Transatlantik: Trump zaferi garantiledi mi? J.D. Vance nasıl biri? Erdoğan-Esad görüşmesine doğru

16.07.2024 medyascope.tv

16 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la Amerika Birleşik Devletleri’ni konuşacağız. Vakit kalırsa, biraz Esad-Erdoğan görüşmesinin olup olmayacağını da konuşuruz. Arkadaşlar, merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen.
Ömer Taşpınar: Merhaba. 

Ruşen Çakır: Tatil yapıyorsunuz. “Önümüzdeki hafta program yapmayacağız” dedik, ama öyle şeyler oldu ki... Kusura bakmayın ama, dünyayı kurtarmamız lâzım, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ni. Evet, Trump kulağından sıyrıkla kurtardı ve “Seçimi kesin kazandı” deniyor. Öyle mi Gönül?
Gönül Tol: Bence öyle değil. Kesin kazanmadığı senaryo nedir? Eğer Demokrat Parti’nin ileri gelenleri bu olayı kullanır ve Biden’a gidip, “Bu saldırıdan sonra kamuoyu yoklamalarında Trump’a destek çok arttı. Artık kazanma ihtimâli çok daha yüksek ve bu nedenle sizin artık bu yarıştan çekilmeniz gerekiyor. Sizin adaylığınızla Demokrat Parti’nin Trump’ı yenmesi mümkün değil” diyerek Biden’ı adaylıktan çekilmeye iknâ ederlerse bence şöyle bir resim ortaya çıkabilir: Öyle bir durumda yeni bir aday ortaya çıktığını düşünelim. Muhtemelen bu Kamala Harris olacak. Kamala Harris de ideal bir aday değil. Kamuoyu yoklamalarında Kamala Harris’e verilen destek Biden’a verilen destekten çok daha iyi değil. Fakat yine de aday Kamala Harris bile olsa, yeni bir aday olması Demokratların tabanını mobilize edebilir. Trump’a yapılan saldırı neyi getirdi? Trump’a zâten destek veren insanları, Trump’ın kendi tabanını konsolide etmiş oldu. Cumhuriyetçi Parti’ye destek veren fakat Trump hakkında tam olarak karar vermemiş, Trump’ı bir parça tehlikeli bulan bir grup var Cumhuriyetçi seçmen arasında. Eğer Trump bu saldırının ardından söylemini yumuşatırsa –ki yumuşattı– bu seçmenin de desteğini alabilir. Dolayısıyla Trump’ın bugün îtibâriyle kazanma ihtimâli çok yüksek. Ben sâdece bunun garanti olmadığı ve Demokrat Parti’nin kazanma ihtimâlinin olabileceği bir senaryoyu tartışıyorum. O senaryoda da Biden yok resimde. Eğer Biden adaylıkta kalırsa, bence Trump’ın şansı çok çok artmış durumda.

Ruşen Çakır: Sözünü keseceğim Gönül. Biraz önce, Trump karşıtı ve Neocon’ların önde gelen isimlerinden Bill Kristol’un sosyal medyadaki tweet’ini paylaştım. Ömer bilir o zamanları, dergisine aboneydim, hattâ kendisiyle de tanışmıştım. Tipik bir sağcı, ama değişik bir adam. Diyor ki: “Trump-Vance ikilisi (yeni başkan yardımcısı adayı) çok kırılgan. Amerikan toplumunun çoğu bunu kabul etmez. Herhangi bir Demokrat aday bunları yener. Biden hariç” diye bir tweet atmış. İstersen devam edelim, sonra tekrar bu sûikast girişimini konuşalım. Gerçekten “Trump artık kesin aldı” diyebiliyor muyuz? Sen ne diyorsun?
Gönül Tol: Ondan önce bir şunu ekleyeyim: Saldırıdan sonra Demokrat taban, “Kesinlikle Trump kazanıyor” ortamı yarattı. Bunun yarattığı bir korku da var. O nedenle, Demokrat Parti eğer yeni bir aday önerirse, o korkunun üzerinde yükselebilir parti. Ama emin değiliz. Demokratlar açısından şöyle bir tehlike de var. Sâdece Beyaz Saray’ı, başkanlığı kaybetmeyecekler, aynı zamanda, Kongre’nin her iki kanadını da, yani Temsilciler Meclisi’ni ve Senato’yu kaybetme tehlikesi de var. Dolayısıyla aslında Demokratlar açısından bu çok târihî bir risk ve tabanda bunun yarattığı ciddî bir korku var. Fakat Biden’la bu iş yürümeyecek. Özellikle de Trump’ın normal bir siyâsî aktör gibi davrandığı bir ortamda — ki öyle davrandı. Trump sûikast girişiminden sonra bir konuşma yaptı. Toplumu birlik beraberliğe çağırdı, barıştan bahsetti. Bugüne kadar Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermiş fakat Trump’tan uzak duran kesimin şikâyet ettiği her şeye yanıt vermiş oldu. Bir başkan gibi davranmaya başladı. Eğer böyle olursa Biden’ın hiç şansı yok. Dediğim gibi Demokrat Parti’nin tek şansı, Biden dışında bir aday göstermek. O durumda, bence gerçekten başa baş bir mücâdele olabilir. Senin söylediğin gibi, JD Vance, Trump’ın kendisine başkan yardımcısı adayı olarak açıkladığı isim. Bu kadar radikal bir figür, Amerikan demokrasisinin altını oyma fikriyle yola çıkan bu iki figür, eğer doğru Demokrat kampanyayla yola devam edilirse, kırılgan olabilir.

Ruşen Çakır: Ömer, sen sanki dönüş yokmuş gibi dinliyorsun bütün bunları. Ne diyorsun? Kimi aday yapsa artık kazanamaz mı Demokratlar?
Ömer Taşpınar: Öyle değil. Demokratların adayı önemli tabiî. Fakat ortadan bir yorum yapmak gerekirse, seçmenlerin karar değiştirmesi için ciddî değişiklikler olması lâzım. Aday değişikliği önemli tabiî Biden dışında. Ama Kamala Harris aday olunca birden toparlanır mı Demokratlar, kazanma şansları artar mı? Ondan çok emin değilim. İkincisi, eğer gene böyle yapısal bir yorum yapmak gerekirse, kararsızlar önemli diyoruz. %15 kararsız var. Bunlar daha çok ekonomiye bakıyorlar. Ekonomideki gidişâta baktığımızda, enflasyonun düşüyor olmasının çok anlamı, kıymeti harbiyesi yok gibi bu bağımsızlar için. Ekonomide bir toparlanma olsa bile, Amerika’da 4 yıl öncesine göre enflasyon, özellikle gıda ürünlerinde %30-40, bâzı ürünlerde %50 artmış durumda. O nedenle Biden’ın bir ekonomik başarısı söz konusu değil. Objektif bir analiz yaptığımızda, Biden çok ciddî altyapı yatırımları yaptı. Amerika’da Covid döneminde bayağı çöken ekonomiyi ayağa kaldırmaya çalıştı. Belirli başarılar var. Fakat nihâyetinde, Trump öyle güçlü, bir buldozer gibi ve arkasında bir sağlam blokla geliyor ki, akıl yürütmek gerekirse, ben hemen bu sûikast sonrasında Trump, “Bunu derin devlet yaptı” diyerek daha da konsolide eder diye düşündüm. Beni şaşırtan açıklamalar yaptı.
Gönül Tol: Aklı selim açıklamalar.
Ömer Taşpınar: Evet. Tabiî Trump’ın ne dediğine çok bakmamak lâzım. Yine sert bir konuşma yapabilir konvansiyonda. Önümüzdeki günlerde partinin kurultayı var, orada adaylığı kesinleşecek. Konuşma yapacak. Açıkçası ben Trump’tan çok birleştirici, aklı selim, mantıklı bir konuşma beklemiyorum. Öyle bir iki cümle edebilir, ama yine kutuplaştırıcı cümleler de edecektir. Eğer Trump sûikast girişimine mâruz kaldığında ölseydi, bana göre Amerika’da çok ciddî bir patlama olabilirdi. Trump’ın bir bakıma efsâneleşmesi, kahramanlaşması, taraftarlarının “Bunu derin devlet yaptı” demesi ve sokağa çıkmaları söz konusu olurdu. Şu anda bile öyle kutuplaşmış bir ortam var ki. Tabiî sosyal medya üzerinden bakınca kutuplaşma daha da ciddî okunuyor. Daha da rahatsız edici bir şekilde ortaya çıkıyor. Sol kesim, Demokratlar bile, “Trump komplo teorileriyle kendini mağdûriyet altında bırakmak için bunu kullandı. Böyle bir şey yapabilir” yorumunda bulunuyorlar. Tabiî ki başkan yardımcısı adayı konumunda olan Vance, sûikasttan hemen sonra, ateşe körükle giderek, Biden’ı suçlayıcı bir açıklama yaptı. “Bu sûikast girişiminden ‘Her şekilde Trump’ı durdurmak gerekiyor’ diyen Biden yönetimi sorumludur” dedi. Böyle bir başkan yardımcısı adayı söz konusu. Başkan yardımcısı adayı olarak ortadaydı. Şimdi başkan yardımcısı.

Ruşen Çakır: Vance konusunu ayrıca konuşacağız, ama şunu bir sorayım: Siz Amerika’da değilsiniz, ama benden çok daha yakından tâkip ettiğinizi biliyorum. Sûikast girişiminde bulunan 20 yaşındaki genç için, “Cumhuriyetçi Parti’ye üye, ama Demokratlara 15 dolar yardım yapmış” dendi. Oradaki motivasyon ve komplo teorileri bir yana, net olarak olayın ne olduğu biraz berraklaştı mı Gönül?
Gönül Tol: Hayır, berraklaşmadı Ruşen. Polisin söylediği bir şey yok. Ama ben şunu söylemek istiyorum: Bunun arkasındaki siyâsî motivasyondan bahsetmeden önce, 20 yaşında bir insandan bahsediyoruz. Komşularıyla, arkadaşlarıyla konuşmuşlar. Çok kendi başına bir çocukmuş. Çok sâkin, sessiz, okulda çok başarılıymış. Ama okulda arkadaşları tarafından, akranları tarafından zorbalığa mâruz kalmış. Profili az çok ortaya çıktıktan sonra bana şunu düşündürdü: Meselenin siyâsî altyapısı, polarizasyon –ki bu çok yüksek Amerika’da– mutlaka bir rol oynamıştır. Ama bence daha önemli bir mesele var. Birincisi, Amerika’daki akıl sağlığı sorunu, ikincisi de silâha erişimin ne kadar kolay olduğu. Bunca yıldır Amerika’da yaşayan insanlar olarak her zaman Amerika’nın sağlık sisteminden şikâyetçi olduk. Akıl sağlığı konusunda özellikle bir şey var. Neredeyse bir pandemi yaşanıyor Amerika’da. Depresyonla, anksiyeteyle mücâdele eden insan sayısı inanılmaz yüksek. Buna rağmen, bu anlamda bir sağlık hizmetine erişim çok çok zor. Sağlık sigortanız olsa dahi kaliteli hizmete erişim zor. Kaldı ki böyle alt sınıftan gelen insanlar için eminim bu çok daha zor — birincisi bu. Bu çok konuşulmuyor, fakat bu gerçekten Amerika’daki akıl sağlığı meselesinin bir uzantısı.
İkincisi de silâha erişim; bu genç Trump’a saldırırken yarı-otomatik bir tüfeği kullanıyor. Tüfeğin babasına âit olduğu söyleniyor, fakat kurşunları aynı gün satın almış ve çok kolay satın almış. Akıl sağlığı problemi var mıydı bilmiyoruz. Ama eğer vardı ise bu insanın bir silâha bu kadar kolay erişiminin olması da çok büyük bir mesele. Polis “Hâlâ araştırıyoruz. Telefonuna, bilgisayarına bakıyoruz” açıklamasını yaptı. Orada belki siyâsî bir bağlantı ortaya çıkaracaklar. Ama ondan önce, Amerika’daki bu iki sorunu ifâde etmek gerekiyor.
Ömer Taşpınar: Bir de Amerika’da sol, sağlık meselesine, akıl sağlığı, aklî denge meselelerine çok fazla girmek istemiyor. Daha çok, silâha erişimden bahsetmek istiyor. Çünkü bu aklî denge meselesi daha çok sağın kullandığı bir argüman. O nedenle Amerika’da çoğu zaman ikisinin birden tartışıldığı sağlıklı bir ortam olmuyor. Sol bütünüyle silâha erişimden yola çıkıyor. Sağ da, “Bunun silâhla alâkası yok. Bir sürü böyle aklî dengesi bozuk insan var, onlar yapıyor” diyor. Bu ikisini bir araya getirmek gerekiyor.
Bir de şunu söyleyeyim: Biden tabiî ki frene bastı; kutuplaştırmayı düşürmeye çalışıyor. Öte yandan şunu da göz ardı etmemek lâzım. Biz, Biden’ın münâzara sonrası performansının kamuoyu yoklamalarına çok daha sert bir şekilde yansıyacağını düşündük. Gördüğüm kadarıyla, Biden’ın kaybettiğini gösteren bir kamuoyu araştırması yok henüz. Aradan iki hafta geçti. Münâzarayı 50 milyon insan seyretti. Münâzaradan sonra Biden’ın kampanyasında bir çöküş olacağını ve Biden’ın danışmanlarının, “Sayın Başkan, şu anda 15-20 puan geridesiniz. Öyle gözüküyor ki böyle giderse kazanma ihtimâlimiz sıfıra yakın” diyecekleri düşünüldü. Böyle bir şey olmadıkça da Biden geri çekilmeyecek gibi gözüküyor. Bizim bahsettiğimiz dinamikler, Biden’ın kaybedeceğini anlaması ve geri çekilmesi üzerine kurulu. Biden sert bir şekilde duruyor. “Ben hâlâ adayım. Çok net” diyor. NATO Zirvesi’ndeki konuşmaları, medyaya verdiği konuşmalar… Aslında münâzara sonrası performansı çok kötü değildi. Bu dinamiklerle bana öyle geliyor ki Biden’ın çekilmesi zor gözüküyor.
Gönül Tol: Yalnız şunu eklemek lâzım. Evet, Ömer’in dediği gibi gerçekten Biden’ı çok çok gerilemiş gösteren bir kamuoyu yoklaması çıkmadı münâzaradan sonra. Ama başka bir gösterge var: Biden’ın kampanyasına büyük bağış yapan isimler, artık bağış yapmayacaklarını söylediler. Bu ne demek oluyor? Amerika gibi geniş bir ülkeden bahsediyoruz. Bu kampanya bağışları çok kritik rol oynuyor. Her zaman belirleyici olmuyor, onu da söylemek lâzım. 2016 seçimlerini düşünürsek, Hillary Clinton’ın kampanyası Trump’tan çok daha fazla bağış toplamıştı, ama Trump kazandı. Her zaman tek gösterge değil, fakat ne kadar bağış topladığınız önemli bir gösterge. Biden’ın kampanyasına olan desteğin münâzaradan sonra azaldığı söyleniyor. Büyük bağışçılar, “Biden’ın çekilmesi lâzım. Biz önümüzü göremiyoruz. Adayımız Biden iken kasım seçimlerini kazandığımızı göremiyoruz” diyorlar. Hem partinin ileri gelenleri bu baskıyı yapmalı hem de bağışçılar bu baskıyı yapmalı. Eğer bu kampanya bağışları dramatik bir şekilde düşüşe geçerse, salıncak eyâletlerde –ki Trump önemli salıncak eyâletlerde Biden’ın önünde– Biden'ın çok daha fazla efor sarf etmesi, çok daha fazla reklam yapması, çok daha fazla kaynak akıtması gerekiyor o yerlere. Eğer bağışlar azalırsa, bu çok problem olacak. O nedenle Ömer’in söylediğine katılmakla birlikte, bir kamuoyu yoklaması yok, fakat o bağışlardaki düşüş önemli bir gösterge.

Ruşen Çakır: Başkan yardımcısı adayı JD Vance’e gelelim. Acâyip bir profil. Yakın bir zamâna kadar Trump’ın en sert düşmanlarındanmış. Sonra özür dilemiş ve Trump’ın elemanı olmuş. Onun çok güçlü bağışçıları olduğu söyleniyor. Özellikle PayPal’ın sâhibi gibi isimlerin parlattığı genç bir isim. Hızlıca baktım da, faşist tipi var. Faşist dersem abartmış olur muyum? Ne dersin Ömer?
Ömer Taşpınar: Bence abartmış olursun. Faşist tipinden çok, nabza göre şerbet veren, pragmatik, oportünist tipi var. Toplumu iyi okuyan birisi. Geldiği sosyoekonomik sınıf olarak alt gelir seviyesinde, fakir bir eyâletten, West Virginia’dan geliyor. Amerika’nın en büyük sağlık krizi Opioid — içinde afyon maddesi bulunduran ağrı kesici. Amerika’da buna bağımlı milyonlarca insan var. En fazla ölüm sayısı da bu opioid salgınından. Bunlar sentetik ilâçlar. Bir kısmı Çin’den, Meksika sınırından geliyor. Bu, Amerika’da çok konuşulan bir mesele. West Virginia gibi güneyde bâzı başka eyâletlerde yüz binlerce insan bunun mağduru. JD Vance böyle bir âileden geliyor. Çok önemli ve iyi yazılmış Hillbilly Elegy kitabı en iyi satan kitaplar listesine girdi. Kitap, Trump kazandıktan 2 yıl sonra çıktı galiba. 2018’de çıkmıştı. Bu kişiler için İngilizce’de “Redneck” terimi de kullanılıyor. JD Vance, kırsal alanda yaşayan, eğitim seviyesi düşük, Amerikalı elitlerin, Beyazların dalga geçtikleri, müesses nizâmın bir şekilde karşı tarafta gördüğü, Trump’a oy veren, eğitimsiz, küçümsenen insanların dünyasından gelen, ama aynı zamanda sınıf atlamış ve dediğim gibi iyi bir hatip. Çok iyi konuşuyor, çok da iyi yazıyor. 

Ruşen Çakır: Hillbilly Elegy’nin filmi de yapıldı biliyorsun, bayağı da ilgi gördü.
Ömer Taşpınar: Evet, ilgi gördü; fakat kitabı kadar başarılı değildi filmi. Kitap çok sattı. Çok önemli sosyolojik değeri vardı kitabın, yani Trump’ın sosyal tabanını anlamak açısından önemli bir değeri vardı. Ben zevkle okudum kitabı. Çok şey öğrendim. Bildiğimi zannediyordum o kesimleri; fakat daha da güzel anlatıyor. O kesimden gelip Trump’a karşı çıkmış bir insan olarak da önemliydi. O yüzden de faşist değil diyorum. Çok akıllı birisi. Trump’ın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatan, kitabıyla ilgili yorumlar yapıldığında, onlarla ilgili programlara çıktığında, Trump’ı neden küçümsememek gerektiğini anlatan yorumlar yapmıştı.
Bundan 2 yıl önce, ara seçimlerde Ohio Eyâleti’nden, kendi geldiği West Virginia’nın yanındaki eyâletten Senato adayı oldu. Bugün Gönül anlattı: Trump’ın Florida Mar-a-Lago’daki evine gidip, “Ben sizinle tanışmak istiyorum” demiş. Trump da ona, “Benim hakkımda yazdığın şeyleri biliyorum” demiş. O da hem özür dilemiş, hem de “Sizden istediğim bana destek vermeniz değil, bana karşı çıkmamanız” demiş.
Gönül Tol: “Yükselişimi bloke etmeyin’’ demiş.
Ömer Taşpınar: Evet. “Desteklemenizi istemiyorum. Sâdece, o söylediklerimin arkasında olmadığımı bilin, hatâ yaptım” demiş. Başka bir söyleşisini okumuştum. “Trump ile ilgili fikirlerim, Trump’ın görevde olduğu yıllar süresince değişti” dedi. “Trump’ın nereden geldiğini, neler söylediği çok korkutuyordu beni, fakat Trump iktidârının yaptıklarını görünce, Trump’ın o kadar da tehlikeli biri olmadığını anladım” diye mantıklı bir şekilde de açıklıyor. Yani, “Sonuçta Trump’ın yaptıklarına bakın, söylediklerine değil” diyor. Bu arada Vance’in bu söylemi, yani “Trump o kadar da ciddîye alınacak şeyler söylemiyor. Trump’ın yaptıklarına bakın” söylemi, Trump’a oy verecek Cumhuriyetçi Parti’nin elitleri içinde de var. “Trump’ı bir şekilde fazla ciddîye alıyorsunuz. Trump sonuçta bir siyâsetçi değil, siyâset dışından gelen birisi. Siyâsetçi gibi konuşmuyor. Halk diliyle konuşuyor ve bâzen şaka yapıyor. O şakaları anlamıyorsunuz. Sizin çok trajik gördüğünüz, alarmist gördüğünüz şeyler, aslında onun espri anlayışı” diyenler de var. JD Vance Trump’ı öyle bir noktaya getirdi ve Trump’ı her yerde çok sâdık bir şekilde savunmaya başladı. Özellikle son bir yıl içinde ismi geçen 6-7 başkan yardımcısı adayının en üstlerindeydi. Nitekim Trump şaşırtmadı, kendisine çok bağlı olabilecek, zeki, ağzı lâf yapan, karizmatik, bir sürü siyâsetçi özelliği olan, yükselebilecek birini seçti. Yani en önemli özelliği iyi bir hatip olması. Çok iyi konuşuyor, çok iyi anlatıyor ve çok iyi savunuyor. Belirli bir karizmatik özelliği de var. Yükselebilecek birisi. Zâten şu anda başkan yardımcısı oldu.

Ruşen Çakır: Bugün New York Times’ta bir analiz okudum. “Trump ilk kez halefini seçti” diyor.
Ömer Taşpınar: Evet. Trump’ın yerine geçebilecek. Zâten başkan yardımcıları genelde adaylığa doğru giderler.

Ruşen Çakır: Ama daha öncekilerin hepsini harcadı biliyorsun.
Ömer Taşpınar: Evet. Benim bildiğim, Trump bir daha aday olmayacak. Bu ikinci dönemi olacak Trump’ın. Amerika’daki sistem Türkiye’deki gibi değil. Bir kere başkanlık yaptı. Trump bunu kazanırsa, 4 yıl sonra JD Vance Cumhuriyetçilerin adayı olarak başkanlığa gidebilir, o açıdan önemli. Finans dünyasının arkasında durabileceği bir isim. O nedenle ben, senin deyiminle “faşist” olmaktan çok, merkeze Trumpçılığı Trump’tan daha iyi anlatabilecek bir kişi olarak görüyorum. Tehlikeli olabilir. Ama böyle marjinal ve radikal gözüken insanlar, iktidâra doğru yaklaştıkça merkezin söylemini de alıyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, Gönül’le devam edelim. Baktım da, adam memurların tasfiye edilip yenilerinin atanmasını isteyen, kürtaj karşıtı, eşcinsellik karşıtı ve genç bir adam. Ürkütücü bir tip.
Gönül Tol: Evet. Ben Ömer’e hiç katılmıyorum.

Ruşen Çakır: Faşist mi diyorsun yani?
Gönül Tol: Onu bilmiyoruz. Bence kendisi de henüz büyüyünce ne olmak istediğine henüz karar vermedi. Ömer, “Trump öyle konuşuyor. Çok da ciddîye almayın” diyor. Gerçi Ömer öyle düşünmüyor, “Bunu söyleyenler var” diyor. Evet, bunu söyleyenler var. Ben de şunu hatırlatmak istiyorum: Trump başkan olduğu dönemde, Pentagon’a “Meksika’yı işgal edelim” diye baskı yapıyordu. Bunu Pentagon yetkilileri söyledi. Ayrıca “İçişleri Bakanlığı’na yetki verelim, sınırdan geçenleri vursunlar” diyordu. Bu sâdece söylem değil. Bunu hayâta geçirmek istedi Trump, ama başaramadı. Niye başaramadı? Bu çok komplike bir yanıt. “Kurumlar karşısında durdu” diyenler var. Hayır, kurumlar değil, kurumların başındaki bireyler demokratik tutum sergiledi. O başka bir konu. Trump sâdece konuşan biri değildi. Bütün bu radikal şeyleri hayâta geçirmeye çalıştı, beceremedi. İkinci dönemde geçirebilir mi? Onun için uğraşıyor.
JD Vance’le ilgili söylemek istediğim şey şu: Trump neden JD Vance’i seçti? Trump kendi deyimiyle “Make America Great Again” (MAGA) dediği o ideolojisini devam ettirecek bir insan istedi. Diğer aday adaylarında bunu görmedi. Marco Rubio gibi ismi geçen bir sürü insan vardı; ama onları yeterince radikal görmedi. Ömer’in bahsettiği JD Vance’in o kitabını okumadım, ama Ömer bana anlattı kitabı. Bilirsiniz, Türkiye’de AK Parti seçmeni için “göbeğini kaşıyan adam” tâbiri kullanılırdı. JD Vance’in Hillbilly Elegy kitabı da o minvalde. Kitapta şundan bahsediyor: Kendi âilesi içerisinde, bu opioid bağımlılığından ölen insanlar var. Çocukken anne babasından, âilesinden şiddet görmüş. Anneannesinin, kendisinde yer eden şu sözünden bahsediyor: “Amerika’nın her toplum kesimi bizi aşağılamakta bir beis görmüyor. Biz, toplumun sınırlarında yaşayan, horgörülen insanlarız. Bunu bil, bu kimliğini ömrünün sonuna kadar taşı. Ama bu kimliğin ötesine geç ve insanlara kanıtla. Bizim gibi horgörülen insanlar dahi bir gün toplumun en tepesine çıkabilir. Bunu göster.” Dolayısıyla çok hırslı bir insandan bahsediyoruz. Gerçekten bir başarı hikâyesi var. Üniversiteye gidiyor, orduya katılıyor. Ömer’in dediği gibi önemli bir sosyolojik kitap. Bende endîşe yaratan şey; birincisi, Trump-Vance ikilisi çok daha tehlikeli olabilir, çünkü JD Vance, Trump’ın aksine çok daha kendini ifâde edebilen, çok daha sofistike, Trump’ın o ideolojisini ifâde edebilen bir insan. Dolayısıyla MAGA ideolojisini ana akım yapma kapasitesi, entelektüel kapasitesi olan bir adam. O tür bir karizması olan bir adam. Başkan yardımcılığından başkanlığa yükselme kapasitesi yüksek.
Düşünün, Trump’ın bütün radikal fikirleri bir araya gelmiş. Seçimleri kazanırlarsa, Amerika’nın sâdece bu 4 yılını değil, ondan sonraki 8 yılını da şekillendirme potansiyeli yüksek bir insandan bahsediyoruz. Bunlar beni korkutan şeyler. Bugüne kadarki konuşmalarına baktım, bütünüyle kültür savaşları üzerinden yükseliyor JD Vance. Trump’ın sevdiği özelliklerinden bir tânesi de bu. Ekonomiden çok bahsetmiyor. İngiltere’de İşçi Partisi’nin kazanmasının ardından, JD Vance, “İslâmcılar iktidâra geldi” diyor. Amerikan toplumundaki bütün o kırılma, kimlik üzerinden yükselen siyâseti mümkün olduğunca körükleyecek bir insan. Ömer’in dediği gibi, seçildiklerinde, Beyaz Saray’a geldiklerinde bu insanlar ana akımlaşır mı? Bir sebep yok ana akım olmaları için. Çünkü bir kere partiyi dönüştürdüler. Hattâ bugün Twitter’da bir şey yazdım: “Cumhuriyetçi Parti, 2016’da neden Trump gibi radikal bir insanı, demokrasiye, demokratik işleyişe tehdit arz eden bir insanı aday yaptı? Demokrat Parti, neden kendi partisi içinde bile popülerliği azalmış Biden gibi bir insanın adaylığını engelleyemiyor?” Bunlar önemli sorular. Neden? Çünkü Amerika’daki siyâsî partiler güçlerini kaybetmişler. Bundan önce de Trump gibi popülistler vardı. 2016’da Trump gibi bir figür birden ortaya çıkmadı. Amerika’nın uzun siyâsî târihinde Trump gibi demokrasinin altını oymaya çalışan pek çok insan vardı. Bu insanlar neden o başkanlık yoluna giremediler? Çünkü onu engelleyecek çeşitli mekanizmalar vardı. 

Ruşen Çakır: Trump “Derin Devlet” diyor biliyorsun. 
Gönül Tol: Onun “Derin Devlet” dediği şey aslında kurumsal mekanizmalar. Demokrasiyi korumak için, liberal demokrasiyi korumak için ortaya çıkmış mekanizmalar vardı. Neydi bu mekanizmalar? Bir aday adayının partinin başkan adayı olabilmesi için, partinin önde gelenleri, parti içerisinde senatörlük yapmış, Kongre üyeliği yapmış, çeşitli alanlarda çalışmış, demokratik işleyişi benimseyen, özümseyen insanlar karar veriyorlardı — bu bir. İkincisi, bir partinin başkan adayı olabilmek için müesses nizam dediğiniz medya aygıtlarının, Washington Post, New York Times gibi yerlerin desteğini almanız gerekiyordu. Ya da partiye yakın iş adamlarından finansman bulmanız gerekiyordu. Bu verilen para da partiye verilen paraydı, adaya verilen para değildi.
1970’li yıllarda Demokratların başlattığı bir reform süreci oldu. Çok iyi niyetle başlatıldı. Dediler ki: “Parti içinden bir grup elit karar vermesin buna. Biz bu süreci demokratikleştirelim. Ön seçim yapalım. Bırakalım delegeler seçsin.” Onun üzerine bir de kampanya reformunu hayâta geçirdiler. Böylece o bağış partiye değil, bütünüyle adayın kendisine verilen bağış oldu. Bunun üstüne bir de sosyal medyayı ekleyin. Artık New York Times’ın, Washington Post’un sizi desteklemesine ihtiyâcınız yok. Eğer Trump gibi ünlü bir isimseniz, milyonlarca insan zâten sizi tâkip ediyorsa, televizyonlarda ismi bilinen bir insansanız, zâten New York Times’a, Washington Post’a ihtiyâcınız yok. Bütün bu araçlar, daha önce, süzen ve bütün demokrasi karşıtlarını eleğin altında bırakan o süzgeç artık bugün yok. Dolayısıyla ne Demokrat Parti Biden’ın adaylığını engelleyebiliyor, ne de Cumhuriyetçi Parti Trump’ın başkanlığını engelleyebilir.

Ruşen Çakır: Neyse, size geçmiş olsun. Biraz da bizden bahsedelim. Tâkip ettiniz mi Esad’ın yaptığı açıklamaları? Kapı açık, ama yine de Erdoğan’ı dolaylı olarak suçlayan açıklamaları var. Orada bir şeyler olacak gibi sanki, ne dersin Ömer? Galiba Irak’ta buluşacaklar.
Ömer Taşpınar: Açıkçası ben çok tâkip edemedim bu konuları. Gönül ile konuş daha çok. Fakat iki hafta önce konuştuklarımızın olasılığı bence artıyor. Erdoğan, bu tür bir görüşmede kendisine gelecek talebin farkında. Esad, “Normalleşmenin bir bedeli var. Bu bedel de askerlerinizi çekmeniz” diyecek. Bu asker çekme konusunda Erdoğan’ın esneklik göstermesi gerekecek. Çok net bir şekilde göstermesi gerekecek bunu. Bildiğimiz, tanıdığımız Erdoğan, bu konuda ikili bir söylem tutturacak. Bir yandan MHP ile koalisyonda. Kürt meselesindeki pozisyonu ortada. Neden Türk askerleri Suriye’de? Neden Kuzey Suriye’de Rojava’dalar? Orada bir Kürt Devleti’nin kurulmasını engellemek için, değil mi? “Kademeli bir şekilde çekeriz, fakat burada terörizme karşı berâber hareket edeceğiz” söylemiyle bu işleri rayına koyacak.
CHP açısından önemli bir süreç bu. Çünkü CHP’nin istediği yere geliyor artık Erdoğan. Diğer normalleşme meseleleri, İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri konusunda CHP’nin profili düşüktü. CHP, “Bu ülkelerle bir an evvel normalleşelim” demiyordu. Ama Suriye konusunda, belki de CHP’nin içinde önemli bir Alevî kimlik de olduğu için, Esad rejimini İslâmcılığa karşı gördükleri için, Erdoğan’ı da sonuçta hem Müslüman Kardeşler’i hem de radikal cihadcı grupları desteklediğini düşündükleri için, orada Esad’ı bir bakıma meşrû gören bir CHP bakış açısı vardı. Şimdi o meşrû görülen Şam rejimiyle, Türkiye’nin başındaki İslâmcı kimliği olan başkan masaya oturuyor. Dünya basınına bu nasıl yansır? Burada kim avantajlı? Kimin istediği oldu? Suriye ve Türkiye arasındaki adı konulmamış bu savaşı kim kazandı? Bence gayet açık: Esad kazandı, Erdoğan kaybetti. Esad iktidarda; Erdoğan bugün asker çekmek zorunda kalacak. Onun takvimini bir şekilde kendisi ayarlamaya çalışacak. Tükürdüğünü yalamak durumunda kalacak. CHP de AK Parti’ye, “Biz size yıllar önce söyledik bunu. Bugün sizin yüzünüzden Türkiye’de milyonlarca Suriyeli var. Siz yaptınız bunu” diyecek. Erdoğan da bir dahaki seçimlere kadar, göstermelik birkaç yüz bin kişiyi Kuzey Suriye’ye yollayabilirse bu normalleşme süreci altında, oraya Türk şirketleri veya ciddî inşaat şirketleri girip bir şekilde prefabrik evler yaparsa, Dünya Bankası’ndan da biraz para gelirse… Yani böyle bir sürece doğru giriyoruz. Onun dışında ben çok fazla haftalık detaylara vâkıf değilim. Onları Gönül anlatsın.

Ruşen Çakır: Maşallah, detaylara hâkim değilim dedin ama, bayağı güzel anlattın Ömer. Hakîkaten bu söylediklerin olayın tam ana ekseni. Buradan “Erdoğan kazandı” diyebilecek hiç kimse yok. Tabiî fanatik Erdoğancılar dışında. Gönül, sen ne diyorsun?
Gönül Tol: “Transatlantik”i anons ederken sorduğun soruya dönmek istiyorum: “Esad Erdoğan’la, Türkiye ile ilişkilerde bir normalleşme ister mi?” İster, ama dediğim gibi, Esad her zaman, “Türkiye askerlerini Suriye’den çekecek. Şartım bu” diyordu. Şimdi Esad bence elini güçlü görüyor. Bunun birkaç sebebi var: Birincisi Erdoğan’ın zayıfladığına inanıyor. Bu arada sâdece Esad değil inanan. Körfez ülkelerinden uzmanlarla bir toplantı yapmıştık. O toplantıda, “Türkiye’deki Mayıs seçimlerinden sonra Körfez ülkeleri Erdoğan hakkında ne düşünüyor?” diye sormuştum. Şöyle demişlerdi: “Çok zayıflamış, ekonomik olarak bize muhtaç ve seçimi büyük bir çoğunlukla kazanmadı, dolayısıyla meşrûiyetinin de zayıfladığı bir dönemde. Yani zayıf bir yerde, tam olmasını istediğimiz yerde Erdoğan.” Şimdi Esad açısından da aslında resim böyle. Kendisine muhtaç bir Erdoğan var. Bakmayın Hakan Fidan’ın böyle üstten konuşup, “Biz Esad’a bir el uzattık. Elimizi sıkmasını öneriyoruz” demesine. Bu üstten bakış, aslında Türkiye’nin U dönüşlerinin, dış politikada, özellikle Suriye politikasında yaptığı hatâların üstünü örtme amacı güdüyor. Ama üstünü örtemiyor, çünkü korkunç bir başarısızlık var. Bu başarısızlık, sâdece milyonlarca Suriyeli mültecinin ülkede olması, onlarla ne yapılacağının bilinememesi değil. Bir sürü başarısızlık var ve maalesef bugün resimden çıksa dahi, Türkiye’nin güvenliğini nesiller boyunca etkileyecek bir dönüşüm, değişim yarattı Kuzey Suriye’de Erdoğan. “Türkiye’yi daha güvenli hâle getirmek istiyoruz” diye girdi Kuzey Suriye’ye. Türkiye daha az güvenli hâle gelecek.
Şimdi, “Esad ister mi?” sorusuna dönelim. Esad ister. Esad “Erdoğan bana muhtaç” diye görüyor bence. Birincisi, Erdoğan yerel seçimleri de kaybetti. Ve Özgür Özel’in kendisinden önce Şam’a gitmesini istemez. İkisi arasında böyle bir çekişme var. Özgür Özel de sürekli “Rejim kabul etti” diyor, ama rejim bir târih vermiyor. Çünkü Esad ikisi arasındaki o çekişmenin kızışmasını, böylece kendi elinin güçlenmesini istiyor. Erdoğan’a, “Bana muhtaçsın. Bak, Özgür Özel de benimle görüşmek istiyor. İstediğim zaman târih verebilirim. Biliyorum bunu da istemiyorsun” diyor. Dolayısıyla Türkiye’yi çekilmeye zorlama karşılığında, Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışıyor Esad. Sâdece çekilmeye zorlama değil, aynı zamanda, “Terörist unsurlara karşı birlikte mücâdele” diyor. Tabiî ki terörizmden kastettiği YPG/PKK bağlantılı gruplar değil. Esad’ın terörizmden kastettiği şey, Türkiye’nin 2011’den bu yana silâhlandırdığı, desteklediği, topraklarını kullanımına açtığı cihadcı gruplardan bahsediyor. Erdoğan’ın Suriye politikasına bakıldığında, bu korkunç bir başarısızlık. Esad da bunu Erdoğan’ın gözüne sokmaya çalışıyor.

Ruşen Çakır: Evet arkadaşlar, çok sağ olun. Tâtilinizi böldük, ama kaçınılmazdı. Trump’a sûikast girişimini konuşmasak olmazdı, “Transatlantik”e yakışmazdı. Haftaya yapıyoruz değil mi?
Ömer Taşpınar: Bir sûikast girişimi filan olmazsa yapmayalım bence.

Ruşen Çakır: Hayır, haftaya yayını yapıyoruz. Belki Biden’a da bir sûikast girişimi olur.
Ömer Taşpınar: Ağzından yel alsın.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, yine güzel bir yayın oldu. Tâtilinize kaldığınız yerden devam etmenizi temennî ediyorum. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı