Şahin Alpay anlattı: Silivri'de 599 gün

17.03.2025 medyascope.tv

17 Mart 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Şahin Alpay’ın anılarını yazdığı kitabın ikinci cildi de yayımlandı: Hikâyemin Sonu. İlk kitabı, cezaevine kadar olan hayatını anlattığı anılardı. Bu kitapta da Silivri Cezaevi’nde geçirdiği 599 günü anlattı. Biz de kendisiyle bunu konuşacağız. Hoş geldin Şahin Ağabey.
Şahin Alpay: Hoş bulduk Ruşen. Sana çok teşekkür ediyorum. Yaptığın program, fikir dünyamız ve siyaset dünyası bakımından belki de en değerli program. Beni de tekrar konuk ettiğin için çok teşekkür ediyorum.

Ruşen Çakır: Estağfurullah. Bu kitabın, Silivri’deki 599 gününü anlatıyor. Hatırlıyorum, sen bana yıllar önce muhakkak anılarımı yazmamı söylemiştin. Sen hayatını sürekli yazıyorsun ve cezaevinde de sürekli yazmışsın. Her gün yazdın mı?
Alpay: Aşağı yukarı her gün yazdım. Zaten bakarsan tarihleri vardır.

Ruşen Çakır: Biliyorum, evet.
Alpay: Tarih tarih yazdım. Bazı günler hariç. Mesela hastaneye götürülmüşüm yahut mahkemeye götürülmüşüm yahut da yazacak bir şey bulamamışım. Ama bu çok enderdir. Aslında bu vesileyle sana şunu da söyleyeyim. Ben bu günce kısaltılabilir diye düşünüyordum. Sağ olsun Lejand Yayınları’ndan Ruşen Bey’le bu işi konuşurken, bunu kısaltabileceğimizi söyledim. Başka şeyler de vardı kitabın içinde. Fakat o bunları çok değerli bulmuş.

Ruşen Çakır: Akıllıca davranmış.
Alpay: İlginç bulmuş. ‘’Bunu kesemeyiz’’ dedi ve başka bazı şeyleri kesti. Neydi o kestiği şeyler? Birincisi, kitabın birinci bölümünde Zaman gazetesindeki yazılarımdan seçmeler koymak istemiştim. Çünkü biliyorsun Zaman yasaklı ve ulaşma imkânı da yok. Ama benim yazılarımda hiçbir suç unsuru olmadığı gibi, bence, dönemin tanıklığı bakımından önemli yazılardı. Fakat sonra düşündük taşındık, başımıza iş çıkmasın, bunları şimdilik bu kitaba koymayalım. Ama daha sonra inşallah bu yazıları bir şekilde değerlendiririz. Şimdi de şöyle düşünüyorum: Bütün yazılarımdan en önemli bulduklarımı, ta Cumhuriyet gazetesinden başlayarak, önce Cumhuriyet, sonra Sabah, sonra Milliyet, sonra Zaman ve arada dergilerde yayınlanan yazılarımdan seçmeler yapıp bir kitapta toplamayı düşünüyorum. Bundan sonraki hedefim o.

Ruşen Çakır: Peki. Bence böyle daha iyi olmuş. Gün gün bakıyoruz. Bir yandan orada bir dış dünya var, ‘’insanlar bizi konuşuyorlar, hakkımızda ne diyorlar?’’ meselesi var. İkincisi, avukatlar. Davayı kotarmaya, savunma hazırlamaya çalışıyorsunuz. Üçüncüsü, aile. Bence kitabın en ağırlıklı bölümü. Anılarda en çok ailen var. Eşin, çocukların, torunların ve onlarla kapalı ya da açık görüşler, bir de telefon konuşmaları. Bunlar, geçen bu 600 günde ayakta durmana ne kadar yardımcı oldu?
Alpay: Çok yardımcı oldu, Ruşen. On beş günde bir gelip çok da uzun bir süre değil, 10, 15 dakika camın arkasından yüz yüze konuşmak…

Ruşen Çakır: Telefonla mı?
Alpay: Telefonla tabii ve 15 günde bir telefonla 10 dakika konuşmak çok moral veriyordu insana elbette. Çünkü insan içeride olunca, özellikle sevdiği insanlardan, yakınlarından ve dünyadan çok tecrit oluyor. O yüzden bu görüşmeler hakikaten çok hayati bir şeydi. Benim yattığım dönemde sıkıyönetim şartları geçerliydi. Onun için çok kısıtlıydı bu süreler.

Ruşen Çakır: Şimdi biraz daha genişledi.
Alpay: Şimdi genişledi. Haftada bir ziyaret, haftada bir telefonla görüşme oluyor.

Ruşen Çakır: Bir de ayda bir açık görüş.
Alpay: O da var şimdi. Bizde de vardı ama o kaç ayda birdi hatırlamıyorum.

Ruşen Çakır: Ben Hakan Altınay'ın ziyaretçisiydim ve gidebildiğim kadar, özellikle açık görüşlere gittim. Ve sizden daha geniş zaman verdikleri belli. Cezaevinde üçer kişilik bir koğuşta yatıyorsun. Yani sen iki kişinin yanında üçüncü kişi olarak yatıyorsun.
Alpay: Ben 9. bölümde yattım. Dokuzuncu bölüm en azılı sanıkların olduğu bölümdü ve orada genellikle iki katlı, üç kişilik ve bir de yürümek için avlusu olan ünitelerden birinde kaldım.

Ruşen Çakır: Ve hep dindar insanlarla. Cezaevinde dindarlığın nasıl bir şey olduğunu öğrendiğini söylüyorsun. Nasıl bir şeymiş?
Alpay: Vallahi, bir defa şunu öncelikle söyleyeyim ki benim dindar insanlara saygım tamdır. Çünkü biliyorsun dünyada bugün hâlâ insanlığın çok büyük bir kısmı dinlere inanır ve bu dinler kötüye kullanılmadığı, istismar edilmediği sürece, son derece saygıdeğer inançlardır. Dolayısıyla ben de bu inancımı kuvvetle vurgulamak istiyorum. Fakat tabii benim bunlara saygım tam olmakla beraber, dini inançlarım, sadece bunlara saygılı olmaktan ibaretti. Tabii hayatımın çeşitli dönemlerinde dine yaklaşımım da farklı oldu. Biliyorsun ben 30 yaşlarına kadar komünisttim ve tam bir ateisttim. Ondan sonra liberal oldum ve liberal olduğum zaman, Türkiye'ye ve bütün dünyaya bakarak, ‘’bu dinlerin rolü nedir? Dini anlamadan dünyayı ve toplumları anlama imkânı yoktur’’ diye düşünmeye başladım. Biliyorsun ben 2001 senesinden 2015 senesine kadar 14 yıl Bahçeşehir Üniversitesi'nde çalıştım ve esas işim de oydu. Her dönem 3 saat, yani haftada 9 saat ders veriyordum ve bu derslerden biri de son 7-8 sene verdiğim din ve politika dersiydi. Bu din ve politika dersini seçmem, benim için çok önemliydi. Çünkü bu konuda ne yazılmış, dünya literatüründe ne var ne yok, bunlara eğilme imkânını verdi bana. Hatta şimdi eğer sağlığım yerinde olursa, böyle bir kitap da yazmak istiyorum. Din ve siyaset ilişkisi, ne söylenmiş, ben ne gördüm ne okudum? O bakımdan, kötüye kullanılmadığı sürece, dini inançlara saygılı olunmasını çok önemli buluyorum. Bu yüzden de zaten 14 yıl süreyle Zaman gazetesine yazılarımı dışarıdan yolluyordum. Gazetenin içinde bir masam yoktu.

Ruşen Çakır: Kitapta çok sıklıkla karşımıza şu çıkıyor: Sen, Ahmet Turan Alkan, Mümtaz’er Türköne, bir şekilde Ali Bulaş da öyle, bu Fethullah Gülen grubuna dâhil olmayıp, onun yayın organlarında yazdıkları için içeride olan insanlar var. Bir anlamda hem bir iç muhasebe oluyor, hem de mahkemelerde bunu dile getiriyorsunuz. Onu bir özetler misin? ‘’Böyle bir darbe girişimi yapan gizli kapaklı bir yapı olduğunu bilmiyordum diyorsunuz.
Alpay: Hâlâ da bilmiyoruz. 15 Temmuz darbe girişimini kimin planladığı ve kimin yaptığı konusunda bir netlik yok. Fakat ben bunu açıkça yazıyorum kitapta. Eğer Gülen cemaatinin -tabii buna dâhil olduğuna dair bazı işaretler de var- böyle bir girişimin içinde olabileceğini birazcık olsun düşünmüş olsaydım, ben asla Zaman gazetesinde yazmazdım. Bunu da yazıyorum zaten. Mahkemede de defaatle söyledim. Ama şunu da bu bağlamda belirtmek gerekir: Zaman gazetesinde çalışan insanların, benim, Zaman’da çalışmak dolayısıyla tanıdığım insanların büyük çoğunluğunun böyle bir şeyden ne haberi vardı ne böyle bir şeyi desteklerdi, ama maalesef yıllarca hapislerde yatmak zorunda kaldılar. Bunu da söylemek zorundayım.

Ruşen Çakır: Bir de, nasıl olduysa bir şekilde yurtdışına kapağa atanlar var. Onun, darbenin hemen ardından ya da öncesinde, sonrasında olması herhalde rastlantı değil.
Alpay: Şimdi tabii onu nasıl yorumlayacaksın? Belli ki bu insanlar bir şekilde bir darbe geldiğini istihbar etmişler. Yurtdışına topluca kaçışların sebebi acaba biz içeri düşmeyelim kaygısından mıydı, yoksa nedendi? Sorulması gereken bir soru da o.

Ruşen Çakır: Biz birbirimizi yıllardır biliyoruz ve bu konuları da bayağı tartışmışlığımız var. Ben bu konuda çalışan birisi olarak, Fethullah Gülen'in görünenin dışında bir de görünmeyen örgütlenmesi olduğu hakkında defalarca yazı yazdım. Hatta bunu ‘’’sivil kanat, sivil olmayan kanat’’ diye yazdım. Programlarda da söyledim, tartışmalarda da söyledim, kendi yüzlerine de söyledim. Bunda bir şey yok. Sonuçta darbeyi tezgâhlayıp tezgâhlamadıkları ayrı bir tartışma konusu. Ama mesela orduda gizlice örgütlendikleri, yargıda örgütlendikleri… Birtakım imamlar da var, Yargıtay imamı, Hava Kuvvetleri imamı denilen birtakım insanların içinde olduğu bir örgütlenme olduğu da belli. Sonuçta burada senin ve başkalarının da gördüğü acayip bir durum yok mu? Siz olayın sivil yanını gördünüz.
Alpay: Ruşen ben kendi kendime de şöyle izah ediyorum. Biz Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiğini, askeri vesayetten kurtulmasını ve Avrupa Birliği sürecinde ilerleyerek tam bir demokrasi olmasını düşünen insanlar olarak, ben bu cemaat olayına baktığım zaman, bunların bir görünmeyen yüzü varsa, bu görünmeyen yüz de zorunlu şartlar, baskı altında olmalarından dolayı temayüz eden bir vasıflarıdır. Malum bugün de bir sürü türlü dini cemaat var Türkiye'de. Bunların sayısının ve takipçilerinin ne olduğu bilinmeyen bir soru. Dolayısıyla ben bu cemaatin gizli yönünü, bunlar baskı altında oldukları için böyle davranmak zorundalar diye bir süre öyle düşündüm. Bir süre sonra da, bunlar otoriterleşmeye karşı çıktıkları için benim bunu o kadar ön plana getirmemem lazım diye düşündüm ve o yüzden de ayrılmadım. Bu yüzden ayrılanlar oldu Zaman gazetesinden. Benim esas meselem, burada Türkiye'nin otoriterliğe giden yolunun üzerinde bu otoriterliğe gidişi eleştirmektir diye düşündüm. Yanılmışım tabii. Ben yanılgılarımı teslim etmekten hiçbir zaman, hiçbir dönem kaçınmadım. Şunu söyleyeyim, kitapta da bunu yazıyorum zaten: Gülen hareketinin 15 Temmuz darbe girişimine şu veya bu ölçüde dâhil olduğuna dair herhangi bir bilgim olsaydı, ben Zaman gazetesinde yazmayı o an bırakırdım ve pişmanım da tabii. Şimdi böyle bir durum var. Olay tam bir aydınlığa kavuşmadı, fakat kuvvetli deliller var ki Cemaatin tümü değil ama bazı unsurları, bu 15 Temmuz girişiminin içinde yer aldılar. Ben hayatım boyunca askeri yönetimlere, askeri darbelere karşı çıkmış bir adamım. Sen benim çizgimi çok iyi bilirsin. Dolayısıyla bu konuda söyleyeceğim şeyler bunlar.

Ruşen Çakır: Burada bir de şöyle bir şey var: yaş ilerlemiş tabii. Sağlık sorunları da var. Cezaevindeki süreçte de bunun getirdiği bayağı bir sıkıntı var, mahkemeden çok hastaneye gidiyorsun.
Alpay: Biraz öyle oldu ama iyi dayandım.

Ruşen Çakır: Maşallah. Ben 19 yaşında girmiştim cezaevine. Tabii biz o zaman gençtik, öyle bir şeyimiz yoktu.
Alpay: Ben kaçtığım için gençliğimde girmemiştim.

Ruşen Çakır: Evet, bir de öyle bir husus var tabii. Gençliğinde herkesin hapse girdiği bir dönemde bir şekilde hapse girmemeyi başarmış Şahin Alpay'ın yıllar sonra kendisiyle doğrudan alâkası olmayan bir olayla cezaevinde girmesi hakikaten çok…
Alpay: Çok ironik. Tabii bunun bir bedeli oldu bana maalesef. En büyük bedeli de çok sevdiğim eşimden iki sene ayrı kalmak oldu. Hapisten çıktım, 6 ay sonra Fatma vefat etti maalesef. Hayat.

Ruşen Çakır: Açıkçası, ben o tarihte sizin cezaevinde yakından takip ettiğiniz gazeteleri ve televizyonları pek takip etmiyordum. Şimdi burada görünce, medyada bazı isimler, mesela Hürriyet gazetesinde, sizleri, yani hem seni hem de bütün gazete yazarlarına çok ciddi bir şekilde destek vermişler. Ahmet Hakan’ı görüyorum, defalarca yazmış. Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz. Bunları böyle peş peşe görünce, bunlar sizi ya da en azından seni çok memnun ediyordur.
Alpay: Bize müthiş moral verdi tabii. Bu kitabın bir parçası da, ismini saydığın hepsine ve saymadıklarına da, bizi savunanlara teşekkür parçasıydı, Yurtdışından da büyük destek aldım ben. Özellikle İsveç'ten. Hiç şüphesiz bu verilen desteğe çok, çok müteşekkirdik. Ve bu yapıldı, bize sahip çıkıldı. Biz ortada bırakılmadık.

Ruşen Çakır: Bunlar olmasaydı, daha uzun süre yatardım diyor musun?
Alpay: Tabii dediğim gibi, daha önce de hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem de Anayasa Mahkemesi benim serbest bırakılmam gerektiğine dair karar verdi. Hatta hükümeti ceza ödemeye mahkûm etti. Dolayısıyla hukuka saygılı davrandıkları için, hem o zamanki Anayasa Mahkemesi’ne hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne son derece saygı duyuyorum ve bunlar çok önemli müesseseler.

Ruşen Çakır: Artık şöyle de şeyler var, ki kitabın bazı yerlerinde çıkıyor: ‘’Avrupa Türkiye'yi çok umursamıyor’’ ya da ‘’Türkiye Avrupa'yı çok umursamıyor’’ gibi. Bir de mesela Deniz Yücel'den bahsediliyor. Bir yerde şakalaşıyorsunuz. Ne diyorlar? ‘’İsveç vatandaşı olsaydın…’’
Alpay: ‘’…Bunlar başına gelmezdi.’’ Şunu açıkça görmemiz lazım ki Batı, Avrupa Birliği Türkiye'yi dışlayarak çok büyük bir hata yaptı. Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 2010'lardan sonra, “Bu adamların bizimle ilgili ciddi, projeleri yok. Bize sahip çıkmayacaklar, bizi üyeliğe hiçbir şekilde almayacaklar” sonucuna varmasının, Türkiye için çok kötü sonuçları oldu bence. Avrupa Birliği’nin Türkiye'ye gereken desteği vermeyerek, Kıbrıs'a bile giderek Rum Kesimi’ni üye alıp, Türkiye'yi tamamen ortada bırakmasının çok vahim sonuçları oldu. Bu yüzden de ben Avrupa Birliği'ne son derece eleştirel bakıyorum. Çünkü Türkiye'yi desteklemeyi bırakmasalardı, Türkiye'nin üyelik yolunda ilerlemesi için Türkiye'ye bazı imkânlar sunsalardı, Türkiye bu denli otoriter bir eğilimin içine girmezdi diye düşünüyorum. Ama maalesef böyle oldu.

Ruşen Çakır: Destek verenlerden konuştuk da, hayâl kırıklığı yaratanlar oldu mu?
Alpay: Kim arasında?

Ruşen Çakır: Tanıdığın, bildiğin.
Alpay: Vallahi oldu, ama onlarla ilgili olarak herhangi bir şey söylemek istemem. Onlar kendilerini bilirler.

Ruşen Çakır: İsim istemiyorum ama bu insanı herhalde yaralıyor.
Alpay: Oldu tabii. Kendime çok yakın zannettiğim, çok yakınlık gösteren ve çok beraber işler yaptığımız insanlar arasında, tahliye olmamdan sonra da hiç ilişkiyi sürdürmek istemeyenler oldu tabii. Oluyor böyle şeyler.

Ruşen Çakır: Hatırlıyorum, mesela önce kızın Elvan’la konuştum; sürekli konuşuyorduk, bir temasımız vardı ve fark ediyordum ki böyle bir şey yapınca, sahip çıkılmasına o da mutlu oluyordu. Çünkü insanların görmezden gelmesi, umursamaması çok mümkündü. Çünkü kime neyin çıkacağı belli değildi. Mesela birçok kişi herhalde ‘’Şahin Alpay'ı içeri atanlar beni de atarlar’’ diyorlardır, değil mi? Sen o ekibin içerisinde… O ekip derken yanlış anlaşılmasın.
Alpay: İçeri atılanlar arasında…

Ruşen Çakır: Evet. Örgütün üyesi olmayıp, onun içerisinden gelmeyip hapse girenler arasında, çok şükür tutuklanmadı, ama tutuklanmış olsaydı, Hilmi (Yavuz) Hoca olurdu herhalde. Hem en yaşlı, hem de olayla en alâkasız insan, değil mi?
Alpay: Aynen, öyleydi. Beni niye bırakmadılar, onu da bazen sormuşumdur kendi kendime. Hilmi Yavuz'u bıraktılar. Çünkü Hilmi Yavuz'un Gülen Cemaati ile bir ilgisi olmadığı ortadaydı. Benim de olmadığım ayan beyan ortadaydı, ama bana farklı tarife uyguladılar.

Ruşen Çakır: Kitapta birçok yerde ölüm muhasebesi, ölüm konusu var. Hatta bir yerde Ali Bulaş ‘’ayağı üşüyen’’ demiş ya. Ayağın üşüyor ve aklına ölüm geliyor. Bu 599 gün aynı zamanda hayatla da bir yüzleşme oluyor herhalde?
Alpay: Ruşenciğim, benim ölümle ilgili olarak yaşadığım en dramatik olay şudur: Ben Filistin Kurtuluş Hareketi’ne gitmiştim. Niçin gittiğimi de anlatayım. Doğu Perinçek beni yolladı. Ben Doğu Perinçek’le fikrî yoldaşlığımı bitirmiştim. Ama devrim fikrine inandığım için ve şiddetle arandığım için de Filistin’e giderim dedim. Gittim oraya. Fakat bir yandan devrim davasına bağlılık, öte yandan eşim ve kızıma olan bağlılık arasında büyük bir zıtlaşma içinde, büyük bir dâhili kriz içinde kaldım ve gönüllü yazıldım. Eğer o sıra benim içinde bulunduğum örgüt İsrail'e karşı silahlı bir operasyonda bulunacak olsaydı, ben en baştaydım. Çünkü böylelikle kendimi bu çıkmazdan kurtarabileceğim aklımdan geçmişti. Fakat şans denilen bir şey var. Bunu neyle izah edersin? Tanrı’yla mı izah edersin?  Başka neyle izah edersen et, ama o şans yahut da o Tanrı benim orada ölmemi istemedi. Yurtdışına kaçmayı da başardık. Bunu tamamen ağabeyime, rahmetli Acar Alpay'a borçluyum. Ben kaçmayı başardım. İsveç'e gittim. İsveç'e gider gitmez iltica aldım ve üniversitede çalışma fırsatını buldum. Bütün bunlar büyük şanstı tabii. “Bu sadece şans değil, insanlar şanslarını biraz da kendileri yaratır” diyeceksin. Tabii ki birikimim, eğitimim, İsveç'te kendime üniversitede bir yer bulmamda çok önemli rol oynadı.
Sen bana sormasan da bir konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Son zamanlarda beni en çok düşündüren ve yakında üzerine bir makale yazmayı düşündüğüm olay şu: Biz gençliğimizde, Türkiye İşçi Partisi’yle ile başlayıp Maoculukla sonuçlanan süreçte düşündük ki, toplumların gelişme kanunları vardır; Marksizm’in telkini ve eninde sonunda bütün dünya komünist olacaktır. Dolayısıyla biz o işin sadece öncüsüyüz. Bu iş bitti, ondan sonra ben komünizmi tamamen terk ettim. Bu sefer liberal demokrasiyi benimsedim. Liberal demokrasiyi benimsediğim zaman da yine böyle bir determinist anlayış devam ediyordu. Bütün toplumlar eninde sonunda özgürlükçü demokrasiye ulaşacaklar, çünkü en iyi yönetim budur. Diyebilirim ki içeri atılıncaya kadar benim görüşlerime bu paradigma hâkimdi. Ama son yıllarda dünyayı izlediğim zaman vardığım sonuç, determinizmin değil, indeterminizmin geçerli olduğu. Zaten biliyorsun fizik bilimlerde de artık indeterminizme daha büyük saygı ve daha büyük ilgi var. Dolayısıyla nasıl maddenin gelişme kanunları yoksa, toplumların da gelişme kanunları yok. Şimdi neler görüyoruz? Şu son birkaç sene içerisinde hem dünyanın globalleştiğini görüyoruz hem de bir yığın hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz gelişmelerle karşı karşıyayız. Tabii bunun en göze batan örneği de Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşananlar. Amerika Birleşik Devletleri’ni faşist bir yönetime doğru götürüyorlar. Olacak iş değil bu. Hiç beklenmedik bir şey. Tamamen otoriter, tek kişinin hâkim olduğu bir yönetimi yerleştirmeye çalışıyor Cumhuriyetçiler ve Cumhuriyetçi Partinin çok önemli bir kesimi bunun peşinde. Çok ilginç şeyler yaşanacak hiç şüphesiz. Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa'dan uzaklaşıp, Rusya'ya yakınlaştığı bir sürece girilebileceğini bekler miydik? Amerika'nın çıkıp, ‘’orası benimdir, burası benim, bunu da alacağım, onu da alacağım’’ diye tamamen emperyalist bir tavrın içine girmesini bekler miydik? Daha neler oluyor, daha neler oluyor? Gelelim kendi memleketimize. Milliyetçi Hareket Partisi'nin Sayın Başkanı’nın bir gün çıkıp da Türkiye'de artık Kürt-Türk kavgasının son bulması gerektiğini söyleyeceği aklımızın ucundan geçer miydi?

Ruşen Çakır: İnanıyor musun?
Alpay: Bu olduysa her şey mümkün.

Ruşen Çakır: Birçok kişi bunu aldatmaca olarak görüyor.
Alpay: Ben aldatmaca olarak görmüyorum, kesin söyleyeyim. Ben Sayın Bahçeli ve herhalde danıştığı kimseler de dünyanın o kadar hızlı değiştiği ve çok beklenmedik şeyle karşı karşıya kalındığı varsayımından hareketle, ‘’bizim Kürtlerle barışmamız lazım, yoksa geleceğimiz kötüdür’’ sonucuna vardılar. Zaten karşı tarafın da üç aşağı beş yukarı aynı görüşü benimsediğini görüyoruz. Onlar da artık ‘’silahlı mücadeleyle bir yere varılmaz, barışçı bir mücadeleyle ve uzlaşmacı bir tavırla bu sorunların üstünden gelinebilir. Yeterince insan öldü, yeter’’ dediklerini görüyoruz. İnşallah böyledir. Ben umutluyum. Her zaman umutlu, iyimser oldum. Yanıldığım zamanlarda oldu, ama umutluyum. Türkiye de belki hakikaten bu kardeş kavgasını geride bırakacağı bir güne doğru ilerliyor.

Ruşen Çakır: İnşallah. Tekrar kitaba dönelim, biraz daha konuşalım. Kitap, maşallah 576 sayfa ve hakikaten adım adım, gün gün gidiyor. Fikri takip de yapıyorsun. Şunu sormak istiyorum: Özgürlüğünün elinden alınması zaten genel bir şey ama canını en çok ne acıttı bu 599 günde?
Alpay: İki şey. Birincisi, beni bir askeri darbe girişiminin sorumluları arasına koymaları. İlk iddianamede istenen, üç kez ağırlaştırılmış müebbet. Niçin? Darbe teşebbüsü. Bundan daha alâkasız şey olamaz. Daha tutuklanmamdan birkaç gün önce çıkan son yazımda, askeri darbelerin Türkiye'ye büyük zarar verdiklerini, böyle bir şeyin Türkiye için felaket olacağını yazmış ve bütün hayatım boyunca da, solculuk döneminde de, liberallik döneminde de her zaman askeri müdahalelere karşı çıkmış bir adam olarak, askeri vesayetin son bulup, gerçekten demokratik bir rejime yönelmemiz gerektiğini savundum. Onun için, beni en çok üzen şeylerden birisi oydu. Haksız yere içeri atılmam. İkincisi de, ben karıma âşık bir adamdım. Tekrar zorunlu olarak ondan ayrı kalmak beni çok sarstı. Farkındaysan, bazıları özel hayatlarını gizleme, sadece kamusal hayatlarından bahsetme eğilimini gösteriyorlar. Benim bu kitapta yaptığım orijinal. Tamamen orijinal demiyorum, mutlaka başkalarını da bulabilirsin ama Türkiye'de enderdir. Hayatın özel, kamusal ve gizli yönleriyle üç tane yönü var. İlk kitabın hemen başında da belirttiğim gibi hayatın üç veçhesi var. Ben tabii bu gizli hayatı çok fazla yansıtamadım. Ama ondan bile bahsettim, fakat özel ve kamusal hayatımı birbirleriyle etkileşimi içinde anlatmaya çalıştım. 

Ruşen Çakır: Bir de komşu koğuşlarda solcular sana sürekli laf ediyorlarmış liberal diye, değil mi?
Alpay: Öyle. Orası da çok ilginç. Komşu koğuşlar değil de benim beraber yattığım arkadaşlardan biri yapıyormuş onları. Onu fark etmedin mi?

Ruşen Çakır: Onu görmedim.
Alpay: Kitapta da muhtemelen yok bu. Seneler sonra tamamen serbest kaldıktan sonra, ismi lazım değil, cezaevinde beraber yattığım arkadaşlardan birisi benimle dalga geçmek için yapıyormuş. Çünkü ilk günlerde biz bu tutuklulukların çok uzun süreceğini beklemiyorduk, birkaç ayda çıkacağız diye bekliyorduk. Biliyorsun, o mesajlar ekmek hamurunun içine yazılıp atılıyordu. Bu mesaj bana sanki başka koğuşlardan geliyormuş gibi bana intikal ediyordu.

Ruşen Çakır: Ben onu kaçırmışım. Kitapta anlatıyor musun?
Alpay: Bu kitapta anlatmıyorum bunları. Çünkü hapishaneden çıktıktan sonra ortaya çıktı ki onu benim koğuş arkadaşım yapıyormuş, benimle dalga geçmek için. Tabii bu da ilk günlerde ne kadar rahat olduğumuzu gösteriyor. Çünkü herkes bu işin fazla sürmeyeceğini, hele benim çok kısa sürede tahliye olacağımı bekliyordu, ama öyle olmadı.

Ruşen Çakır: Hepimiz öyle bekliyorduk açıkçası. Ben Ali Bulaç'ın da, Ahmet Turan Alkan'ın da, Mümtaz’er Türköne'nin de çocuklarıyla, yakınlarıyla temastaydım. Hep böyle bir beklenti vardı. Birisinin bir yakını, “Aslında Tayyip Bey bırakmak istiyormuş, ama Perinçekçiler varmış. Onlar engelliyorlarmış” demişti. Böyle bir şey olabilir mi?
Alpay: Ben böyle bir şeyi bilmiyorum. Yalnız, Tayyip Bey'in benim bırakılmamda bir rolü olduğunu düşünüyorum. Niçin öyle diyeceksin? Çünkü Anayasa Mahkemesi benim tahliyemi öngören kararını aldığı zaman, bütün adamları ‘’Buazılı Fethullahçıyı bırakamazsınız diye kıyameti kopardılar.

Ruşen Çakır: Troller falan mı?
Alpay: Fakat Erdoğan öyle konuşmadı. “Biz mahkeme kararlarına saygılıyız” dedi. Ben onu duyunca bir ümidim olduğunu düşündüm. Olabilir yani. Yahut belki de çok iyimser bir yorum bu benim için. Ama Sayın Erdoğan'ın benim yazılarımda izlediğim çizgiden mutlaka haberi vardı. Çünkü 2010'a gelinceye kadar, AKP iktidarı Avrupa Birliği'nin ipine sarıldığı sürece büyük destek verdim.

Ruşen Çakır: Herkes şimdi sana onu söylüyor, değil mi?
Alpay: Neyi?

Ruşen Çakır: Sen destek vermiştin.
Alpay: Tabii. ‘’Bak, destek verdin, ne oldu? Al sana.’’

Ruşen Çakır: Evet, kapatalım dükkânı. Nasıl bitirmek istersin?
Alpay: Şöyle bitirmek isterim. Bir defa, bu programda bence herkesin dikkatini çektiğim en önemli konu, dünya bir belirsizlik süreci içinde, artık hiçbir şey garanti değil. Ama dünya tecrübesi, temel hak ve özgürlüklerin güvende olmadığı bir yerde, bir toplumun mutluluğa ve esenliğe varmasına imkân olmadığını gösteriyor. Onun için benim mesajım, yine özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin ipine sıkıca sarılmak. 

Ruşen Çakır: Eğer o ipi bulursak.
Alpay: O da senin katkın, bulabiliriz.

Ruşen Çakır: Tamam. Evet, Şahin Alpay’la, anılarının ikinci bölümü Hikâyemin Sonu kitabını, 599 günlük Silivri anılarını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
30.03.2025 Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor
27.03.2025 Transatlantik: İmamoğlu operasyonu ABD'den nasıl görülüyor? | Hakan Fidan'ın ABD temasları
26.03.2025 Erdoğan’ın CHP ve Özgür Özel öfkesi
25.03.2025 İmamoğlu operasyonu ile çözüm süreci arasında bağ var mı? Hamit Bozarslan yorumladı
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
24.03.2025 Mansur Yavaş’ın Kürtlerle ne alıp veremediği var?
23.03.2025 Erdoğan’dan CHP’ye büyük kıyak
21.03.2025 Kandil ile barış, CHP ile savaş
21.03.2025 Haftaya Bakış (259): CHP'nin kurultay kararı, çözüm sürecine İmamoğlu darbesi
20.03.2025 “Sahi ne oldu sizin süreç?”
30.03.2025 Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı