MHP GERÇEĞİ (12) MHP Yeniden

14.10.1995 Milliyet

Ruşen Çakır – Kemal Can
 
MHP Yeniden

On bir gündür süren yazı dizimize, “MHP çiçeği burnunda bir parti değil" diye başlamıştık. Çeşitli yönlerini bölümler halinde aktarmaya çalıştığımız “MHP Gerçeği”ni yine benzer sözlerle tamamlamak gerekiyor. Hiçbir şey “yeni" değil.
“50 yıllık strateji" yeni değil. Vitrin-imaj yeni ama ürün yeni değil. Ocaklar harlı yanıyor ama pişirilen yemek aynı lezzette. Yan yana olması imkânsızmış gibi duran tablolar, çelişkiler yumağını andıran yapı tanıdık. Şiddet potansiyeli, gençlik tabloları toplumsal hafızamızın arka raflarında kalmış olsa da çok yabancı değil. Her şey aynı.
Peki "yeni" olan ne? Yeni olan sadece dengeler: Siyasi yelpazenin giderek sağa kayan merkezi, toplumsal histeri görüntüsü oluşturan "pop milliyetçilik", siyasi istikrarsızlık, toplumsal hafızasızlığa eşlik eden bir dilsizlik...
Yeni olan bir başka şey de çok iyi bir satranç oyuncusu olduğu bilinen Türkeş’in partisi ve kişiliğiyle yerleştiği konum sayesinde edindiği büyük avantaj. Mevcut konjonktürde öylesine kritik bir kavşağa "konuşlanmış” ki MHP ve Türkeş, sonuçta her esen rüzgâr onların yelkenini dolduruyor.
 
KARTLAR AÇIK DEĞİL
Hükümet dağılıyor başrolde MHP; hükümet kuruluyor başrolde yine MHP. “Devlet içinde kadrolaşma" iddiaları ortaya atılıyor, adres aynı. Senaryo kimin olursa olsun, kaçınılmaz başrol oyuncusu hep Türkeş.
Aslında MHP’nin mevcut konjonktüre dönük taktikleri 70’lerdeki stratejinin bir tekrarı: “Merkez sağ ile bütünleşme”. Ancak bu kez orta vadede sadece bütünleşme değil, siyasi yelpazenin sağ ucundan merkeze taşınma da hedefleniyor.
Dışarıdan yapılan bazı yorumlarda, “Türkeş tarafından dizginlenen heyecanlı çocuklar" olarak sunulan geleneksel taban, bir zamanların “komünizmle mücadele eden çocuklar"ına pek benziyor. Özellikle “sokak hakimiyeti" ve çok bileşenli yapı manevra imkânlarını zenginleştiriyor. Başta Türkeş olmak üzere birçok MHP üst düzey yöneticisinin sık sık tekrarladığı “İstesek oylarımızı birkaç kat artırırız” sözü, “icabında sertleşiriz" şantajını da içeriyor.
MHP’nin yükselişiyle ilgili en yaygın kanı “Kürt meselesine tabi olduğu" yolunda. Hatta bu yargının sahipleri MHP’nin büyümediği, sadece "şiştiği" görüşünde. Bu görüşler hem sol, hem liberal hem de İslamcı kesimler içinde taraftar bulabiliyor.
Bir açıdan bakıldığında “MHP şişiyor", ama şişmenin niteliği, tarih boyunca çeşitli ülkelerde de örneklerini gördüğümüz şekilde, “orta sınıf muhafazakârlığımın bütün yan etkilerini harmanlayabilecek, politikleştirebilecek bir potansiyeli de taşıyor. Üstelik eskisinden daha fazla. Dolayısıyla, bugün kolay ve popüler bir kimlik haline gelen milliyetçiliğin şimdiki katalizörü olan “Kürt meselesi” MHP’nin tek kozu değil.
“İdeolojiler öldü” döneminin yarattığı boşluk içinde, özellikle genç insanlara bir kimlik, moral değerler dizisi sunan siyasi oluşumlar kolayca etkinlik kazanabiliyor. Bir hattını İslamcılar ve RP’nin kapattığı bu kulvarda, ikinci odak olarak MHP ve ülkücüler sivriliyor. Henüz bıyığı terlememiş gençlerin ocaklara akın etmesi de bu yüzden.
MHP’nin kimi yöneticilerince “ANAP’ın 83 ruhu", kimi yöneticilerince “Türk dünyasının liderliği", bazılarınca da "Zenginler Zirvesi’ne (G7) katılacak sekizinci ülke" temalarıyla süslenen "Batı’yla bütünleşmiş güçlü Türkiye" vizyonu ve sürekli kaşınan toplumsal aşağılık duygusu da orta-uzun vadede değişmeyecek bir iklimi yaşatıyor.
 
DENGELER VE HESAPLAR
Son hükümet krizinde "çantada keklik" izlenimini sıkı bir pazarlıkla “ipleri elinde tutan" kişi görüntüsüne dönüştüren Türkeş, önemli imkânlar elde etti. Hükümetin kaderini iki dudağı arasına tabi kılmış bir Türkeş’in seçime kadar geçecek süreyi oldukça verimli geçireceğine kuşku yok.
“Çok erken” seçim tehlikesinin atlatılması, stratejinin diğer adımlarının atılması için fırsat veriyor. "Hedef iktidar” parolası ile çıkılan yolda ikinci durak ise seçim taktikleri.
MHP içinde seçime dönük senaryolar çok sayıda ve hayli karmaşık bir dizi operasyonu içeriyor. İlk seçenek, hükümetin kurulmasına verilen destekle daha kârlı bir pazarlık şansının yakalandığı DYP ile seçim ittifakı. MHP’liler sanılanın aksine bu ittifakın yedek lastiği değil, lokomotifi olmayı hesaplıyor. Hükümetin seçime kadarki performansı ve DYP’nin iç dengeleri de yakın takipte. MHP içindeki bazı ekiplerin DYP’deki muhaliflerle dirsek teması içinde olduğu da biliniyor.
İkinci seçenek ise, zayıflamış bir DYP karşısındaki sürpriz bir ANAP-MHP ittifakı. Hatta bunun için ciddi temaslar yürüten ekipler var. ANAP’taki Mesut Yılmaz muhalifleri ile “bünyemiz ANAP’la bütünleşmeye daha yatkın” diyen MHP’liler bu olasılığın hararetli savunucuları. ANAP’ın aday listeleri üzerinde de etkilerinin daha fazla olacağını söyleyen MHP’liler bu partiyi kolay lokma görüyorlar.
Taban nezdinde, “artık öz gücümüzü görmeliyiz” cümlesiyle gerekçelendirilen en yaygın eğilim ise, MHP’nin tek başına seçime girmesi. Seçime kadar geçecek sürenin iyi değerlendirilmesi, kârlı bir ittifak pazarlığı yapılamaması ve koalisyon yolunun açık olması gibi koşullarda kendi listesiyle seçimlere giren bir MHP ile karşılaşmak da şaşırtıcı olmayacak.
MHP’nin “kitle partisi"ne dönüşme atakları, sadece oy gücü açısından değil transferler için de zemin oluşturuyor. MHP, iktidar hedefine yakın durmaya başlaması, vitrin zenginliğini ve ikbal kapılarını artırması ile gerek diğer partilerdeki ülkücüler gerekse genel milliyetçi muhafazakâr çevreler açısından çekim merkezi haline geliyor, önceden “dar kadro partisi" görüntüsüyle birçok unsuru bünyesine dahil edemeyen MHP, bugün hazım sorunlarını halletmiş görünüyor.
 
*
 
Tarihten Günümüze – Tanıl Bora (12)
MHP’nin Popülerleşmesi

 
MHP’nin yükselişi, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde rakamsal ifadesini buldu. Parti Türkiye çapında yüzde 7.9'la tarihindeki en yüksek oy oranına ulaştı. 7 il merkezinde (Amasya, Çankırı, Erzincan, Kars, Kastamonu, Kırşehir, Yozgat) ve birçok önemli ilçe merkezinde belediye başkanlığını kazandı. İlginç olan, MHP’nin bu yerel seçimlerde Orta-Doğu Anadolu'daki geleneksel kalelerinde mütevazı (ortalama yüzde 30) bir artış gösterirken; Ege ve Akdeniz kuşağının birçok merkezinde oylarını üç katına varan oranda artırmasıdır.
Bu tablo, MHP’nin iki ayrı dinamiğe dayandığını gösteriyor. Birincisi geleneksel milliyetçi-muhafazakârlığın ve İslami hassasiyetlerin güçlü olduğu eski dinamiktir. Bu dinamik esasen Orta ve Doğu Anadolu'ya dayanıyor. İkincisi, İslamın milli kimliğe bağımlılaşarak ikincilleştiği, hatta RP karşıtı bir Atatürkçülüğü işleyen, modern/şehirli görünümün belirginleştiği yeni dinamiktir. Bu ise Ege ve Akdeniz'de öne çıkıyor. MHP’nin Ege ve Akdeniz’deki büyümesini sağlayan önemli bir etken de, bu bölgenin aldığı yoğun Kürt göçüdür. Bu göçmen kitlesine karşı, PKK karşıtlığını örtülü Kürt düşmanlığına dönüştüren bir tepkiyi “okşamak”, MHP’nin taban bulmasını sağlıyor.
MHP’nin en büyük şansı, ülkede milliyetçiliğin popülerleşerek siyasal iklime hakim olduğu bir atmosferin varlığı. İdeolojik tercihlerin muğlaklaştığı, insanların hayata tutunduğu toplumsal yapıların ve geleneksel bağların eridiği, aidiyetlerin çoğalıp çeşitlendiği bir ortamda; milliyetçilik en "rahat" kimlik haline geliyor. Şeması basit: “Biz Türkler” iyi - “onlar" (başka herkes) kötü. Her şeye uyarlanabiliyor ve eğlencesi, “tantanası" bol: Hamasi nutuklarla da, otomobil plakasındaki Türk bayrağı logosuyla da, ay-yıldızlı kolye takmakla da, maçta İstiklal Marşı okumakla da milliyetçilik yapılabiliyor - her an, her yolla ve kolayca!
MHP, bu popüler milliyetçilik dalgasına kendini uydurup “esneyerek" tabanını genişletmeye yöneliyor. Daha modern, şehirli ve “ılımlı" bir imaj çizerek, “pop milliyetçilik" rüzgârını yelkenine doldurmaya çalışıyor. Bütün partilerin milliyetçilik yarışına girdiği siyaset zemininde, “en bir milliyetçi" olmaları, onların kozu oluyor.
Bu milliyetçilik yarışı, MHP’den ve onun hâlâ “eskisi gibi" (şiddete yatkın) olup olmadığı meselesinden de bağımsız olarak, Türkiye'de demokrasi süreci önünde bir tehdit oluşturuyor. Zira milliyetçilik, rakiplerini kolayca “hainlik”le damgalamaya olan “merakıyla"; toplumsal ve siyasal sorunları “milli çıkar” gibi ateşli, muğlak ve “kutsal" bir kavramın vetosuna tabi tutup tartışılmaz kılmasıyla; akıl yürütmeyi, çokyönlü düşünmeyi ve vicdanları hamasetle ve “gaza getirici" bir dille boğmasıyla, demokrasi karşıtı, otoriter, baskıcı bir iklimin ideolojisidir. Hele bu, başka siyasi hedeflerin ve ilkelerin tamamlayıcısı, refakatçisi olmaktan da öte, yegane siyasal hedefe dönüşerek kutsallaştırılmış bir milliyetçilik olursa...
Tıpkı, onca büyüdüğü “yükselen değer" olmakla övündüğü bir dönemde, ortaya bol bol milliyetçi slogan, işaret, sembol, tören süren; ama bütünlüklü bir siyasi proje, derinlikli bir fikir, etkileyici bir düşünce adamı, hatta her görüşten insana hitap edebilen popüler bir hatip süremeyen MHP gibi...
 
*
Can Kozanoğlu
Pop Milliyetçilik

 
Türkiye, birçok şey gibi, milliyetçiliğin de poplaştığı bir dönem yaşıyor. “Pop” sözcüğünü en çok müzik tartışmalarında kullanıyoruz ama artık şiddet de, sevgi de, milliyetçilik de poplaşmış vaziyette ve tüm bu süreçler bir bütünün parçası. Örneklersek, 90’lardaki pop müzik dalgasıyla ülkücü hareketin yükselişi aynı kökten besleniyor. Yaşananları kökten filize kadar ayrıntılarıyla izlemek, böyle bir çerçeveye sığacak iş değil. Belki şöyle özetleyebiliriz: 80’lerden 90’lara uzanan hızlı değişim süreci, müthiş bir değerler karmaşası yaratırken, klasik anlamıyla tutarlılık kavramını erozyona uğrattı ve neredeyse toplumun tamamını sarmalayan bir kimlik krizini de birlikte getirdi. Eski değerler, eski kavramlar, eski kimlikler geçerli değildi artık ama yenileri de yerlerine oturmamıştı henüz. Sonuç, siyasal merkezin boşalması ve insanların toplumsal refleksle bir kültürel merkeze yönelmeleri oldu. Söz konusu merkezde bir "kültür açık büfesi” vardı. Büfenin üzerinde de Batıcılık, Batılılık, yerellik, Doğululuk, keskin laiklik, vurgulu dindarlık, alabildiğine duygusallık, alabildiğine hoyratlık, oynaklık, muhafazakârlık, modernlik, milliyetçilik, şiddet, şiddet karşıtlığı, savaş çığlıkları, barış dilekleri... Bu büfeden ne kadar çok çeşidi tabağınıza doldurabilirseniz o kadar makbul sayılıyordunuz ve 80’lerin rüzgârını yemiş insanlar, “kimlik açgözlülüğü”yle büfeye saldırıyorlar, birbirleriyle bağdaşması çok zor görünen şeyleri yan yana iliştiriveriyorlardı.
İşte ülkücü hareket, pop müzik gibi, tabağını doldurdukça yükseliş hızını artırdı. Yeni ülkücülük öyle bir kimlik veriyordu ki insanlara, o kimlikle camiye de diskoya da. kışlaya da maça da, arabesk konserine de metal konserine de girilebiliyordu. 70’lerdeki ülkücü kimliğine göre çok daha pop” bir kimlikti bu.
Üstelik dönem, Güneydoğu’da yaşananların milliyetçiliğe yükselme zemini açtığı; “Teşekkürler Türkiye, yoluna devam ediyorsun Türkiye" gibi sözlerle simgelenen bir tür liberal milliyetçiliğin de medya aracılığıyla yaygınlaştırdığı dönemdi. Sonuçta, "görüntülü milliyetçilik”, ülkücü hareketten bağımsız olarak da yükselişe geçti ki en pop müliyetçilik türü de buydu.
 
ŞİMDİ RACON BÖYLE
Görüntülü milliyetçilikten kastım, Türkiye’nin geleneğinden daha çok dile vuragelmiş milliyetçiliğin simgesel hareketlerle ele de vurması, sokak tezahüratlarına dönüşmesi, kolyelerle, şarkılarla simgelenmesi vs. Bu milliyetçilik türü ağırlıkla ülkücü hareketin dışında kalıyor ama ülkücü hareketin simgelerini de kullanabiliyor. Maçlarda ya da maç sonrası sokak konvoylarında kurt işareti yapanların bir bölümü ülkücü hareketle ilgisi olmayan, herhangi bir seçimde MHP’ye oy vermeyecek insanlar. Onlar için kurt işaretinin anlamı, bir milliyetçi ritüele katılımdan ibaret. Ve şimdi "racon" böyle, moda böyle. Zaten pop milliyetçiliğin bir özelliği de herhangi bir moda akımından farklı olmaması. Saçlara jöle sürmek gibi, topuklu ayakkabı giymek gibi, Bodrum’a gitmek gibi, "Şimdi öyle yapmak gerekiyor, şimdi öyle görünmek gerekiyor” mantığıyla üzerine düşülen bir şey.
Bu öylesine bir milliyetçilik ki, kimi zaman "millet”ten bile bağımsızlaşabiliyor. Bir radyo programcısı, bir söyleşide, çok milliyetçi olduğunu, "tamamen nasyonalist hislerle” Türkçe pop şarkıları çaldığını anlatıp, bundan sonraki hayatında dünyaya Amerikalı olarak gelmek istediğini söylemişti. Hem Amerikalı olma hayali, hem sıkı bir Türk nasyonalizmi, pop milliyetçiliğin hiç şaşırtıcı olmayan, hatta tipik sayılabilecek bir tezahürü işte.

Yazının orjinal hali




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

YAZI DİZİSİ
1 MHP GERÇEĞİ (1) “Kadrolaşma” tamam, “kitleleşme” başladı, sıra “devletleşme”de 03.10.1995
2 MHP GERÇEĞİ (2) Türkeş: “Ben Değişmedim” 04.10.1995
3 MHP GERÇEĞİ (3) MHP'ye İstanbul Vitrini 05.10.1995
4 MHP GERÇEĞİ (4) “Yalılarda MHP Konuşuluyor” 06.10.1995
5 MHP GERÇEĞİ (5) MHP Sıcak Denizlere İndi 07.10.1995
6 MHP GERÇEĞİ (6) RP ile Rekabet Kızışıyor 08.10.1995
7 MHP GERÇEĞİ (7) Artık Ocaklar “Tütüyor” 09.10.1995
8 MHP GERÇEĞİ (8) İkinci Adamlık Çekişmesi 10.10.1995
9 MHP GERÇEĞİ (9) Bozkurtlar Yuvaya Dönecek mi? 11.10.1995
10 MHP GERÇEĞİ (10) “Muhsin Başkan” Cephesi 12.10.1995
11 MHP GERÇEĞİ (11) İmaja Kurşun Sıkmayın 13.10.1995
12 MHP GERÇEĞİ (12) MHP Yeniden 14.10.1995

Son makaleler (10)
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
24.10.2024 Altan Tan ile söyleşi: Kim çözüm istiyor, kim istemiyor?
24.10.2024 Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü
23.10.2024 Gazeteci Ahmet Dönmez ile Fethullahçılığın geleceği üzerine söyleşi: "Bu yapıyı dünya-daki hemen her sıklet merkezi yönetmek isteyecektir”
22.10.2024 “Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı