirleriyle rekabet edecekler, birilerini destekleyecekler. Netîcede önemli olan, bu sürecin şeffaf olarak ilerlemesi. Mansur Bey, Ekrem Bey, Özgür Bey, ya da belki başka birisi çıkacak önümüzdeki yıllar içerisinde. Önemli olan, bu insanlar arasındaki ilişkilerin şeffaf ve usûlüne uygun bir şekilde devam etmesi. Yoksa yeni çıkan isimlerden rahatsız olmak ve hemen gardını alıp büyük bir şehvet içerisinde bu insanlara saldırmak, muhâlefeti ve demokrasiyi tüketen bir şey. O yüzden bunları rahat rahat konuşmalı ve bu insanların da siyâsetçi olduğunu unutmadan, siyâsetin bir mantığı olduğunu unutmadan konuşmalıyız.

Ruşen Çakır: Ne demek istediğini anlıyorum. Meselâ Özgür Özel’den bahsedilmesinden rahatsız olan CHP’liler var. Hattâ Özgür Özel’i, “AK Parti’nin CHP Bakanı” olarak tanımlayanlar var. Biz gördüğümüzü, duyduğumuzu, düşündüğümüzü söylemeye devam edelim. İnsanların buna ne anlam yüklediğinin bir yerden sonra çok da fazla bir anlamı yok.
Özpek: Evet. Bir şey daha söyleyeyim: İnsanların ne söylediğinin bizim düşüncelerimiz üzerinde çok anlamı olmayabilir, ama özellikle entelektüellerin birbirine karşı tavırlarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yorum yaparken, aynı kanallarda, aynı okullarda, aynı bölümlerde, aynı gazetelerde, aynı web sitelerinde yazdığımız, konuştuğumuz insanların bizi yaftalaması hakîkaten çok kötü. Bir fikri savunurken, öncelikli olarak diğer insanların bize nasıl bakacağı, hakaret edip etmeyeceği ya da bizim hakkımızda etrafta neler söyleyeceğini düşünmeden o rahatlıkla konuşursak, çok daha medenî bir durum olur. Öyle düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Eyvallah, çok sağ ol Burak. Buradan bu vesîleyle Özer Hoca’ya da selâm yollayalım. Demin söylediğim bağlamda biraz kırıldığını biliyorum, ama artniyetle yaptığımız bir şey yok. MetroPOLL Araştırma’nın Haziran ayı “In-Depth”, yani derinlemesine analiz raporunu Prof. Burak Bilgehan Özpek’le değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. İzleyicilerimize de bizi izledikleri için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı